Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) 31 Temmuz günü faizleri yüzde 0,25 indirmesiyle Türkiye için en iyisi geride kalmış olabilir. Açalım; perşembe günü toplanan Fed’in politika faizini küçük bir olasılıkla yüzde 0,50, daha yüksek bir olasılıkla yüzde 0,25 aşağı çekmesi söz konusuydu. Dolar faizinde keskin bir indirim Türkiye benzeri ülkelerin varlıklarını göreceli çekici hale getireceği için tercih […]

Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) 31 Temmuz günü faizleri yüzde 0,25 indirmesiyle Türkiye için en iyisi geride kalmış olabilir. Açalım; perşembe günü toplanan Fed’in politika faizini küçük bir olasılıkla yüzde 0,50, daha yüksek bir olasılıkla yüzde 0,25 aşağı çekmesi söz konusuydu. Dolar faizinde keskin bir indirim Türkiye benzeri ülkelerin varlıklarını göreceli çekici hale getireceği için tercih nedeniydi. Ancak Fed sınırlı bir indirimde karar kıldı.

Daha önemlisi Fed Başkanı Jerome Powell’ın konuşmasına “şahin” bir ton egemen oldu. Ekonomi jargonunda enflasyonu önlemeyi birinci öncelik edinen, bu nedenle yüksek faize meyilli olanlara “şahin”; büyümeyi ve istihdamı daha fazla önemseyen, ekonomik aktiviteyi teşvik için düşük faizi benimseyenlere ise “güvercin” deniyor. 25 baz puanlık bir faiz indirimi ile yetinilmesinin yanı sıra Powell’ın “Ekonomide bir faiz indirim döngüsüne girilmesini gerektirecek bir zayıflık görmüyoruz” açıklaması da yeni faiz indirimlerinin gündemde olmayabileceği algısını güçlendirdi. Üstelik karar, faizlere dokunulmamasını öneren 2 muhalefet oyuyla alınmıştı.

Fed kararının açıklanmasıyla birlikte aralarında Türk lirasının da bulunduğu “yükselen ülke” para birimleri Brezilya reali, Güney Afrika randı öncülüğünde hızla değer yitirmeye başladı. Hâlbuki son 1 ayda gelişmiş ülkeler faiz oranlarının düşeceği beklentisiyle, adeta bir “çevre ülkeler partisi” yaşanmıştı. Uluslararası sıcak para Türkiye benzeri ülkelere yönelmişti. Dolar kuru 9 Mayıs’ta 6.24 TL’yi bulmuşken, Fed kararı öncesi 5.50’ye kadar gerilemişti. Son 1 haftada dolara karşı Brezilya reali yüzde 2,2, Güney Afrika randı yüzde 5,3, Meksika pezosu yüzde 2 değer kazanmıştı.

2008 küresel finansal krizi sonrası dünya kapitalizminin bir türlü büyüme ritmi yakalayamaması, sabit sermaye yatırımlarının iyice yavaşlaması sonucu, 2018’deki iyimserlik rüzgârları 2019’la birlikte yerini bir endişe dalgasına bıraktı. Metropol kapitalist ülkelerin merkez bankaları tek bildikleri yöntem olan parasal teşvikleri artırmaya, küresel piyasalara likidite pompalamaya yöneldi. Japon Merkez Bankası faizleri diplerde tutacağını açıklarken, Avrupa Merkez Bankası’nın da eylülde yeni bir parasal genişlemeye gitmesi bekleniyor. Bu ortam, haliyle Türkiye gibi sıcak parayla beslenen ülkeler için bir “can simidi” görevi görüyor.

Ekonomide büyük kumar

Berat Albayrak’ın son basın toplantısında “umut tacirliğine” soyunması, ekonomi yönetiminin işlerin kendiliğinden düzeleceği üzerine bir kumar oynadığı izlenimi yaratıyor. Anlaşılan kurların gerilemesinin döviz borçlarının ödenmesini kolaylaştıracağı, bu koşullarda faizlerin de iyice aşağı çekilmesinin mümkün olacağı düşünülüyor. Özellikle enerji ve gayrimenkul sektörünü kurtarmaya yönelik fonlar son günlerde telaffuz edilmiyor. İç talebin iyice zayıfladığı, işsizliğin tırmandığı koşullarda, yaz aylarına özgü turizm sektörü kaynaklı döviz girişlerinin de yarattığı iyimser havaya kapılıp, ekonomiyi kendi akışına terk etmek bana kalırsa hiç de parlak bir fikir gibi görünmüyor. Yukarıda vurguladığımız gibi Fed Başkanının ağır aksak adımlarla yürüyeceğinin anlaşılması da Türkiye benzeri ülkeler için olumlu ortamın sürmeyeceğini gösteriyor.

 Powell’ın basın toplantısının hemen arkasından 1 Ağustos’ta Donald Trump sahneyi kimseye kaptırmayacağını kanıtlamak istercesine 1 Eylül’den geçerli olmak üzere Çin’in 300 milyar dolarlık ürünlerine yüzde 10 gümrük vergisi uygulanacağını açıkladı. Dış ticarette korumacılığın yaygınlaşması zaten temposunu kaybeden dünya ekonomisi için çok kötü bir haber.

2018 Ağustos’unda patlak veren kur şokunun ardından Türkiye ekonomisi büyük ölçüde net ihracat artışına dayanarak belini doğrultmaya çalışıyordu. 31 Temmuz’da açıklanan dış ticaret verileri ihracat cephesinde de artık işlerin parlak gitmediğini ortaya koydu. Haziran ayında ihracat 2016 Ocak’tan bu yana kaydedilen en keskin düşüşle yüzde 14,3 daraldı. Bu kötü performansta bayram tatilinin takvim etkisi de bulunsa, ihracatın beklenen performansı sergileyemediği açık. Bilindiği gibi Türkiye’nin ihracatının kabataslak yarısı AB ülkelerine yönelik. AB’ye ihracat ocak-haziran döneminde yüzde 1,9, tek başına haziranda yüzde 13,9 gerilemiş. Ülkenin 1 numaralı ihracat kapısı Almanya için bu oranlar yüzde 17,8 ve yüzde 6,4’lik çakılmayla daha da vahim bir tablo sergiliyor. IMF son raporunda 2019 için avro bölgesinde yüzde 1,3, Almanya’da yüzde 0,7’lik sembolik bir büyüme öngörüyor. Özetle Türkiye’nin ihracat yoluyla ekonomik krizi aşma şansı pek yüksek görünmüyor.

Türkiye 2013 31 Mayıs’ında Gezi ayaklanmasıyla sarsılırken, aynı gün zamanın Fed Başkanı Ben Bernanke de tahvil alım programlarının yavaşlatılacağını açıklayarak bir bakıma “ucuz para” döneminin bittiğini ilan ediyordu. O günü bir dönemeç kabul edersek, AKP rejiminin ekonomide “başarı hikâyesi” bu noktada sona erdi. 2013’teki kişi başına 12 bin 480 dolar gelir rakamının yanına bir daha yanaşılamadı. Trump’ın baskılarıyla dolar faizlerinin indirileceği beklentisi, Türkiye benzeri ülkelere fon akışlarını tetikledi, ekonomide 2019 yazının korkulandan daha sakin geçmesini sağladı. Sonbaharla birlikte, küresel koşullardaki olumsuz gelişmelerin de etkisiyle krizin nüksetmesi, düşük faiz-düşük kura dayalı kumarın ters tepmesi olasılığı oldukça güçlü.