Toplumsal hareketler literatürü sıklıkla emek mücadelesi ile kadın, çevre, kent ve benzeri mücadelelerin mesafesine dair bir uyarıyı tekrarlar. Bülent Forta ‘İşçi hareketi ve toplumsal hareketler: Tarihsel bir panaroma’ başlıklı yazısında, sarsıntılarını önceden gördüğümüzü de hatırlatarak, pandeminin, sınıfın reddine varan türden postmodern düşüncelerin önemini yitireceğini söylüyordu. Bu anlamda toplumsal hareketler açısından yeni bir döneme girildiğini de... Sonuçta pandemi, eşitsizlikleri derinleştirip, özellikle düşük ücretli işlerde çalışanların koşullarını kötüleştirirken, emeğin unutulan rolünün önemini gösteriyor.

İşsizlikteki artış, gelir ve alım gücündeki düşüş gibi sorunlar, pandeminin ilk günlerinden beri mücadele gündemlerini oluşturuyor. Dahası, bu sorunlar çeşitli ölçeklerde, kısıtlamalar gereği daha çok da yerelleşerek örgütleniyor. Geçtiğimiz hafta, Kadıköy’de gerçekleşen ve gündelik hayatı tümüyle kaplayan belediye işçileri grevi de farklı mücadele biçimlerini birleştiren çarpıcı bir uğrak olarak anılmayı hak ediyor. Grev, pandeminin emekçiler üzerindeki etkisini toplumsal bir sorun olarak sahiplenen bir dayanışmayı ortaya çıkardı. Bu anlamıyla toplumsal hareketlerin muhtevasına dair bir umudu da...

Kadıköy Belediyesi ile işçiler arasında temmuzdan bu yana süren TİS süreci, Belediye’nin yüzde 7’lik zam teklifi nedeniyle anlaşmazlıkla bitmişti. Bunun neticesinde işyerinde örgütlü sendika Genel-İş grev kararı almıştı. Belediye işçileri kararlı ve bir o kadar da umutlu bir biçimde grevi sahiplenirken gerek işveren tarafından yapılan paylaşımlar gerekse sendikanın tutumu deyimi yerindeyse ortalığı birbirine kattı. Grevi sosyal medya üzerinden takip eden bir kısım, mücadele eden işçileri ‘niteliksiz’ ve ‘şımarık’ olmakla suçladı. Fakat hem Kadıköy’ün hem de ülkenin emekten yana toplumsal muhalefeti, işçileri derinden üzen bu yorumlar karşısında sessiz kalmayarak insanca yaşam talebini sahiplendiler.

Tüm bu sahiplenme ve dayanışma sürecinin aynı zamanda bazı yeni toplumsallıklara işaret ettiği söylenebilir. Toplumun taban hareketlerinin yerel dayanışma ağlarının ve tabi sol partilerin yaptığı emekçiden yana açıklamalar, taban ücret mücadelesinin, TİS’e indirgenen ve işveren ile sendika arasında süren bir işyeri müzakeresi olmaktan çıkmasını; toplumsal bir mücadele başlığı haline gelmesini sağladı. Bu hem işçileri güçlendirdi hem de insanca yaşam mücadelesinin mekânsal dinamiklerini bileşenlerini görünürleştirdi. Kadıköy Kent Dayanışması örneğin, “Kadıköy’ün emekçileri gülsün, Kadıköy güzelleşsin” başlıklı bir açıklama yaparak bir yerde yaşanabilirliğin o bölgeye hizmet üreten işçinin mutluluğuyla bir ilişkisi olduğunu ifade eden çok değerli bir dayanışma mesajı paylaştı. Bu mesaj “Kentimizi yaşanabilir kılan tüm emekçi arkadaşlarımızın hak mücadelelerinde yanlarındayız” biçimini alarak grev sinyalleri veren Ataşehir, Maltepe, Kartal, Pendik ve Bakırköy’e de iletildi.

Bu anlamıyla Kadıköy grevini, pandemi ile görünürleşen ve önemi artan emek biçimlerini, değersizleştirmeye yeltenen söylemlere karşı ve emeğin değerine dair mücadelenin toplumsallaştığı bir uğrak olarak düşünebiliriz. Bu ister işverene karşı, sendikadan yana olsun; ister sendikaya karşı, işçiden yana olsun... Bu uğrak, taban ücretin belirlendiği TİS’in bir sendikal prosedür olmaktan çıkararak toplumsal bir pazarlık sürecine dönüşmesine zemin hazırladı. Sözleşmeye yansıyan sonucundan bağımsız olarak, her zaman pusulası emekten yana bir iradenin örgütlenmesine katkı koyan bu çabalar toplamı, grevin en önemli ve paha biçilmez kazanımı oldu. Pazarlık konusu edilen insanca yaşam mücadelesinde, açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilmişliğe itiraz eden bir toplumsal irade, ihtiyacımız olan tam da bu değil mi?

Son olarak, bu iradenin ortaya çıkmasında BirGün gibi bağımsız haberciliğin yadsınamaz rolünü hatırlatarak; bu yüzden ve tabi, habersiz kalmamak için bugün BirGün’e abone ol.