Küresel eğilimlerin ülke ekonomisini olumsuz etkileyeceği net. Döviz kurlarını istikrarlı bir düzeyde tutmak çok zor. Küresel enflasyon, Türkiye’ye TL’nin değer kaybının yarattığı çarpan etkisiyle fazlasıyla yansıyor.

Endişeli bekleyiş

22 Nisan günü ABD borsalarında keskin bir düşüş gerçekleşti. SandP 500 endeksi yüzde 2,8 kayıp yaşarken, teknoloji ağırlıklı Nasdaq endeksi 2,6 gerileyerek haftayı yüzde 3,8 aşağıda kapattı.

ABD hazine kağıtlarının fiyatları da ABD Merkez Bankası’nın (Fed) önümüzdeki dönemde seri faiz artışları yapacağı beklentisiyle çakıldı. Fiyatların düşmesi getirilerin yükselmesi anlamı taşıdığı için 2 yıllık tahvillerin getirisi yüzde 2,68’e, 10 yıllıkların ise yüzde 3’e fırladı. Piyasalardaki bu dalgalanma, Fed Başkanı Powell’ın ABD’de enflasyonun 40 yılın en yüksek düzeyine ulaşmasının ardından, keskin faiz artışlarına gidileceği mesajı vermesinin etkisiyle yaşandı.

Yıllardır aşırı düşük faizler ve merkez bankalarının varlık alım programları borsaları aşırı şişiriyor, büyük portföyü bulunan rantiye kesimler servetlerine servet katıyordu.Son gelişmeler denizin artık bitmekte olduğu endişesinin bir sonucu gibi görülüyor.Bunun kalıcı bir eğilim olup olmadığını önümüzdeki günlerdeki gelişmeler gösterecek.

Bu olumsuz hava Avrupa borsalarına da yansıdı ve Stoxx 600 endeksinde yüzde 1,8 gerileme gözlendi. İstanbul borsası da cuma gününü yüzde 3,3’lük bir düşüşle kapadı. Yüksek enflasyon ortamında paranın adres aradığı bir dönemde Türkiye borsaları, kripto yatırımcılarının da kulvar değiştirmesiyle ani bir yükseliş sergilemiş, bir düzeltme beklentisi güçlenmişti. Küresel piyasalardaki satış eğilimi bu psikolojinin de etkisiyle Borsa İstanbul’a fazlasıyla basinç yaptı.

IMF’NİN BEKLENTİLERİ OLUMSUZ

Tüm dünyada yükselen enflasyon karşısında merkez bankalarının faizleri artırarak talebi dizginleme çabasının üzerine bir de Ukrayna savaşı eklenince ekonomilerde yavaşlama, hatta ani bir duruşa sürüklenme tehlikesi arttı. Nitekim IMF geçen hafta yayımladığı Dünya Ekonomik Görünüm raporunda 2022’ye ilişkin küresel büyüme beklentisini ekim ayına göre yüzde 1,3 aşağı çekerek yüzde 3,6 olarak açıkladı.

Raporda 2023 için de yüzde 3,6’lık bir küresel büyüme öngörülüyor. Üstelik ABD ekonomisinin 2022’deki yüzde 3,7 büyümenin ardından yüzde 2,3 gerilemesi, Avro Bölgesinde de aynı dönemde yüzde 2,8’den, yüzde 2,3’e daha yavaş bir büyüme temposu yaşanması bekleniyor. Çin’de ise 2022 için yüzde 4,4, 2023 için yüzde 5,1 büyüme tahmin ediliyor. Aynı dönemde enflasyonun ivme kazanarak 2022’yi ABD’de yüzde 6,3, Avro Bölgesinde yüzde 8,7’yle kapatacağı değerlendirmesi yapılıyor.

IMF BAŞ EKONOMİSTİNİN UYARILARI

IMF baş ekonomisti Pierre-Olivier Gourinchas raporun sunumu sırasında ekonomik risklerin keskin bir biçimde arttığına, depremlerin ana üssü misali sarsıntının emtia piyasaları ve finansal bağlantılar yoluyla dalga dalga yayıldığına dikkat çekti. Enflasyonun emtia fiyatları ve pandeminin yol açtığı arz-talep dengesizlikleri kanalıyla savaş öncesinde de önemli bir sorun olarak ortaya çıktığını belirtti.

Gourinchas savaşın uzun vadeli sonuçlarına da değinerek, dünya ekonomisinde farklı teknolojik standartlar, ödeme sistemleri ve rezerv paralara dayalı jeopolitik blokların ortaya çıkma riskinin altını çizdi.

Gerçekten de ABD liderliğinde Atlantik blokunun, Avrupa’nın da gönülsüz biçimde katılmasıyla barışın olanaklarını aramak yerine, savaşın uzamasını istediği, silah sevkiyatına hız kazandırdığı gözleniyor. Bu gidiş önümüzdeki dönemde küresel ekonominin durgunluk içerisinde enflasyona sürüklenmesi, yani stagflasyon olasılığını artırıyor.

ENFLASYON ARZ KAYNAKLI MI?

Marksist iktisatçı Michael Roberts da blogunda, 2019’da pandeminin öncesinde başlayan üretimde, şirket yatırımlarında ve uluslararası ticarette görülen yavaşlamanın devamıyla karşı karşıya bulunduğumuzu söylüyor. Bu olguyu da önde gelen kapitalist ülkelerde yatırımların karlılığının düşüşüne bağlıyor. Eğer gerçekten böyleyse, yükselen enflasyon talebin güçlülüğünden değil de arzın yetersizliğinden kaynaklanıyorsa, para politikasının yani faizleri artırmanın sonuç vermeyeceğini düşünüyor. Çıkış yolu olarak da kamu yatırımları yoluyla yatırımı ve üretimi canlandırmayı gösteriyor.Türkiye’de de bu konu tartışılırken faiz artışlarını tek çözüm olarak sunmak yerine kamu yatırımları seçeneğinin de masaya konulması gerekiyor.

IMF’NİN TÜRKİYE TAHMİNLERİ ENDİŞE VERİCİ

IMF Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme beklentilerini de aşağı çekerek 2022 için yüzde 2,7, 2023 için ise yüzde 3,9 olarak belirledi. Belki daha da vahimi cari açığın 2022’de GSMH’nin yüzde 5,7’si, yani 43 milyar dolar civarında olacağını tahmin ediyor. Raporda bütçe açığının GSMH’nin yüzde 6,9’u, tüketici enflasyonunun da yüzde 60,5 olması öngörülüyor. IMF’nin tahminlerinin oldukça muhafazakar, yani şokları, dalgalanmaları yok sayan bir yapıda bulunduğunu biliyoruz. Ancak yine de bizlerin cari açıkta da, bütçe performansında da, enflasyon eğiliminde de açıkça gözlediğimiz kötüye gidişi niceliksel bir şekilde ifade etmesi kayda değer.

BORÇLANMA MALİYETİMİZ ARTACAK

Yukarıda özetlediğimiz küresel eğilimlerin Türkiye ekonomisinin olumsuz etkileyeceği net. Küresel enflasyon, hammadde ve enerji ithalatçı olan Türkiye’ye TL’nin değer kaybının yarattığı çarpan etkisiyle fazlasıyla yansıyor. Dolar bazında faizlerin yükselmesi demek, risk primini de katınca dış borçlanmanın maliyetinin iyice artması anlamına geliyor. Örneğin ABD 10 yıllık tahvillerinin yüzde 2,90’a dayanan faiz oranına, Türkiye’nin en son 580 puan civarında seyreden CDS primini ekleyince yüzde 8,70 civarında bir faiz oranı çıkıyor. Nitekim 5 yıllık eurobondlar en son bunun biraz altında yüzde 8,10’luk bir faizden işlem görüyordu.

Türkiye ekonomisinde tüm hesaplar en son 14,70’lerde seyreden döviz kurunun sıçramasının önünü kesmeye kilitlenmiş durumda. Kur Korumalı Mevduat için 8 Nisan’a değin Hazine’den 13,2 milyar, Merkez Bankası’ndan 1,6 milyar, toplamda 14,8 milyar lira ödeme yapılmıştı. Ancak 20 Aralık’ta KKM’ye dolar kuru 11,50 lira civarında iken girenler nedeniyle böyle yüksek bir fatura çıktı. Eğer kurlar böyle 15 liranın altında seyrederse KKM’nin faturası aynı hızla artmaz. Gelgelelim bunun başarılması oldukça zor görünüyor.

220 MİLYAR DOLAR DÖVİZ İHTİYACI VAR

Çünkü cari açık hızla artıyor. Hammadde ve enerji faturasının kabarmasının yanı sıra, Türkiye’nin en önemli ihracat pazarı AB ekonomisinin yavaşlaması da olumsuz bir etmen olarak devreye giriyor. Ukrayna savaşının uzaması Rus ve Ukraynalı turistlerin bu yıl ülkemizi ziyaret etme olasılıklarını azaltıyor. En son Rus savaş uçaklarının Türkiye hava sahası üzerinden Suriye’ye geçişlerini engelleyen karar, Rusya’nın turist göndermemekle misilleme yapmasını getirebilir.

Türkiye’nin 176,4 milyar dolar 1 yıl içinde yenilenmesi gereken dış borcu bulunuyor. Buna IMF tahminindeki 43 milyar dolar cari açığı ekleyince 220 milyar dolar civarında yıllık döviz gereksinmesi ortaya çıkıyor. En son açıklanan BDDK rakamlarına göre KKM hesaplarında 757 milyar lira, 51,3 milyar dolar birikmiş durumda. Bu durum ekonomi için fitili tutuşmuş bir bomba niteliğinde. Çünkü tasarruf sahibinin ani bir dövize dönüş eğilimi bir anda piyasaları karıştırabilir.

Buna karşın özellikle BOTAŞ’a yapılan döviz tahsisleri sonucu, Merkez Bankası rezervlerinde belirgin bir artış gözlenmiyor. En son brüt rezervler 112,3 milyar dolar, swap hariç net rezervler ise eksi 44,5 milyar dolar civarındaydı. İhracat dövizlerinin yüzde 40’ını Merkez Bankası’na devretme zorunluluğu gibi kararlar da, şirketler kesiminin döviz ihtiyacını piyasadan sağlaması ve önümüzdeki dönem döviz borcu ödemeleri için döviz mevduatlarını artırması sonucunu veriyor. Nitekim, parite etkisini de göz önüne alınca tüzel kişilerin 15 Nisan’da yaklaşık 1 milyar dolar artışla döviz mevduatlarını 69,3 milyar dolara çıkardıkları görüldü.

Kısacası, önümüzdeki dönemde döviz kurlarını istikrarlı bir düzeyde tutmak çok zor görünüyor. Olası bir hareketlenme ise, başta enflasyon sorununu daha da vahim hale getirmek gelmek üzere ekonomiyi tam bir kaosa sürükleme potansiyeli taşıyor.