En çok neyi seviyorsunuz?

Hayatta en çok neyi seviyorsunuz? Hayatta en zevk aldığınız şey nedir?

Anneniz, babanız, eşiniz, kardeşiniz, arkadaşınız mı?

Güneş altında boş boş uzanmak mı yoksa? Ya da çimlerde yatıp bulutlara bakmak mı?

Bir tepenin üzerinde geçen gemileri izlemekten hoşlanıyorsunuz belki de. Belki de bir sokakta durup önünüzden geçen insanlara bakmayı, onların hayatlarını düşünmeyi seviyorsunuzdur? Belki de bir oyuna bağımlısınızdır, oynamazsanız fenalaşıyorsunuzdur. Belki sadece sevmeyi seviyorsunuz, belki de taraftarı olduğunuz takımın topla olan ilişkisi sizi mutlu ediyordur... Örneklerin sonu yok, çünkü hayatın sonu yok diyecek gibi olduğum anda da bakıyorum ki hayatın sonu zart diye gelebiliyormuş bazen.

Bazen son sizin izninizle, size haber vere vere geliyor, bazen tükettiğiniz, yediğiniz – içtiğiniz şeyler sizi zehirliyor. Belki de bunların hiçbirisi oluyor, rastgele bir anda hayat şıp diye bitiveriyor. Kim ne kadar hayatta kalacak, kim ne kadar daha oturduğu yerde nefes alabilecek, bunları bilmek neredeyse imkânsız.

Ama fark ettiğim bir şey var, bize ait bir şey bu. Sadece bizim değil, dünya üzerinde birçok insanın hayatı da aynı bizimki gibi, gelişine. Hatta bizden daha da gelişine yaşayan, hayatta kalan, yaşamını sürdürmeye çalışan insanlar, topluluklar, toplumlar var. Oralarda, buralarda neler oluyor?

Mesela tuvalette bir şeyler okumayı çok seviyorsunuz. Bir gün geliyor, tuvalette okuyacak bir şey bulamıyorsunuz, ertesi gün tuvalete gidebileceğiniz saatler sizin dışınızda belirleniyor, bir sonraki gün ise tuvalet yasaklanıyor mesela.

Örnek kötü ama durum aynı. Giderek yapmayı sevdiğiniz şeylerden uzaklaşıp sürekli bir tedirginlik içinde yaşamaya başlıyorsunuz. Bizdeki durum da bunun aynısının farklı renkte olanı.

Bir gün sokakta durmak hoşunuza giderken, ertesi gün sokağa çıkmak dert oluyor. Bir sonraki gün sokaktaysanız başınıza daha olumsuz şeyler gelebiliyor.

Peki bu durumda ne yapabiliyorsunuz? Kendinize yeni keyifler mi buluyorsunuz, yoksa durumu idare ede ede sonunda hiçbir şey yapamaz bir hale mi geliyorsunuz?

Umutsuzluk böyle zamanlarda nefret ve öfkeden sonra en çok yaşanan duygu oluyor. Böyle zamanlarda keyfiniz kaçıyor, sağdan soldan aldığınız haberler ya da içinde bulunduğunuz durumlar sizi giderek daha da darlıyor, en sonunda da içinde oturduğunuz bir metrekarelik karanlık bir alana dönüşüyor. Hala nefes alıyorsunuz ama ciğerlerinize çektiğiniz şey de hava değil. Hava var, hava var.

Anılarınızın ne kadarını hatırlıyorsunuz? Duygularınız da yaşlanıyor mu? Hafızanız nasırlaşıyor, duyarlılıklarınız giderek azalıyor mu? Kendinizi nasıl kendiniz olarak koruyabiliyorsunuz? Bunlar hep böyle zamanlarda daha çok aklıma geliyor.

Sayılar, ölümler, mutsuzluklar üst üste binip tepenizdeki güneşi kapattığında artık bakacak kara bulutlardan başka neler var? Çaresizliğe alışmak mümkün mü? Moralleri bozmadan mutlu kalmak mümkün mü? İşte böyle düşünceler hep böyle zamanlarda keyfimi kaçırıyor.

Mutlu olmanızı sağlayacak şeyleri nasıl koruyabiliyorsunuz? Sevdiğiniz şeyler nerede duruyor? Umudunuzu güzel bir yerde saklamayı nasıl başarıyorsunuz? Böyle zamanlarda ister istemez hep bunlar aklıma geliyor nedense.

Çevrenizdeki nefretin bir parçası haline ne kadar sürede geliyorsunuz? Bu sizi nasıl etkiliyor? Şiddet her şeyi çözüyor mu? Ateş ateşle sönüyor mu? Kin ve öfke paylaştıkça azalıyor mu? Pek değil.

Her şeye rağmen daha iyi bir hayatı hepimiz ama hepimiz hak ediyoruz aslında. En acımasızımız, en karamsarımız, en kötümüz bile daha iyisini hak ediyor. Bunu düşünerek başlayabiliriz. Yaptığımız şeyleri, sevdiğimiz, iyi olduğunu düşündüğümüz şeylerin yanında durabiliriz. Ne yaparsak yapalım işimizin hakkını verip çevremize iyi örnek olabiliriz.

Belki de bir çiçeği sevmekle, çiçeğin üzerindeki böceği görüp onunla da ilgilenmekle başlayacak her şey. Belki de birden bitecek ama o zamana kadar da biz bitmeyeceğiz. Alttan birkaç karınca geçecek, onlar gibi birbirimize destek olup yuvamızı kışa hazır hale getireceğiz belki de.

Yaşayan ve yaşamayan her şeyden bir şey anlatıyor, dinlemesini bilirseniz tabii. Bazısı fısıldıyor, bazısı işaret ediyor, bazısı ise siz ona bakarken gülümsüyor.

Siz de ona gülümseyin.