Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sadece birkaç hafta kaldı. Medyalar, adayların seçim kampanyası kapsamındaki “adım adım Fransam” gezilerinden başka bir şey anlatmaz oldu. Adaylar ülkeyi arşınlayarak seçilirlerse halkı krizden nasıl kurtaracaklarını anlatıyorlar. Geçenlerde AAA notunu kaybeden Fransa, ekonomik “kriz zedeler” zincirine tam anlamıyla katılınca, ülkenin sağduyulu ekonomi uzmanları alarm zillerini çalmaya başlamıştı. İktidar ise önceleri “ne var ki, herkesin başına gelir, gene iyiyiz” şeklinde bir tavır sergiledikten sonra, ardından son on yılda 700.000 işçinin tasfiye edildiği sanayi sektörüne el atmayı nihayet akıl edebildi. Zira, şu sıralar çelik sektöründen gıdaya, petrol ürünlerinden kağıt imalatına kadar binlerce emekçi işlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya. Eh, hal böyle olunca, devleti yönetmeye aday herkes, iflasın eşiğinde ve kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olan fabrikalarda grevci ve direnişci emekçilerin boy göstermeye başladılar.

Bu arada, geçtiğimiz hafta kendi yerine aday olacağını açıklayan Nicolas Sarkozy, devleti yönetmeyi bir kenara bırakarak, oy kapma yarışına gecikmeyle de olsa katıldı. Katılmakla kalmadı, “en alttakileri” birden hatırlayarak, sol adayların güzergahını takip etmeye, “ümit verme” operasyonuna başladı. Öyle ki geçtiğimiz hafta sonu, sosyalist aday François Hollande önce Petroplus fabrikasını ziyaret etti. “Sizi unutmayacağım ve ipin ucunu bırakmayacağım” diyerek ayrılırken, Hollande’ın ekipleri Unilever’in kapatmakla tehdit ettiği Fralib çay fabrikasına yerleşmeye başlamışlardı bile. Hollande “farklılıklarımıza rağmen mücadelenizi hep birlikte destekliyoruz” diyerek aynı gün davetli Lutte Ouvriere adayı Nathalie Arthaud, Sol Cephe adayı Jean-Luc Mélenchon’u ve Yeni Antikapitalist Parti genel sekreteri  Philippe Poutou’ya selam ediyordu.

Bu arada Fransız faşizminin dişi yüzü Marine Le Pen de tabii ki aşağı kalmıyor. Henüz aday olabilmek için gerekli 500 destekçi imzasını alamadıysa da, yakında kotayı tamamlayacağı kesin. Ve böylece de seçimlerin ilk turunda önemli bir sonuç elde etmesi bekleniyor. Le Pen bu hafta sonu gittiği Chateauroux’da doğrudan işçilerin olmasa da (artık bu kadarına cüret edemez diye ümit ediyoruz!), kendini “taşranın ve taşralıların” adayı ilan ediyordu. “Diğer adayların unuttuğu taşrayı sesi çıkmayan ve ciddiye alınmayan Fransa” niteleyen Le Pen, “küçücük bir Parisli seçkinci grubun yukarıdan baktığı diğer Fransa’yı yeniden herşeyin merkezine yerleştirme” sözü veriyordu. Bu arada meraklılarına bilgi verelim, bir zamanlar Fransa’nın en büyük sinema yıldızı olan Brigitte Bardot, geçtiğimiz günlerde bir basın toplantısı düzenleyerek herkesi -kendi gibi- Marine Le Pen’i desteklemeye çağırıyordu.

Bütün bu gövde gösterileri ne bizlerin, ne halkın, ne de işin içinde doğrudan bulunan grevci ve direnişçi işçilerin gözünü boyayamaz. Her seçim arifesinde “en alttakileri” hatırlayanlar, geçici süre boyunca sahiplenenler çıkar ne de olsa. Ancak bu kez işin bir de iyi sayılacak tarafı var: adaylar sadece lafta kalmayıp, her biri aylardır çıkmazda olan durumlar için somut çözümler üretiyorlar. Sarkozy, Petroplus’te potansiyel alıcı Shell ile altı aylık bir geçici sözleşme imzalamak kaydiyle üretimin şimdilik süreceğini müjdeliyordu. Hollande ise bugünlerde Meclis’e sunacağı bir yasa tasarısıyla genel bir çözüm getirmeyi öneriyor. Bu tasarı uyarınca, herhangi bir sanayi grubu fabrikalarından birini kapatma kararı aldığında, fabrikayı devralmak için verilen teklifleri inceleyip, aralarından herhangi biri ticari mahkemelerce ve sendikalarca onaylanırsa bu teklifi kabul etmek zorunda kalacak.

Sonuç olarak, ister gövde gösterisi olsun, isterse de seçim kampanyası dayatması olsun, işçilerin durumları göz önüne seriliyor ve en azından çözüm önerileri üretiliyor. Ancak gerçekten inandırıcı olup olmadıklarını belirlemek için her bir adayın seçimlerden sonra ne yapacaklarına bakmak, bu göz boyamaları not edip, hatırlatmak gerekecek...