Bu hafta birkaç yoğun gün geçirdim mesleğim ve sektörle ilgili. Önce CHP’nin “Türkiye Kültür Stratejisi Formu” çalıştayı. Ardından da Mersin’de yapılan “Altın Çilek Ödül Tören”i. CHP’nin kültürel etkinlikleri her zaman bizim için umut dolu, geleceğe dair hayallerimizin beslendiği, sesimizi duyurduğumuz az sayıdaki etkinliklerdendir. Hiçbir siyasi parti gözetmeksizin sektöre katkı sağlayabilecek bu toplantılara davet edildiğim sürece katılmaya, destek vermeye hazırım elimden geldiğince. Ataşehir’deki bu çalıştaya sektörün duayenleri, popülizmden uzak, fikir sahibi sanatçılar yüksek oranda katılım sağladı. Sinema, tiyatro, müzik, edebiyat, plastik sanatlarla ilgili isimler farklı disiplinlere ait sorunları masaya yatırdılar. Benim bu iyi niyetli girişime katkı sağlayabileceğini düşündüğüm birkaç fikrim var.

SORUNLARLA DOLU POLİTİKA

Ülkenin “kültür ve sanat politikası” bir güne sığamayacak kadar sorunlarla dolu bir alan. Onun için bu toplantıların mutlaka devamlılığı olmalı. Bizler sahada olan sorunları birebir yaşayan insanlarız. Akademisyenler ve hukukçular bu toplantılarda mutlaka yer almalı, teori pratiğe nasıl dönüşür ortak bir akıl ile hareket edilmeli. Sektörün kalbi İstanbul’da atıyor ama Anadolu’da sanatla uğraşan insanların katılım sayısı mutlaka artırılmalı. Özellikle atölye çalışmalarında büyük bir salon yerine küçük odalar tercih edilmeli. Ve de tüm paydaşların ortak sıkıntısı “telif hakları ihlalleri” olduğu için bu konuda da somut adımlar atılmalı. Müzik ile ilgili çalışmada çok değerli dostlarımla aynı masayı paylaştım. Onların özgün fikirlerini de dinleme şansım oldu bu çalıştayda. Özellikle Erdal Erzincan okullardaki müzik dersleriyle ilgili çok çarpıcı bir fikir ortaya attı. Flüt mandolin gibi sazları öğretmek yerine “müzik dinleme dersleri” konulmasını önerdi. O kadar doğru ki. Zaten iyi müzik dinleme yetisine sahip olan bir dinleyici bizleri de iyi müzik yapma konusunda teşvik edecektir doğal olarak. Ben hatırlıyorum ilkokulda bütün klasik bestecileri anlatan bir müzik kitabımız vardı. Bu kitaplar sayesinde bestecilerin birbirinden farklı hayat hikâyelerini öğrenmiş ve eve gittiğimde ürettikleri eserleri bambaşka bir duyguyla dinlemiştim. Sevgili Erdal aynı zamanda bir eğitmen, hoca olduğu ve gezici bağlama atölyesi ile binlerce çocuğa ulaşabildiği için, gözleme de dayanan bu fikrini çok önemli buldum. Bir başka özgün fikir de sevgili Harun Tekin’den geldi. Harun’da sektörde menajerlik, organizatörlük -belki de yapımcılık- yapan donanımlı insan sayısının azlığına dikkat çekti. Ve biz müziği üreten insanların da mecburen bu işlerle ilgilenerek asıl işimizden uzaklaştığımızı söyledi. Bu da çok doğru bir tespit.

ONUR ÖDÜLÜ ALDIK

Gelelim bu haftanın bir başka konusu ödül törenlerine. Ödül törenleri özellikle sanat alanlarında besteciyi, yorumcuyu, yönetmeni, oyuncuyu, edebiyatçıyı teşvik eden etkinlikler. Ödül törenleri amacına ulaşabilmesi için mutlaka iyi bir seçici kuruldan oluşmalı. Ödülü kazanan sanatçıya ödülü kimin vereceği doğru saptanmalı. Geceyi sunacak isimler doğru seçilmeli. Ve de mümkünse sürekliliği olmalı. Çarşamba akşamı Mersin’de yapılan Altın Çilek ödüllerinde Grup Gündoğarken olarak Onur Ödülü aldık. Bu geceyi düzenleyen insanların çabasına, iyi niyetine, çalışkanlığına yakından tanık oldum. Ama bir insan sahnede ödül alırken masadaki davetlilerin kendi aralarındaki sohbeti, basın emekçisi arkadaşlarımın magazinsel bir kare peşinde koşmaları, ödülünü alan sanatçıların mekânı jet hızıyla terk etmesi… Ne bileyim. Şahsen yabancılaşıyorum böyle durumlarda hem kendime hem mesleğime. Ödül almak tabii ki önemli. Ama ben biliyorum ki en büyük ödül 40 yıla yaklaşan müzik yaşantımızı sürdürmemizi sağlayan dinleyicilerimizin olması…