Gazetelerin dünya (dış haberler) sayfalarını artık daha iyi anlıyorsak, dünyanın çivisi çıktığındandır. Yoksa dünya var, ama bize kadar.

Oysa sur diplerinde, oturduğumuz kafenin bahçe masalarının aralarında, otobanda tek tük yalınayak çocukları gördüğümüzde “Bu Suriyeliler de kopup kopup geliyorlar” diye söylenirken ne rahattık… Tamam, orda da savaş vardı ama… Herkesin kendi iç meselesi yani… Vallahi sınır ülkesi olmak ne zordu. Ne çekiyorsak jeopolitik konumumuzdandı kardeş…

Suriyeli çocuklar, bir şeyler satıyorlar… Bunlarınki de ana baba olacak, Kızılay dağıtıyor sanki bu çocukları da böyle sebil gibi ortalara salıyorlardı...

Dilenen Suriyelileri gördükçe “Çalışsa ya eli ayağı tutuyor” diye ilenirken, çalışan Suriyelileri gördükçe “Bunlar da üç kuruşa çalışıp maaşları düşürüyorlar sonra biz aç kalıyoruz” derken biz kötü insanlar mıydık yani? Bizimki de ekmek derdiydi sonuçta.

Sokaklarda yatan Suriyeliler tekinsizlik yaratıyordu! Vallahi gece evden dışarı adım atmaya korkar olmuştuk. Ev tutanlar da, ama yani canım, üç beş aile birleşip bir ev tutuyorlar, ev sahipleri de güya Suriyeli’ye ev vermek istemiyor ama bir yandan bunlar nasılsa ne istesek ödeyecek diye kiraları yükseltiyordu. Kendi semtimizde ev bulamaz hale gelmiştik de biz sığınacak yer arıyorduk artık.

Turistik beldeleri mahvetmişlerdi. Çoluk çombalak parklarda yaşayıp bizi Avrupa’ya rezil ediyorlardı.
Turistik beldeleri geçtim, şehir merkezlerinde bile deniz kenarlarına yerleşmişler. Hayır, önceden de şehirde denize donla girenleri sevmezdik ama hiç değilse bizim insanımızdı onlar!

Biz iyi insanlardık tamam mı?!

Paylaşımcıydık bir kere… Ramazanda sofralar donatıyorduk da ekmeğimizi bölüşüyorduk. Niyeyse aklımıza hiç mülteci kampında yahut göçmenlerin yoğun olduğu bölgelerde ekmeğimizi paylaşmak gelmemişti. Toklar yine tokları doyururken vicdanımız ne rahattı.

Onlar bizim için hâlâ, dış haberler sayfasının konusu idi. O sayfalara da şöyle bir göz atıp geçiyorduk. Bizim derdimiz bize yetiyordu sonuçta.

Hızlı okuma tekniğiyle ölen onca insanı görmezden gelmeyi becermiştik… Aylan Kurdi’nin sahile vurmuş cansız bedeni bize tokat atana kadar. Artık masa aralarında dolanan, kâğıt mendil satan, sur diplerinde, otobanlarda dolaşan çocuklar, dış haberler sayfalarının konusu olmaktan çıktı.

Yaz boyunca deniz yoluyla karşı kıyılara geçmeye çalışan mültecilere, kaçış yasadışı, can yeleği satışı yasaldı.
İki çocuğunu ve eşini kaybeden Aylan’ın babası Abdullah Kurdi; sonradan kendisine verilen Kanada vatandaşlığını kabul etmeyip Kobane’ye geri döndü: “Artık çocukları olmayan bir baba olarak herhangi bir şey istemem. Sadece isterim ki Suriye’de yaşanan acı ve dram bir an önce bitsin.”

Aylan’ın bedeni üstünden bütün devlet erkânı insaniyet dersi vermeye kalktı. Suriye’deki savaşta hiç payları yokmuş gibi… Kamyonlar sadece kavun taşısaydı çocuklar evlerinde küçük bir serçe kadar hür olacaklardı oysa.

İki gündür, yüzlerce mülteci İstanbul otogarında… Edirne’ye gitmek istiyorlar. Oradan Yunanistan’a, ardından Almanya’ya geçmek için. Denizde boğulmamak için kara yolunda ısrarcılar. Ulaştırma Bakanlığı’ndan firmalara gönderilen yazıyla birlikte onlara bilet satılması yasaklanmış. Otobüs firmaları bilet satmıyor. Önceden sattıkları biletleri iptal ediyor. Edirne’ye Suriyeli yolcu taşımaları halinde 39 bin TL ceza ödeyecekler.

Mültecilerin kartlarında yazan yerler dışına gitmeleri yasak. Bilet bulamayanların kimi otogarda kalmaya devam etti, pek çoğu yollara düştü. İstanbul’dan Edirne’ye!

Can güvenliği için çıktıkları yolu, emniyet şeridinde sürdürdüler.

Edirne’ye gelen Suriyeliler jandarma ve polis ekiplerince durduruldukları TEM otobanı Edirne gişelerine yakın bölgede kamp kurdu.

Edirne Valisi Dursun Ali Şahin: “Biz bunları göndereceğiz. Herhalde yorulup gitmek zorunda kalacaklar. Daha da olmazsa zor kullanacağız. Başka bunun çaresi… En fazla kalacakları üç gün, yarından sonra burayı terk etmek zorundadır. Kendi işlerimiz var, bu bizim için bayağı bir yük oldu.”

Suriyeli 12 yaşındaki Kenan’ın sözleriyle bitirelim: “Siz savaşı durdurun, biz Avrupa’ya gelmeyiz.”