Satın alınabilir olanlarla kalabalıklaşıp bozuk düzene boyun eğmeyenleri yalnızlaştırarak kurdular bu zift rejimini. İlkeli olanları cezalandırdılar, düşünenleri birbirine düşmanlaştırdılar. Nitelikli fikir tartışmalarından kavgalar, ayrışmalar yarattılar. Taraftarlarını düşman gördükleri aydınların, emekçilerin, sivil toplumun üzerine saldılar. Hedeflerinde Cumhuriyetin kurucuları, demokratlar, laikler, solcular, aydınlar, düşünenler vardı. Saflaşmayı keskinleştirmek ve “düşmanı” içerden yenmek için geçmişin acılarını kaşıdılar, yaraları kanırttılar. Karşı mahallenin salt kendi çıkarını koruyan donanımlı laf ebelerini devşirdiler. Darbelerle yüzleşme, kürt sorununun çözümü, özgürlükleri kısıtlananların hakları için uydurma süreçler, açılımlar öne sürdüler. Toplumu uyutup, uyuşturup mezalimi yerleşik bir düzen olarak tanımladılar. İşbirlikçilerle, ilkesizlerle, cahillerle el ele özgürlüklere müdahaleyi özgürleştirdiler. Çürümüş/çürütülmüş bir zamana tanığız artık. Her gün, her an ülkemizin her köşesinden türlü sorun, türlü baskı ve çığırından çıkmış bir çöküşün kirli haberleri yağıyor. Çürüyen et dağılıyor, diş dökülüyor. Temeli zayıf inşaatların hükümdarı şimdi kırılgan iskambil kâğıtlarından duvarın yıkılışını durdurmaya çalışıyor. Birbirini takip eden kartlar devrildikçe sırlar ifşa oluyor. Bir yandan işbirlikçilerini tutmaya, tutamadığıyla hesaplaşmaya çalışırken gündemi örtmek için güç gösterilerine ve şiddete başvuruluyor.

Pandemi bahanesiyle başlatılan müzik düşmanlığının aslında yaşam biçimlerine yönelik olduğunu, türbanlı bacılarının örtünme hakkının aslında açık kadınların giyim tercihini hedef almak için kullanıldığını söylemiştik defalarca. Müzik yasaklarını, konser yasakları takip etti. En rahatsız oldukları sanatçıları hedef alan yasaklamalar giyimini, yaşamını beğenmedikleri popüler sanatçılara kadar yayıldı. Üniversite mezuniyet törenleri, gençlik festivalleri top yekûn hedefte artık. Gülşen’in tutukluğunun hukuka aykırılığına değinmeyeceğim. Ne hukuksuzluklarla nice gazeteci, aydın hapislerde. Tepki duyan hep eğitimli, bilinçli kesim oldu. Zulmü kendi deneyimleyen farklı kesimlerin, aldatılanların uyanışıyla başladı oy kaybı. Çöküşün çaresizliğiyle birlikte artık kılıf bulmaya tenezzül etmeyen heyecanlı savcıların, öngörüsüz neferlerin, çapsız bürokratların aldıkları kararlar ve cemaat temsilcilerinin, diyanet işlerinin peş peşe açıklamalarıyla açıkça ve hızla hedef alınanın çağdaş yaşam olduğunu artık herkes görüyor.

Yılardır sarı sendikalar, yandaş vakıflar ve korkuyla sindirilen sivil toplum ve kamuoyu baskısı da yeniden gelişiyor. Bir süredir Boğaziçi öğrencilerinin uzun soluklu direnişinde, kadın cinayetlerinde olduğu gibi kolayca sönümlendiremedikleri duruşlar güçleniyor. Son dönemde sivil toplum iradesinin sonuç aldıran gücünü deneyimliyoruz. Söküm için İzmir’e gelmesi planlanan asbest yüklü Sao Paolo gemisinin iznini iptal edilişi en iyi örneklerden. Tunç Soyer’in haklı ve kararlı tepkisini güçlendiren TMMOB, Barolar, TTB, Disk ve Kesk yanı sıra çok sayıda çevre örgütü, doğa savunucusunun başarısı önemli. Kemal Kılıçdaroğlu’nun KYK borçlarıyla ilgili çıkışının ardından gelen güçlü itiraz iktidarı borçları silme kararına zorladı. Son örnek, Gülşen’in tutuklanmasıyla -sarayın sanatçılarından bile tepki açıklamalarıyla- çığ gibi büyüyen tepki. Alınan usulsüz kararın temelini oluşturan anlayışa karşı en sessizlerin sesi gericiliğin bir rejim olarak kalıcılığını savunanların gerçek yüzlerini saklayamayarak yaptıkları açıklamalarla beraber bambaşka ve güçlenen bir itiraza dönüştü. İmam Hatip mezunlarına kadar yaygınlaşan bir itiraz var önümüzde. Yeniden Refah partisi başkanı eskisini hatırlatırcasına Gülşen’in katlini vacip ilan ederken, devletin atadığı imam çocukların kolundan tahrik olmanın normalliğini, bunun pedofili olmayacağını savunuyor.

Önceki gün öğretmenler yelerde sürüklendi, darp edilerek gözaltına alındı. Atanamayan onlarca öğretmen, hekim, mühendis varken devamlı imamlara yer açılıyor, diyanetin bütçesi artırılıyor. Cumhuriyet gazetesinin yaptığı araştırma İçişleri’nden, Maliye’ye, Dışişleri’nden Emniyet’e, Milli Eğitim’e kadar kilit noktalara imam Hatip ve İlahiyat fakültesi mezunlarının yerleştirildiğini ortaya koyuyor. Şimdi bu adamlar hayatın her alanına müdahalede sınır tanımıyorlar. Faizin haramlığından, kadının giyimine, çocuk yaşta evliliğe kadar sözleri hatta kiminin fetvaları var. İsmail Kahraman İzmir’in kurtuluşunu, bir diğeri Zafer bayramını hedef alıyor. Kin ve nefretle barış istemini, emperyalizme karşı esaretten, baskıdan kurtuluşu, aydınlanma devrimlerini gölgelemeye çalışıyorlar. Savaşı kutsayarak, şiddeti gündemde tutuyorlar. İsmail Kahraman “Kurşun sıkmadık ki!” derken Bahçeli 9 Eylül İzmir’in kurtuluşu için İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı afişlerde ‘barışın ikinci yüzyılı’ sözünden rahatsız olup Tunç Soyer’i hedef alıyor. Oysa afişlerde Cumhuriyetin, demokrasinin ve bağımsızlığın ikinci yüzyılı barışla birlikte anılıyor. Barışın olmadığı bir ülkenin ne gelişmesi, kalkınması ne de refahı mümkün olabilir değil mi? Zaferi kurşun sıkmakla, yenmekle, ezmekle irdeleyenlerin iktidarında devletin en başının bir sanatçının şakasını “provokasyonların ibadethanelerimizi ve imam hatip okullarımızı da hedef alacak şekilde çok ciddi boyutlara ulaştığını görüyoruz” cümlesine taşıyarak toplumsal kutuplaştırmayı derinleştirecek şekilde yorumlaması çok endişe verici. Din ve milliyetçilik üzerinden keskinleştirilen ayrıştırma politikalarının sonucu olarak son derece kırılgan hale gelen bir arada yaşama kültürü ve toplumsal barış -tahrik olma özgürlüğünün alabildiğine korunduğu günlerde- en üst düzeyde özenle korunmalı.

Ortaya dökülen irin ve ilişkilerin karmaşıklığı ne yasaklarla ne orantısız müdahalelerle örtülebilir. 17/ 25 Aralık krizini geçiştiren iktidar misliyle gelen yeni ve belgeli yolsuzluk iddialarını toplumun en hassas değerleri üzerinden açık tehdit içeren açıklamalarla geçiştirmek mümkün olmayacak. Öte yandan bu açıklamaların sahiplerini korurken şiddet içermeyen bir şakayı cezalandırarak bütün olan bitene karşı tepkinin toplumsallaşmasına da katkı sunuluyor. Yaşananların dipsizliği kendisini korumak için susanları sonu görünmeyen bu pisliğin mazgallarında kaybolmamak için söz söylemeye teşvik ediyor. İtirazın bir arada eşit ve barış içinde yaşam için kaçınılmaz oluşuna uyanıyor toplum. Ancak biz diyerek var olabileceğini görüyor.

Vatan bizim, barış bizim. Biz halkız. Barışı birilerinin serveti için feda edemeyiz. Tek isteğimiz eşit ve adil bir yaşam. Bu sesleniş boşuna değil.

Ağustos 2022 / Urla