Kâğıttan gemiler yapan, güneşte nane kurutan, yürüyen caddeyle birlikte cadıların isyanını haykıran Didem Madak, İstanbul Şiir Festivali’nin broşüründe özgeçmişinde yazan “şu sıralar cadılık, büyü çeşitleri gibi konularla ilgileniyor ve bir efsun kitabı düşlüyor” cümlesinin sansürlenmesi sonrasında festivalden çekilmiş ve şöyle demişti:

“Ben cadıları sevmeyenleri sevmiyorum. Cadılardan korkanlardan da korkmuyorum. Cadı avcıları her çağda olmuştur, bugün de vardır. Bazılarının söylediği gibi hakikaten ‘ülkemiz normalleşiyor’ ve başta şairleri normalleştirmek en mantıklısı... Şairlerin özgeçmişinden caiz olmayan, örf, adet, din ve diyanete mugayir bölümlerin çıkarılması hep bu normalleşmenin belirtileri... Öyle ki yakında bir cadı avı da başlayabilir, önce kendini cadı ilan edenler avlanır, sonraları bazıları cadı ilan edilerek avlanır.”

Siyasi iktidar ve eğitim alanındaki uygulayıcısı MEB “Psiko-Sosyal Önleyici Destek Programı” kapsamında hazırlattığı kitapta kadınları hedef alan ayrımcı, cinsiyetçi görsellerle siyasal İslam’ın dayattığı yaşam biçimine itiraz edenleri, sonrasında da toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden tüm kadınları cadı ilan ederek yeni rejim inşasına devam ediyor.

Bu ideolojik müdahale, örtük müfredat öğretisi ne ilk ne de son. Siyasal İslam, laikliği ve bilimsel eğitimi hedef alan gerici ideolojiden beslenerek hegemonyasını sürdürmeye, korumaya çalışıyor.

*Ortaöğretim kurumları yönetmeliğinden karma eğitimin çıkarılması,
*”Değerler eğitimi”ni referans alan müfredatın uygulanması,
*Toplumsal cinsiyet eşitliğinin “sapkınlık” ilan ederek özel eğitim ve rehberlik programından ve sosyal etkinlikler yönetmeliğinden çıkarılması,
*Toplumsal cinsiyete duyarlı okul projesinin iptal edilmesi,
*Psikolojik danışman ve rehber öğretmenlerin mesleki haklarının, öğrencilerimizin eğitim hakkının STK’ler adıyla dini yapılara, cemaatlere devredilmesi, bu anlayıştan bağımsız değil... Bu ‘Cadı avının’ sürdüğünün ve sürdürüleceğinin ilanı...

Dünya genelinde mutlak iktidar kurmak ve sürdürmek isteyenler kadınları hedef göstermekten hiç vazgeçmedi. Ortaçağ’da başlayan “cadı avı”, 15. yüzyıla gelindiğinde halk ayaklanmaları, salgınlarla egemenlerin kriz döneminin ortaya çıkmasıyla; bazı köylü ayaklanmalarında kadınların belirleyici etkisinin, doğum yani yaşamla ölüm arasındaki güce sahip olmasının, otlardan yaptıkları ilaçlarla hastalıkları iyileştirmesinin fark edilmesi ile kadınların toplu infazına dönüştürülmüştü. 1580- 1630 yılları arası feodal ilişkilerin kapitalizme dönüştüğü süreçte cadı avı doruk noktasına ulaşmış, cadı avları ile kadın bedeni, emeği, yeniden üretim yetileri egemenler tarafından kontrol altına alınmak istenmiş; “hoş görülmeyen” tüm davranış biçimleri zamanla cadılıkla özdeşleştirilmeye başlanmış, kadın katliamları toplumlar üzerinde baskının, otoritenin artmasında en güçlü saldırı şekli olmuştu.
Ve biz kadınlar tarih boyunca isyanımızı hep haykırdık ve bugün de tüm dünyada kapitalizme, neoliberalizme ve siyasal İslam’ın iktidarda olduğu ülkelerde İran’dan Sudan’ a gericiliğe karşı en ağır bedelleri ödeyerek haklarımız, özgürlüklerimiz için haykırmaya devam ediyoruz.

Eşitlik, özgürlük mücadelemizi, sözlerimizi, dizelerimizi, sloganlarımızı “muzır neşriyat” ilan edenlere, Didem Madak’ın mektubundaki cümlelerinde yer alan öfke öfkemiz, isyanı isyanımızdır.

“Sizin festivaliniz varsa bizim de büyülerimiz ve kedilerimiz var. En muzır neşriyat duygularımla.”