Her şeyin öncesinde bir ahlak sorunu var. Müteahhidin demirden çalması, siyasilerin yalan söylemesi gibi eylemler işini bilmek olarak adlandırılıyor. Bu enkaz kalkacak ama bu ahlaki çürüme nasıl düzelecek?

Bülent Ortaçgil, çok sevdiğim şarkısı Yağmur’un son dörtlüğünde (Şiir: Arthur Linkwist) “Her şey olur/Her şey büyür/Her şey geçer/Hayat kalır” der. Gerçekten de öyle. Bugün yaşadığımız deprem felaketi hiçbir zaman unutulmayacak, enkaz altında kalarak hayatını kaybedenlere hiçbir zaman kavuşamayacağız, hayatımızın sonuna kadar hep birilerini özleyeceğiz ama hayat bir şekilde devam edecek. Ben neredeyse ilk kez bir depremde bir yakınını, tanıdığını, eşini dostunu kaybetmeyeni görmedim. Bütün depremler yıkıcı ama 80 milyonu böylesine etkileyen ikinci bir facia hatırlamıyorum.

Ders alacak mıyız? Tabii ki hayır. Türkiye’de siyaset tek bir hedefe kilitli. O da yeniden seçilmek. Bugün ABD’de yaşayan jeoloji konusunda uzman bir Türk bilim insanı katıldığı televizyon programında sunucunun sorduğu soru karşısında ne diyeceğini bilemedi. Sunucu “ABD’de ev alırken ya da kiralarken depreme dayanıklı olup olmadığını nasıl anlıyorsunuz?” diye sordu. “Öyle bir şey yapmıyoruz” demesine şaşıran sunucu “Niye?” diye üsteleyince “Çünkü buradaki bütün binalar depreme dayanıklı ve güvenli olmak zorunda zaten aksi düşünülemez çok ağır yaptırımları var, kimsenin de aklına böyle bir şey gelmez” dedi

AHLAKİ ÇÜRÜME DÜZELMELİ

Bizde ise “imar barışı” adı altında usulsüzlüğü kılıfına uydurmak bunun sonucunda da tabii ki oy toplamak ve hazineye gelir elde etmek için- insan hayatını hiçe saymak var. Eğer bu depremler olmasaydı, belki yine seçim öncesi imar affı gündeme gelebilirdi. Aslında her şeyin öncesinde bir ahlak sorunu var. Bizde ahlak sadece kadınlar ve din üzerinden sorgulanan bir kavram olduğu için müteahhidin inşaat yaparken demirden, çimentodan çalması, öğrencinin kopya çekmesi, siyasilerin yalan söylemesi, banka hortumlamak gibi eylemler işini bilmek olarak adlandırılıyor ve kabul görüyor. Bu enkaz bir şekilde kalkacak ama bu ahlaki çürüme nasıl düzelecek? Bunun tek yolu gerçekten de Cumhuriyet ilke ve devrimlerine sadık kalmak. Ve de tarihin hiçbir döneminde bu kadar iç içe geçmemiş olan din ve devlet işlerini ayırmak. Laik bir yönetim bilim ve sanata gereken önemi ve desteği verirse, turizmimiz de gelişir, eğitimimiz ve dolayısıyla nitelikli insan gücümüz de. AKP iktidarı döneminde tüm ülke vatandaşları olarak ne sevincimizi tam olarak yaşayabildik, ne acımızı gerektiği gibi paylaşabildik. Söylenecek, yazılacak çok şey var ama Güneydoğu’da çaresizlik içerisindeki milyonlar için bu günleri unutmadan ortak bir akıl yürütmenin tam zamanıdır.

SANATIN İYİLEŞTİRİCİ GÜCÜ

On binlerce kaybımız var. Bunun kat ve kat üstünde yaralı. İnsanlar barınma, ısınma, tuvalet gibi en temel ihtiyaçlarından bile mahrum. Hele ki çocuklar. Onların bu travmayı atlatıp hayatlarına sağlıklı bir birey olarak devam edebilmeleri için sanatın iyileştirici gücünden de faydalanılabilir. Şu anda değil ama bir süre sonra çocuklara yönelik oyunlar, atölye çalışmaları, enstrüman dersleri vb etkinlikler hem bir arada olup sosyalleşmelerini hızlandıracak hem de yalnız olmadıklarını hissettirecektir. Ben bunu çok önemsiyorum. Bir şarkı sözüyle başladık yine bir şarkı sözüyle bitirelim. Gökhan Şeşen’e kulak verelim. “Güzel Günler Bitti Sanma” diyelim. Güzel günler bitti sanma her doğan gün umut taşır./Gecelerle kucaklaşan mutlaka bir ışık vardır,/Her zaman bir çıkış vardır. Tıpış tıpış yürümeyi, düşe kalka büyümeyi,/Öğreniyor zamanla insan; yaşam işte böyle bir şey