En kötüsüne hazırlanmak

GAYE USLUER

2020 yılının ilk yarısı geçti. İkinci yarısının temel konusu devam etmekte olan Pandemi. Bu süreçte hepimizin günlük rutini değişti. Her akşam günün yeni vaka sayıları, yaşamını kaybedenlerin sayısı ortak merakımız oldu.

Bu koşullarda geleceğe dair kesin ve net öngörülerde bulunmak mümkün değil. Ancak en kötü senaryo üzerinden neler yapmamız gerektiğine, en kötü senaryo üzerinden en kapsamlı hazırlığın ne olması gerektiğine karar vermek ve hazır olmak zorundayız.

Esasında Covid 19’a ilişkin güncel konularımız başlangıç noktasına göre değişmedi. Tanı testleri, Tedavi seçenekleri, Aşı çalışmaları en temel konular olarak kalmaya devam ediyor.

Tanı testlerine yönelik çalışmalarda daha duyarlı ve daha özgül, yanılma payı daha düşük test arayışları devam ediyor. PCR testinde sonuçların en erken 3-4 saatte çıkabilmesi nedeniyle daha hızlı sonuç veren tanı testleri de araştırılmakta. Antikor testleri toplumsal bağışıklık oranını göstermeleri açısından ya da kişinin covid 19 geçirip geçirmediğini göstermeleri açısından değerli. Ama salgın sürecinde önceliğimiz değil.

Tedavi konusuna gelince. Hastaların sağ kalımı üzerine olumlu etkisi olan bazı tedavi seçenekleri oluşturulmakla birlikte, tedavide kullanılan ilaçlar Covid 19 için özgül seçenekler değil. Başlangıçtan bugüne kullanılan romatizma hastaları ve sıtma tedavisinde kullanılan hidroksi klorakin isimli ilacın –Türkiye’de halen kullanılmakta- etkin olmadığına dair çokça çalışma yayınlandı. Ülkelerin çoğu artık bu ilacı kullanmıyor. Mevcut araştırmalar Covid 19 için yani SARS CoV2 virusu için özgün etkili bir ilacın geliştirilmesi üzerine. Bu yönde de ufukta erken dönemde bir ışık görünmediğini söyleyebiliriz.

Global sağlık sorununun yani pandeminin başından beri üzerinde en çok konuşulan konu Covid19 aşısı. Adeta bir sihirli değnek çıkıp, tüm sorunu çözecekmişçesine aşı beklentisi bir umut olarak devam ediyor. Aşı çalışmasının bir kısmı klinik faz aşamalarına geçtiler. Ancak tüm bunlar Covid 19 için etkin, uzun süreli koruma sağlayacak ve yan etkisi olmayan bir aşının mutlaka kullanıma gireceği anlamına gelmiyor. En iyi ihtimal dahilinde bile böyle bir aşının önümüzdeki İlkbaharda (2021 yılı) kullanıma girmesi dahilinde, dünya popülasyonu için yeterli doz, ülkeler arası dağılım, öncelik ve fiyat konuları aşıya ulaşabilirlik ile ilgili temel sorunlar olarak gündeme gelecek.

Şimdilik elimizdekilerle yetinmek durumundayız. Ancak geride Covid 19 ile geçen bir 8 ay (Türkiye için 11 Mart’ta başlayan 5 ay) mevcut. Bu süreçte öğrendiklerimiz, hatalarımız, eksiklerimiz oldu ama en önemlisi deneyim kazandık. Aslında bunları yazarken nelerin yapıldığını ve nelerin yapılmadığını bilerek yazmaktayım. Adının 1. Dalganın ikinci yükselişi, ya da 2. dalga koyun fark etmez. Salgın devam ediyor. Devam etmekten öte yeni bir tırmanışta. Öyleyse yeniden hata yapma lüksümüz yok. Hep birlikte “Ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız?” sorularına odaklanmamız gerekiyor.

Bu soruların doğru cevabına ulaşabilmek için, başlangıç noktasından başlamak gerekiyor. Aylardan beri bilim insanlarının söyleye söyleye dillerinde tüy bitti ya, onlardan başlamak istiyorum. Madde madde ve sırasıyla. Ama tek bir tanesinden ödün vermeden yapmamız gerekenler;

Aktif vakaları bulup, izole edeceğiz. Temas önlemlerine –maske, sosyal mesafe ve el yıkama- devam edeceğiz. Aktif vakalarla temaslı kişileri bulacağız, test yapacağız, karantinaya alacağız. Daha çok test yapmanın tek başına marifet olmadığı bilinciyle, doğru test stratejimizi belirleyeceğiz. Kime, hangi sıklıkta ve ne için test yaptığımız belli olacak. Hastaneye yatırdığımız ya da ayaktan izlediğimiz hastalar için doğru tedavi seçenekleri ve uygun hasta bakımını sağlayacağız.

Yukarıdaki seçenekleri okuduğunuzda “bunlar zaten yapılıyor” dedikleriniz, DOĞRUlarımızdır. Öyleyse sorun yok, aynı şeklide devam edeceğiz.

Yukarıdaki seçenekleri okuduğunuzda “Bunlar yapılmıyor, ya da olması gerektiği şekilde yapılmıyor” dedikleriniz EKSİKlerimiz ya da YANLIŞlarımızdır. Öyleyse eksikleri tamamlayacağız, yanlışları düzelteceğiz.

Başından beri söylüyoruz. Salgının Sağlık, Normal Yaşam, Ekonomi ve Siyaset Kurumuna etkileri olacak. Salgının ekonomi ve siyaset kurumu üzerine olan etkilerinden bahsetmeyeceğim. Durum meydanda. Tam anlamıyla bir sıkışmışlık, hareket edemezlik hali ülkenin dört bir yanında hayatın her alanında.

Öncelikli hedefimiz merkezinde İNSAN olan, eşitlikçi kamusal bir sağlık politikasının hayata geçirilmesi olmalıdır. Bu bağlamda insanların günlük yaşamlarına nasıl devam edecekleri yani “Yeni Normal”in nasıl olacağının bireysel kurallarının yanı sıra toplumsal kurallarının belirlenmesi gerekmektedir. Tüm sorumluluğu bireylerin üzerine yıkan bir sağlık politikasıyla salgının kontrol edilemeyeceği açıktır. Bu tutumdan ivedilikle vaz geçilmesi gerekmektedir.

Güven temelli bir halk sağlığı modeli oluşturulmaksızın salgın yönetilemez. Bunun sağlanabilmesinde temel koşul bilimsel ve şeffaf yönetim biçimine geçilmesidir. Deneyimli salgın mücadele ekiplerinin yanı sıra dayanışma havuzunun mutlaka büyütülmesi gerekmektedir. Yerel Yönetimleri, Sivil Toplum Örgütlerini, Meslek Örgütlerini ve gerçek anlamda işin uzmanlarını, bilim insanlarını hem yetki hem de sorumluluk anlamında işin içine dahil etmez, dışlarsak salgın yönetilemez.

Covid 19’un ait olduğu bir siyasi parti yoktur. SALGIN YÖNETİMİ SİYASALLAŞTIRILMAMALIDIR. Bu işin yani salgın yönetiminin tek ŞAMPİYONu olmaz, olamaz. Dayanışma kazandıracaktır.