“Mecit Baskın ve Avukat Yusuf Ekinci cinayetinin bizzat tanığıyım. Ben aldım, Ayhan Akça öldürdü. İbrahim Şahin tüm bunlar için bize ‘MGK kararıyla yapılıyor’ dedi.”

Bu sözler, gözaltında kayıplar döneminin aktörlerinden Ayhan Çarkın’a ait. Eski özel harekât polisi Çarkın, nedendir bilinmez girdiği itiraf süreci içerisinde işlediği cinayetler, gözaltında kaybetmeler, yargısız infazlarla birlikte emrin en yukarıdan verildiğini de anlatmıştı:

“Bunlar, dönemin cumhurbaşkanının, başbakanlarının, MGK’nin, İçişleri Bakanlığı’nın, bakanlığa bağlı İstihbarat ve Özel Harekât Daire Başkanlıkları’nın ve MİT’in içinde bulunan Kontrterör Daire Başkanlığı’nın ve kurumlarının talimatları, bilgileri ve koordinasyonları vasıtasıyla, yani o dönemki devletin yöneticilerinin bilgileri dahilinde işlenmiş cinayetlerdir. Yoksa hiç kimse pervasızca böyle cinayetler işleyemez. Herkes bilgi sahibi, fakat nedense hiç kimse bugüne kadar kılını dahi kıpırdatmamış. Olayların üzerine gitmek yerine, sadece kendi egolarının peşlerine düşerek ekonomik rant elde etmişlerdir.”

Şimdi “90’lara dönüş” konuşuluyorken, tarihin hiçbir zaman bire bir tekerrür etmeyeceğini fark etmeyenler halen faşizmin “henüz gelmediğini” savunadursun, faşizm tüm kurumlarıyla eskisinden de güçlü şekilde tesis edilmiş durumda. Devletin “güvenlik-iç güvenlik” denkleminde değişen stratejisi, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi 2015 taslağına da yansıdı. Taslakta, önümüzdeki beş yılın ulusal güvenlik riskleri arasında, “sivil itaatsizlik ve halk ayaklanmaları çıkarmaya yönelik girişimler” yer aldı. Taslaktaki “tehditler” de şöyle: Kamu güvenliğini, halkın can ve mal güvenliğini zedelemeye yönelik; sivil itaatsizlik ve halk ayaklanmaları çıkarmaya yönelik girişimler, eylemler, kışkırtıcı faaliyetler. Sosyal medyadan halkı kışkırtmaya, manipüle etmeye, etkilemeye ve algı oluşturmaya yönelik tehditler.

Yani bu kez hedefte kendi deyimleriyle sadece “yıkıcı-bölücü” örgütler değil, tüm halk var. Peki 90’ların kâbusu olan gözaltında kaybetmek de muhaliflerden “kurtulma” yöntemlerden biri olarak uygulamaya konur mu?

Adnan Özkaçmaz 1 Mayıs’ta saat 22:00 sıralarında İstiklal Caddesi’nde sivil giyimli kişilerce gözaltına alındı. Bilindik bir gözaltı merkezine götürülmedi. Avukatlar iki gün boyunca savcılıkta ve İstanbul Emniyeti’nde kendisini aradı, “Bizde yok” cevabını aldılar. 3 Mayıs sabahı avukatlar olayı basına duyurunca, Özkaçmaz ve yanındaki yedi kişi serbest kaldı. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şube Başkanı Gökmen Yeşil ile konuştum, tahmini sivil polislerce gözaltı yapıldığı ve resmi ya da gayriresmi bir nezarethanede tutuldukları yönünde: “Sekiz kişi ayrı odalarda tutulmuş. Yemek getirilmiş, sigara getirilmiş. Çetevari bir kaçırma olsaydı şartlar daha farklı olurdu. Onları tutanların resmi görevli olduklarını tahmin ediyoruz. Bu aslında gözaltında kaybetme denemesi, provası. Özkaçmaz’ı ararken savcılığa başvurduk, emniyete başvurduk, bulamadık. Olay basına yansıdıktan bir saat sonra serbest bırakıldılar. Herhalde kaçıran kişiler kamuoyunu takip ediyorlardı, oluşan tepkiye göre hamle yaptılar. Özkaçmaz’ın yakınları bize ulaşmasaydı onların varlığından, gözaltında olduklarından haberimiz olmayacaktı.”

Ya bir sonraki “gözaltından” haberimiz olmazsa? Ya bir sonraki gözaltında başına bir şey gelirse? “Kazara başını çarpıp” ölürse? Ya bir sonraki gözaltında sizin bir yakınınız alınırsa?

 Emri kim veriyor? MGK’nin başında kim varsa o.