Son zamanlarda şöhretimi haklı çıkarır bir şekilde (hiçbir filmi beğenmediğim söyleniyormuş) filmleri kötüleyip duruyorum. Fakat gerçekten çok kötü filmler giriyor vizyona. “En Sevdiğim Kumaş”ın yapılmış olmasına şaşırıyor insan. Proje beğenilmiş, finanse edilmiş, bitince de Cannes Festivali’ne gönderilmiş. Oradaki seçiciler de beğenmişler ve Belirli Bir Bakış bölümüne seçmişler filmi. Cannes’ın resmi yarışmalı bu bölümüne seçilmek son […]

Son zamanlarda şöhretimi haklı çıkarır bir şekilde (hiçbir filmi beğenmediğim söyleniyormuş) filmleri kötüleyip duruyorum. Fakat gerçekten çok kötü filmler giriyor vizyona. “En Sevdiğim Kumaş”ın yapılmış olmasına şaşırıyor insan. Proje beğenilmiş, finanse edilmiş, bitince de Cannes Festivali’ne gönderilmiş. Oradaki seçiciler de beğenmişler ve Belirli Bir Bakış bölümüne seçmişler filmi. Cannes’ın resmi yarışmalı bu bölümüne seçilmek son derece zordur. Ama olmuş işte ve şimdi film karşımızda. Onca film varken bu film bu aşamalardan geçmiş, hayret.

Filmin hikâyesi Suriye “iç” savaşının başlangıç günlerinde geçiyor. Bunu televizyon görüntüleri ya da radyo konuşmalarından anlıyoruz. İşin tuhafı medya şiddetli bir biçimde Beşşar Esad aleyhtarı. Demek ki, Esad iddia edildiği kadar bir diktatör değilmiş, Suriye’de ifade özgürlüğü varmış. Tabii filmin vermek istediği mesaj bu değil. Tam tersine, Esad’ın ve devletin acımasızlığını göstermek filmin amacı. Köktendinci dehşetinin nasıl ortaya çıktığı, filmin göstermek istediği şeylerden biri değil.

Bu ortamda dul bir kadın yetişkin üç kızıyla Şam’da yaşamaktadır. Kızlardan büyük olanı Nahla’ya Amerika’da yaşayan bir Suriyeli talip çıkar. Fakat filmin kahramanı olan genç kadın tutarsız davranışlar içindedir. Muhtemelen Türk dizilerinde gördüğü tipte bir erkeğin (mesela Kıvanç Tatlıtuğ) hayalini kurmaktadır. Bir yandan taliplisini tahrik edecek şekilde davranır, ona sürtünür; bir yandan da adamı sözleriyle kendinden uzaklaştırır.

Bu sıralarda ailenin oturduğu apartmanın üst katına bir kadın taşınır. Sonradan bu kadının bir “mama” olduğunu ve randevu evi işlettiğini anlarız. Nahla bu durumdan etkilenir ve randevuevine gitmeye başlar. Önce gerçekte var olmayan, hayali sevgilisiyle buluşmak için; sonra da oranın sürekli müşterilerinden biri olan askerle yatmak için. Bu askerin de bir fantezisi vardır. Sevişeceği kadınlardan kendisine Hazreti Yusuf’un hikâyesini anlatmasını ister. Yusuf babasının en sevdiği oğlu olduğu için diğer 11 kardeşinin nefretini üzerine çekmiştir ve onlar tarafından kuyuya atılır. Kurtulur, fakat yeni efendisinin karısı yakışıklı Yusuf’la yatmak ister. Yusuf reddeder ve zindana atılır. Yusuf’un bir özelliği de rüya yorumcusu olmasıdır. Bir tür film eleştirmeni yani.

Genç kadın hikâyeyi kendisine göre değiştirir, kadınla Yusuf’u seviştirir. Asker çıldırır… Neden? Belki de kadının isteğini gerçekleştirmiş olması adamın maçoluğunu rencide etmiştir. Filmin feminist mesajı olarak algılanan şey bu.

Bu arada taliplisi de genç kadından vazgeçmiş, onun yerine çok daha uysal olan kardeşini istemeye karar vermiştir.

Film bu minvalde sürer gider. Anlatılanlardan film size ilginç gelebilir ama inanın değil. Ne kahramanımızın ruhuna, ne ülkenin içinde olduğu duruma, ne askerin neden böyle bir fantezisi olduğuna, ne de diğer kız kardeşlerin halet-i ruhiyesine dair bir şey geçiyor seyirciye. Bu film ne anlattı diye sorduğumda aklıma bütün hikâyelerde olan ortak bir tema geliyor: Kardeş kavgası. Suriye ülke olarak bir kardeş kavgasında, askerin fantezisi kardeş kavgasına dair ve genç kadın evinde kız kardeşiyle rekabet içinde. Güzel, ama orada kalıyorum. Bir adım daha attıramıyor film bana. Yine de siz bilirsiniz. Arap coğrafyasından her zaman bir film gelmiyor ülkemize. Filmin Bunuel’in Gündüz Güzeli’yle akraba olduğunu da düşünenler var. Çok uzaktan, evet.