Yirminci yüzyılda emperyalizmin yaşadığı en büyük yenilgilerden birisi hiç kuşkusuz Küba Devrimi’dir. Uzunca bir mücadeleden sonra

Yirminci yüzyılda emperyalizmin yaşadığı en büyük yenilgilerden birisi hiç kuşkusuz Küba Devrimi’dir. Uzunca bir mücadeleden sonra 1 Ocak 1959’da Batista rejiminin sonunu ilan eden Castro ve yoldaşlarının bu büyük zaferi sadece kendi halkları için değil dünyanın her yanında emperyalizme karşı savaşan bütün halklar için büyük bir umut kaynağı olmuştur. Yaygınlaşma eğilimi taşıyan Küba Devrimi’nin hızla durdurulması gerektiğini görmekte pek zorlanmayan ABD, burunun dibindeki bu küçük adaya saldırmaktan başka bir çaresinin bulunmadığını çok geçmeden kavramıştır.
Nihayetinde Başkan Kennedy’nin onayıyla CIA tarafından eğitilmiş ve donatılmış Kübalı karşı-devrimcilerden oluşan bir kuvvetin 17 Nisan 1961’de Havana’nın batısındaki Domuzlar Körfezi’ne (Bay of Pigs) çıkartma yapmasına karar verilmiştir. Doğrusunu söylemek gerekirse, emperyalizm bu saldırıyla çok kolay bir zafer kazanacağını ummuştur. İnce ayar hazırlanan plana göre çıkartma birlikleri çok fazla zorlanmadan adanın içlerine doğru ilerleyecek, Küba halkı Castro yönetimine karşı ayaklanacak ve devrim kısa sürede bastırılmış olacaktır. Ne yazık ki, -emperyalizmin yakın tarihinde de şahit olduğumuz üzere- “evdeki hesap çarşıya uymamıştır.”  Çıkartmayı takiben başlayan yoğun çarpışmada karşı-devrimciler bir adım dahi atamadan tümüyle etkisiz hale getirilmiş, Küba halkı devrimin gerçek sahipleri olarak devrimcilerin safında yer almıştır. Böylece Domuzlar Körfezi emperyalizmin belleğinde unutulamayacak bir  yenilgi olarak yerini almış, Sovyetler Birliği’ne karşı savaşında da büyük kayıplar vermesine yol açmıştır.
“Son zamanlarda” dünyanın önde gelen medya kanallarında emperyalizmin korkulu rüyasına dönüşen yeni bir Domuz’dan bahsedilmeye başlandı.  Hayır, bu Domuz nam-ı diğer A/H1N1 virüsü değil. Hayır, başta Sağlık Bakanımız olmak üzere pek çoğumuzu aşırı derecede telaşlandırıp, ne olur ne olmaz diyerek “iğne vurdurtmaya” yol açmış o meşhur Domuz Gribi’nden bahsetmiyoruz. Yine de yeri gelmişken bu Domuz hakkında da  birkaç söz edelim. Hatırlarsanız Domuz Gribi dünya kamuoyunun ilgisine 2009’un Nisan’ında mahzar olmaya başlamıştı. Mayıs’a girilirken ilk defa Meksika’da teşhis edilen virüsün sadece bu ülkede 150 civarında insanın ölmesine neden olduğu duyurulmuştu. O günlerde gazetelerimizin birinde yer alan ilginç bir haberde “Domuz Gribi korkusuyla Meksika’da futbolcular boş tribünlere oynuyor; barlar boşaldı; sinemalara giden yok; kimse öpüşmüyor” deniyordu. Arkasından virüs her yere olduğu gibi bize de geldi; virüsten ölen yurttaşların sayısı günlük olarak ilan edilmeye başlandı ve sonun da  Sağlık Bakanlığı ülkemize “öpüşme” yasağı getirdi. Halkın öpüşmesini engellemek üzere zabıtalar görevlendirildiyse de bu konuda fazla bir yol alınamadı. Bu da yetmiyormuş gibi, başta başbakanımız olmak üzere pek çoğumuz “iğne vurdurtmayacaklarını” beyan ettiler. Derken tam 2010 yılına girmiştik ki gazetelerimizde bu defa Domuz Gribi’nin yüzyılın en büyük salgını olmayıp aksine en büyük “skandalı” olduğu duyuruldu. Genel olarak ifade edilen şey, A/H1N1 virüsünün yol açtığı Domuz Gribi hastalığının bu işten milyarlarca dolar kar eden ilaç firmalarının bilinçli olarak abarttığı düzmece bir salgın olduğuydu. Kısacası emperyalizm Domuzlar Körfezi’nde yenilerek küçük düşmüştü, Domuz Gribi vakasında ise yalancı durumuna düşerek büyük bir itibar kaybına uğradı. Yani tarih bir kere daha emperyalizmin domuzlardan yana pek şanslı olmadığını göstermişti.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, son günlerde emperyalizmin başını ağrıtacak yeni bir Domuz türü peyda oldu. Anlaşıldığı kadarıyla finans piyasaları tarafından ortaya atılan bu iddia Portekiz (Portugal), İrlanda (Ireland), Yunanistan (Greece) ve İspanya’nın (Spain) İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşturulan bir kısaltmaydı: PIGS. Bu arada PIGS yani Türkçe karşılığıyla Domuzlar arasına bazılarının İtalya’yı da ekleyerek PIIGS dediğini de vurgulamayı ihmal etmeyelim.  Ayrıca İngilizcede domuz kelimesinin çok zengin anlamlar içerdiğini de hatırlatalım. Örnek olarak sadece birkaçını sayalım: obur, açgözlü, pisboğaz, pislik içinde yaşayan, iğrenç, hınzır ve bencil. Şimdi kısaca Domuzların neden bu isimle anıldıklarını anlamak için ortak özelliklerine bakalım. Bütün Domuzlar aşırı derecede borçlu ekonomiler olmalarının yanı sıra borçlarını çevirebilmek için yeni borç bulmakta zorlanan ya da çok yüksek maliyetlerden borçlanabilen ülkeler. Şu kadarını söylemek her halde yanlış olmaz: Bu ülkelerin burjuvazileri emperyalizmin desteğiyle kendi halklarını yoksullaştırma pahasına açgözlülükle ülkelerini sürekli borçlandırmışlar.
Bunların arasında bilindiği gibi en kötü durumda olan ülke Yunanistan ki bu yılın sonunda bu ülkenin toplam borcunun gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) % 125’ine ulaşacağı öngörülüyor. Bu oranların Portekiz’de % 85, İrlanda’da % 83 ve İspanya’da % 66 olacağı tahmin ediliyor. AB’nin genelinde gözlendiği gibi bu ülkelerin tümünde de durgunluğun aşılabildiği daha henüz söylenemiyor. İspanya’da işsizlik korku veren bir düzeye, % 20’ye,  Yunanistan’da ise % 10’a dayanmış bulunuyor. Yatırımcılar, sermayenin Yunanistan’dan başlayacak bir spekülatif atak neticesinde hızla AB’yi ve dolayısıyla avroyu terk edeceğinden korkup, daha şimdiden bu ülkelerin hükümetlerini piyasalarda yalnız bırakmışa benziyorlar. Domuzların tümünden borsalar Şubat’ta büyük kayıplar yazmış durumda.
Kısacası, her türlü yatıştırıcı söyleme rağmen, Domuzlar başta Almanya ve Fransa olmak üzere büyük emperyalist devletlerin elinde patlayacak saatli bir bombaya dönüşmüşlerdir. Şu ana kadar Yunanistan’a önerilenlerden Domuzlara, bizlerin yakından tanıdığı, kemer sıkma politikalarını dayatacakları ortaya çıktı. Bu ise emperyalizmin kalelerinden AB’de de bundan böyle aynen bizlerin coğrafyalarında olduğu gibi işçilere ve emekçilere daha az güvenceli ve yaşanabilir bir iş, daha az eğitim, daha az sağlık, daha az kamu hizmeti sağlanabileceği anlamına gelmektedir. Bu nedenle, emperyalizm kendi iç çelişkileriyle bir türlü aşamadığı genel krizinin en zorlu sınavlarından birisini Domuzlar cephesinde verecektir.
Gördüğümüz gibi, emperyalizmin bugüne kadar Domuzlarla sınavında karnesi hep zayıf notlarla dolu! Bu son sınavdan geçip kalması ise -birçok etkenin yanı sıra- işçilerin ve emekçilerin sermayenin saldırısına karşı direnişinde başarılı olup olamayacaklarına bağlı görünüyor. Bu direnişte bütün ülkelerin işçileri ve emekçileri aynı kaderi paylaştıklarını görebilirlerse ve bunun bilincine erişerek “birleşirlerse” son kırk yılda alıştırıldığımız pek çok şeyin değişebileceğini düşünmek zor değil.