Emperyalizmin yeşil dönüşümü
Avrupa´da yeşil dönüşüm politikası enerji depolamak için gerekli lityum arayışını da beraberinde getiriyor. Nadir toprak elementleri ve lityum gibi hammaddeler ihtiyacı Batı´nın Çin ve Latin Amerika ülkeleriyle diplomatik ilişkilerinde belirleyici bir rol oynuyor.
Ezgi GÜNEYTEPE / GÖTTİNGEN
Almanya´da nükleer enerji döneminin sona ermesi ile yeni enerji kaynaklarının arayışı hızlandırıldı. Yeşil dönüşüm kapsamında yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandıran Batı, bu dönüşümün altyapısını yapmak için kesintisiz çalışıyor. Tahminlere göre 2030 yılında Avrupa Birliği (AB) ülkeleri elektronik otomobillerin bataryaları, rüzgâr ve güneş enerjilerini depolamak için on iki kat daha fazla lityuma ihtiyaç duyacak.
AB ülkeleri bu tür stratejik hammaddeler konusunda diğer ülkelere büyük ölçüde bağımlı. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen bir açıklamasında nadir toprakların elementlerinde yüzde 98'ini, magnezyumun yüzde 93'ünü, lityumun yüzde 97'sini Çin'den ithal ettiklerini beyan etti. Buna ek olarak, Avrupa Komisyonu stratejik öneme sahip 16 hammadde belirledi. Bunlar yenilenebilir enerji, dijital teknoloji, savunma ve uzay endüstrileri için gerekli olan ve talepteki artış nedeniyle mevcudiyetleri yakında tehdit altına girebilecek hammaddeler. Çin ile diplomatik ilişkilere büyük önem veren otomobil sanayi, Alman siyasetçilerin son derece temkinli davranması gerektiğinin ve Çin olmadan yeşil dönüşümün imkânsız olacağının altını çizdiler. 2022 yılında Almanya ve Çin arasında 298 milyar avroluk rekor bir ticaret gerçekleşti ve bu rakam 2021 yılına kıyasla yüzde 21'lik bir artışa işaret ediyor. Böylece Çin üst üste yedinci kez Federal Cumhuriyet'in en önemli ticaret ortağı olurken, onu ABD (yaklaşık 248 milyar avro) ve Hollanda (yaklaşık 234 milyar) izledi. İthalat bağımlılığımı jeopolitik bir risk olarak nitelendiren Alman Ekonomi Enstitüsü’nden (IW) Çin uzmanı Jürgen Matthes, Alman ekonomisinin Tayvan konusunda silahlı bir çatışma durumunda şantaja açık hale gelebileceğinden endişeli.
LATİN AMERİKA'DA YENİ ARAYIŞLAR VAR
Çin´e olan mevcut bağımlılığı azaltmak adına farklı ülkelerde arayışlara giren Batı, özellikle Latin Amerika ile arayı sıcak tututuyor. Geçtiğimiz aylarda Birlik90 / Yeşiller Partisi Bakanları Robert Habeck ve Cem Özdemir Brezilya ziyaretlerinde bunun sinyalini vermişti. Brezilya temaslarının ardından ana-akım medya bile bunu 'yeni nesil sömürgecilik' olarak nitelendirmiş, yaşam savunucularının protestosuna neden olmuştu. “Beyaz altın” olarak da adlandırılan lityumun büyük rezervine sahip diğer bir ülke ise Şili. Solcu Devlet Başkanı Gabirel Boric, geçtiğimiz yıl özelleştirilen lityum yataklarının tekrar kamulaştırılması için ilk adımları attı. Lityum yataklarının kamulaştırılma dalgasının başında Meksika geldi. Meksika Devlet Başkanı López Obrador yaptığı açıklamada "Lityumu kamulaştırıyoruz ki yabancılar ister Rusya´dan, ister Çin'den, isterse ABD'den olsun, bundan istifade edemesinler. Petrol ve lityum halka, bu bölgede yaşayan herkese ve tüm Meksikalılara aittir" diyerek, kamulaştırmaya ilk adım ülkelerden biri oldu.
BATI YENİ TALAN ALANI PEŞİNDE
AB ülkelerinde lityum üretimi şimdilik çok mümkün görünmüyor. Gerek yasal mevzuatlar olsun gerek halkın bilinci, madenlerin işletilmesinde büyük engeller teşkil ediyor. Örneğin geçtiğimiz yıl Portekizli yetkililer, Avrupa'nın lityum rezervlerinin yüzde onunu barındırdığı söylenen bölgeye işletmeye başlamak için yeşil ışık yaktı. Ancak Portekiz'deki lityum madenlerinin ülkenin doğal güzelliklerinin bulunduğu bölgelerde inşa edilecek olması ve bunun da yerel halkın tepkisini çekmesi nedeniyle proje şu ana kadar hayata geçirilemedi.
Batı emperyalizmi talan edebileceği yeni alanlar peşinde. Artık fosil enerji için yürütülen küresel rekabet, yavaş ama emin adımlarla yerini madenler rekabetine bırakıyor. Emperyalizm yeşil dönüşüm için dahi bildiği yöntemleri kullanmaya devam ediyor. Her dönüşüm süreci yeni kar olanaklarını ve yeni sömürge arayışlarını açığa çıkarıyor. Latin Amerika ve Afrika’nın zengin yer altı kaynakları talan edilirken, ülkelerine ithal etmek üzere rüzgâr, güneş ve jeotermal gibi kaynaklara da göz dikiliyor. Mısır’da kamusal alanlara kurulan güneş enerjisi santralleri, Türkiye´de verimli tarım arazilerine kurulması planlanan rüzgâr ve enerji santralleri de bu dönüşümün diğer yüzleri. Bütün bunlar yeşil bir politikanın dahi egemen dünyanın elinde karlılıkları için nasıl bir oyuncağa dönüştüğünün basit bir ispatı. Sırf bu yüzden dahi antiemperyalist bir duruşu içermeyen her tür yeşil söylemi bir kez daha irdelemek gerekiyor.