Başlığın tamamı şöyle: “En önemli”yi öne koyarken “önemli”ye alan açmak!

En önemli”nin tek adam rejiminden kurtulmak olduğunu, eğer “önemli”lerimizi “en önemli”nin önüne geçirirsek kendi “önemli”lerimizin de kalmayacağını söyleyegeldik.

Sıkıntılar yaşansa ve hâlâ bir iki aktör bu noktaya gelmese de, bu, büyük ölçüde başarıldı. O kadar ki, bir rehavet havasının yayılmasından korkuyoruz!

Kılıçdaroğlu’nun HDP’nin de desteğini aldığını söyleyebileceğimiz dünkü “yapıcı” görüşmeden ve Yeniden Refah Partisi’nin kararından sonra kazandık duygusu daha da yayılacak.

Biz yine de şunu vurgulayalım: “En önemli”yi “önemli”nin önüne koymak varlık yokluk meselesi olsa da, “önemli”lerimizi muğlaklaştırıp yok etmemeli!

İdeal olan; “en önemli”yi “önemli”nin önüne koyarken kimseden “önemli”sinden vaz geçmesini istememek, Nebati Bakan gibi onu bunu iterek kendi “önemli”mizi diğerlerinin önüne geçirmeye çalışmamak, hatta diğer “önemli”lere de alan açabilmeyi becermek.

Biraz karışık mı oldu? 2004’teki bir yazımdan alıntıyla açıklamaya çalışayım: “Farklı sol anlayışlar ve gruplar, her nedense, ortak bir hedef için, birbirlerine destek olarak, ama köstek olmadan yürümeyi beceremiyorlar. Dünyada ve Türkiye’de, karşı karşıya olunan sorunların aşılmasının solda birbirinin kimliğine saygılı ve samimi bir birliktelikten geçtiğine inanıyorum. Türkiye’deki birlik girişimlerinin ‘samimiyetinden’ vatandaşların pek emin olabildiğini sanmıyorum. Birliğin bileşenlerinin dışarıya yansıttıkları, bir yandan birlikte dururken öte yandan da birbirlerini ‘ütmeye’ çalışma görüntüsü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Böyle birlikteliklerden de istenen sonuç alınamıyor.

O zaman sol için söylediklerimi şimdi muhalefetteki ittifaklar için tekrar edebilirim. Vatandaşlar siyasal birliklerdeki samimiyeti veya dışarıya yansıtılan görüntüye karşın içeride birbirini “ütme” çabalarını anında ve gerçekte olduğundan daha şiddetli hissediyorlar. İttifakların hedefledikleri sonuçlara ulaşmasındaki sıkıntılar da bu nedenle yaşanıyor.

Kılıçdaroğlu, hakkını teslim edelim, Millet İttifakı’nın zaman zaman yansıttığı bu duygunun ciddi hasara yol açmamasını sağlayabildi.

Yukarıdaki alıntıyla anlatmaya çalıştığım, ittifaka dair “sahicilik” duygusunun verilmemesi, ittifaklar adına bir tür “zararsızlık hali”dir. Bir ittifakın dışarıya “samimiyet” duygusu yayması ve bir “yararlılık hali”nin doğması için fazlası gerekiyor. O da; ittifakların bileşenlerinin ben daha büyüğüm daha küçüğüm duygularına hapsolmadan, birlikte yürüdüğü “dostlar”ının “önemli”lerini hiçe saymayan, tersine onlara da alan açan yaklaşımdır.

Bu yapılabildiğinde, birliklerin samimiyeti/sahiciliği dışarıya da yansır ve bir sinerji doğar.

Millet İttifakı dışında kalan siyasal aktörler, Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği’ndeki parti ve gruplar “en önemli”yi kendi “önemli”lerinin önüne koyma noktasında tam da olması gereken sorumluluğu sergilediler. Hep birlikte, rehavete kapılmadan ve her türlü seçim hilesine karşı da sağlam durarak bu sorumlulukla davranıldığında “en önemli” hedefin gerçekleşebilirliği artık görünüyor.

Öte yandan, işçi sınıfının önemli ölçüde Kürtleştiği Türkiye’de işçi sınıfını mücadelenin merkezine koyan sosyalistlerin HDP’nin “önemli”lerini ıskalama lüksü yok. Sosyalistlerin “önemli”lerini ıskalamamak da “Türkiye partisi” olacak bir HDP için gerekli.

Keşke, Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği’ni oluşturan siyasal özneler de, birbirlerinin “önemli”lerinin önüne geçmeye çalışmadan, “bir başka dünya” hayalimizin “önemli”lerine alan açan bir seçim işbirliğini gerçekleştirebilseler.

Bu da bir sinerji yaratacaktır!