Önceki hafta ve geçen hafta ‘28 Şubat’ mağduriyetler yarıştırıldı.

Yarın, ‘12 Mart’ın 50. üzerine konuşulacak.

Önce, bir hatırlayalım darbeler tarihimizi.

Sonra, güncele dönelim.

Değerlendirmeyi sona bırakalım.

DARBELER TARİHİ: OLGU

27 Mayıs 1960 Darbesi: Olağan anayasal düzene geçiş süreci göreli olarak kısa sürmüş olmasına karşın, demokraside derin yaralar açtı.

12 Mart 1971 Muhtırası, demokratik siyasal düzenin üç yıla yakın süreyle askıya alınmasıyla, toplumsal belleği ciddi biçimde zedeleyici sonuçlar doğurdu.

12 Eylül 1980 Darbesi: Darbeler içerisinde en ağır ve en uzun sürmüş olanı, sonraki on yılların siyasal yaşamı üzerinde kalıcı etkiler bıraktı.

28 Şubat 1997 Bildirisi: Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları ve bildirisi, Hükümet’in değişmesi başta, siyaset ve toplum üzerinde olumsuz etki ve sonuçlar yarattı.

27 Nisan 2007 e-Muhtırası: Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak yapılan basın açıklaması, bir “e-muhtıra” olarak da değerlendirildi.

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi ise, Devlet örgütünde, hukuk düzeninde ve toplumsal yaşamda, onarımı on yıllara yayılacak olan ağır hasarlara yol açtı.

DARBELERE BAKIŞ: ALGI

28 Şubat’ı, mağduriyet söylemini sürekli kılan AKP ile Bildiri’nin Başbakan Erbakan’dan sonraki muhatabı Başbakan yrd.T. Çiller’in, şu iki beyanı ne ölçüde doğru?

- “Refah Partisi ile uyum içinde çalışıyorduk”. Soru: 28 Şubat öncesi haftalarca Bakanlar Kurulu’nun toplanamaması, REFAH-YOL Hükümeti içindeki çekişmelerden kaynaklanmıyor muydu?

- “Amerika'nın, PKK'nın kurucusu terörist elebaşı Abdullah Öcalan'ı Bülent Ecevit'e teslim etmesiyle dış ayağı” görüldü. Oysa Şubat 99’da Ecevit azınlık hükümeti öncesi de, M. Yılmaz Hükümet kurmuştu.

Acaba T. Çiller de mi güncel mağduriyet kervanına katılarak, 28 Şubat’ın 24. Yılında beklenti içinde?

12 Mart muhtırasının doğrudan ve ilk mağduru Başbakan S. Demirel, 28 Şubat MGK Bildirisi sırasında Cumhurbaşkanı idi; yani MGK, kendi başkanlığında toplanmıştı.

26 yıl öncesi Başbakanlık koltuğunu, Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları 12 Mart muhtırası üzerine bırakmak zorunda kalmıştı. Muhtıra, sıkıyönetim ortam ve koşullarında, kitlesel tutuklama, işkenceler ve idamlarda sonuçlanan ağır sonuçlar doğurdu. Deniz Gezmiş, H. İnan ve Y. Aslan idamı, etkileri bugün de canlı olan derin toplumsal yaralara yol açtı.

Silahların gölgesinde gerçekleştirilen Eylül 1971 Anayasa değişiklikleri, iktidarı pekiştirdi, özgürlükleri törpüledi.

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ VE DERİN KOPUŞ

15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimi bastırıldığı halde, 20 Temmuz gecesi ilan edilen OHAL ile Türkiye, önceki darbelerde tanık olunan süreçlerden çok farklı bir yola sokuldu.

-15 yıldır iktidarda olan Parti’nin darbecilerle mücadele kisvesi altında, muhaliflerini, OHAL KHK’leri yoluyla temizleme harekâtı, 12 Mart ve 12 Eylül sonuçlarından daha kapsamlı oldu.

-Anayasa değişikliği (16 Ekim 2016- 16 Nisan20 17) ise, tarihimizin en köklü kopuşu oldu.

Bu iki sonuç, CHP’nin, 15 Temmuz için ‘kontrollü darbe’, 20 Temmuz için ‘sivil darbe’ nitelemelerini haklı kılıyor.

SÜREKLİLİK: HANGİSİ?

AKP’liler, 28 Şubat mağduriyetlerine süreklilik kazandırdı; kendileri için adeta bir şahlanış vesilesi.

Aslında, 20 Temmuz ve sonuçlarında da bir süreklilik hali var. Süreklilik, OHAL ortam ve koşulları ürünü Anayasa değişikliğinin neden olduğu “KOPUŞ”tan kaynaklanıyor.

Hiçbir darbe veya girişimi, “28 Şubat mağduriyeti” edebiyatını yapanların neden olduğu yıkımın sonuçlarını yaratmadı. Üstelik bu, süreli olmayıp, sürekli kılınmak isteniyor. Nasıl?

“Anayasa enkazı” failleri, şimdi “sivil anayasa” hamlesi ile enkazı meşrulaştırma çabası içinde. Demokratik parlamenter sistem söylemini eksik etmeyen partiler ise, Anayasa raporlarını bile günışığna çıkarabilmiş değil!