Başkalarının zihnini anlamanın ve etkilemenin ana araçlarından birisi olan empati (işlevleri iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış amaçlara dönük olabilir) yokluğunda ne olduğuna bakarak da anlaşılabilecek bir sosyal refleks olarak tasavvur edilebilir.

Empati eksikliği:  Baştan mı, sonradan mı?

Ülkemizde empatinin sadece kendisi gibi olanlara saklanır hale geldiği savaşımsı atmosferde empati de içi boşaltılan kavramlardan birisi oluverdi. Oysa başkalarının zihnini anlamanın ve etkilemenin ana araçlarından birisi olan empati (işlevleri iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış amaçlara dönük olabilir) yokluğunda ne olduğuna bakarak da anlaşılabilecek bir sosyal refleks olarak tasavvur edilebilir.

Otizm empati gelişiminin eksik ya da yetersiz kaldığı bir gelişimsel bozukluktur. Özellikle beyin gelişimini belirleyen genetik yapıdan kaynaklandığı bilinen, ancak bu genetik yatkınlığın başka çevresel etkenlerle (örneğin anne karnındayken karşılaşılan bir enfeksiyon gibi) etkileşimi ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Otizmi olan çocuklarda sosyal ‘refleksler’ (yüze bakma, göze bakma, kendisine gösterilen yere bakma gibi) çok erken yaşlardan itibaren eksikliklerini belli ederler. Çocuğun gelişiminde bir gecikme olursa bu dil gelişiminde, daha doğrusu anlamasında ve ifadesinde kendini gösterir. Dil ile sınırlı kalmaz, işaret ya da taklit gibi söze dayanmayan mekanizmaları kullanmak da zor olur. Çocuğun kalıpçı biçimde öğrenme becerisi daha gelişkindir. Algoritmik (değişmez bir sistematik ile oluşturulmuş) olan bilgiyi daha kolayca öğrenirken, kompleks sosyal durumlarda eldeki kalıplarla yanıt getiremeyebilir. Bu özellik bir yerde ilişkinin ilerlemesini ve gelişmesini önleyen bir tür tıkanıklığa yol açar. Takıntılı diye tanımlanan, içinde olunan koşulun gerektirmediği tekrarlamalarıyla aynılıkta ısrar edişi ile bir tür patinaj ortaya çıkar.

Otizmli çocuğun ilişkiyi (ve iletişimi) daha ziyade ihtiyaç üzerinden kurmaya yatkınlığı bir bencillik ya da umursamazlıktan kaynaklanmaz; dünyanın ona görünüşü böyledir. Sosyal nitelik taşıyan (insan yüzü gibi) uyaranlar ilgi alanında olmadığı için dünyanın fiziksel yanlarına odaklanır; bir insan yüzü kime ait olduğu ile değil ne tür özellikle gösterdiği ile ilgisini çekebilir. Ya da kime ait olduğunu bilmek, o kişiyle olan ilişkinin kendisinden daha ön plandadır. Dış dünyadaki insanlarla ilişkilerinde ilişkiye gönülsüzlük olarak algılanan tercih etmeme halinin kaynağı bir sosyal refleks eksikliğidir.

Otizmin  bu ‘çekirdek’ özelliklerinin birbirinden oldukça farklı tablolarda kendini göstermesi ‘spektrum’ (farklı yoğunluklar ya da renklerin peş peşe diziliminden oluşan spektrumlarda olduğu gibi) olarak tanımlanır. Otizmle ilişkilendirilen genetik özelliklerin her durumda eşit olarak bir rahatsızlığa yol açmadığını, hatta kimi durumlarda klinik bir rahatsızlık söz konusu olmadığını düşünürsek otizm spektrumunun bir ucu ‘tipik’ gelişim spektrumunun içinde kalmaktadır.
Gelişimsel psikopatoloji tanılarında normalde gözlenen davranışların tanıya aday çocuktaki aşırılığı ve bu aşırılıkların birçoğunun bir arada olması genellikle esastır. Gelişimin geri kalmasına ya da yoldan sapmasına yol açan bu patolojik durumun oluşturduğu farklılık fark edilemez düzeyde olabilir.

Otizmin arttığını düşündüren birçok gözlemin doğruluğunu sınayan ve 50,000 çocuğun muayene edilerek tarandığı bir Kore çalışmasında (YS Kim ve ark. 2011) her bin çocuktan 26’sında otizm spektrum bozukluğu tanısı konmuştu. Spektrum tanımının gereği bu çocukların bazılarında otizmin temel belirtileri tüm ağırlığı ile mevcuttu; bu çocukların binde 26’nın yaklaşık 10’unu oluşturduğu ve araştırma sırasında bu tanısal durumlarını bildikleri ve gerekli sağlık/eğitim hizmetlerini almakta oldukları anlaşıldı. Ancak çalışmanın şaşırtıcı sayılabilecek bir bulgusu kalan otizm spektrum bozukluğu olgularının büyük bölümünün bu problem için herhangi bir tanı ya da hizmet almamış olduklarıydı.

Kliniklere başvurulmasını beklemeksizin yapılan bu tarama/tanı çalışmasında ortaya çıkan spektrumdaki çocukların hayatın gerektirdiği eksiklerine rağmen bir biçimde yerine getirebilmiş olmaları onların bir anlamda hastalığın özelliklerini taşımalarına rağmen hasta olmamalarını doğurdu. ‘Hasta olmak’ sadece semptom göstermeyi değil semptomlar nedeniyle yaşamda ciddi aksamalar ya da kayıplar (yeti yitimi ya da işlevsel bozulma olarak adlandırılan) olmasını da içerdiğinden ötürü bu gruptaki “otizm spektrumlular” ancak tarama ile saptanabildiler.

Peki, hasta olmayan (ya da öyle hissetmeyen, öyle olduğu düşünülmeyen) birisine hastasın demek nasıl bir iş? Aslında bir göz taramasında görme kaybı olduğu saptanan ya da meme kanseri taramasında bir kitlesi olduğu belirlenen kişiden büyük bir fark olmadığı söylenebilir. Kişinin sağlığında kendisinin fark etmediği bir bozulmuşluk ve bozulma olasılığı anlamına gelen bu tür tarama bulgularını yorumlarken çocuğun (kişinin) gelişimi lehine hareket etmek temel ilkemiz oluyor.
Empatinin olmadığı ya da az geliştiği durumlar ile esirgendiği durumları karıştıran birçok yazarçizer otizm spektrum bozukluğunun silik şekillerini taşıyan (tanı almamış, aramamış) kişileri anlamakta zorlanırlar. Oysa, otizm spektrumu bozukluğu belirtileri gösterdiği halde hiç psikiyatra gitmemiş bir çocuğun okul, aile ve sosyal hayatına baktığınızda yolunda gitmeyen (ve kendisini de çevresini de zora sokan) durumlar olduğunu, bu durumların da otizmin getirdiği empati eksikleri, sosyal refleks zaaflarıyla ilişkisini kurabiliriz.

“Çalışmaya katılanlara bu bilgileri nasıl verdiniz?” sorusuna YS Kim, ‘bir çok kişi (kendisinin ya da çocuğunun) sosyal durumları anlamaktaki zorluğunun, başkalarının niyetlerini okuyamamasının ya da umursamamasının, söylediklerinin son derece makul ve mantıklı olmasına rağmen yadırganmasının sebebini anlamış olmaktan müthiş bir rahatlık duydu” diyerek cevap verdi. Düşünün bir, Big Bang Theory dizisinin otizm spektrum bozukluğu örnek alınarak çizilmiş Sheldon karakterine bu tanı söylesek ne olur (ki dizide bunun daha önce ona belirtilmiş olduğu bir yerde geçer)? Sheldon’ın kendisi olmasa bile arkadaşları onun az empatili, değişiklik sevmez ve sadece sonuçlara odaklı düşünüş tarzına sonunda akıl erdirmiş olacaklardır.

Empatiyi anladıkça, otizmli bireylerin ellerindeki biraz olsun gelişmiş empatiyi bile esirgemeyen yanlarını gördükçe, otizmdeki empati gelişim kusurlarının sadece kendinden olana empatik olan ‘tipik’ gelişimlilerin bu ‘cimri’liğine hayret edebilirler.