Öyle son dakikada gemiye atlayanlardan değiller. Konuşulamayacak halde de değiller. Kendi mahallelerinde azınlıktalar, çaktırmamaya çalışıyorlar, biat kültürü tarafından ezilmek onları hızla kendi mahallelerinin vasatına benzetiyor. Gezi’den, 17 Aralık’tan, mesela “seküler” lafından, Aysel Tuğluk’tan, “Beyaz Türkler”den, kendini Osmanlı bakiyesi hissetmeyen herkesten nefret ediyorlar ve bu nefretlerinin sebebi, sadece bu dönemde para edecek insanlarla aynı gemide sıkışıp kalmaktan kaynaklanıyor. Yoksa aslında neler döndüğünü anlamayacak insanlar değiller.

Onlara göre “anaakım medya” tabiri havuz medyasını değil de hâlâ başka bir şeyi ifade ediyor. Hâlâ bir mağduriyet haresine bürünmüş durumdalar, fakat eskiden sahip olmadıkları iki üç yüklü kavramı da heybelerinde bulmanın haklı sıkıntısını yaşıyorlar: devletçi ve milliyetçiler artık. “Milli olmayan”la dertleri var, “kamu düzeni” onlar için çok çok önemli, ve bir yandan da hâlâ “mağdur” ve “özgürlükçü”ler.
Onlara göre, büyük bir oyun oynanıyor, Erdoğan 2013 Mayısı’nda ABD’ye gittikten sonra düğmeye basıldı. Diğer her şeyi bu düğme açıklıyor. Hırsızlıklar, çevre katliamları, inşaat çılgınlığı aslında onları da rahatsız ediyor. Ve işin fenası, gerçekten de rahatsız ediyor, ama ses çıkaramıyorlar. Bu yüzden de ses çıkaranlara aşırı kızgınlar. Ses çıkaranların yanında olamadıkları için adeta.
Bu rahatsızlığın, endişenin, nefretin, kaygının en bariz tercümesi ise korku. Hem güçlü olanın yanında olup hem de az buçuk tarih ve edebiyat bilmenin getirdiği büyük korku. Tek şansı bu olduğu için biat edenlerin, her şeyini “Yeni Türkiye”ye borçlu olanların asla hissedemeyeceği, daha farklı bir bilincin mümkün kıldığı bir korku. Bu maceranın eninde sonunda biteceğinin ve bu bitişin pek de mutlu bir son olmayacağının farkında olmanın, bunu söyleyememenin, buna karşı hiçbir şey yapamamanın ve hiç de böyle hissetmiyormuş gibi davranmak zorunda hissetmenin getirdiği sıkışıklık.

Oysa biraz cesaret, onlara da, geri kalan herkese de ne kadar iyi gelebilir. Hadi Geziciler, çapulcular, sekülerler, Kürtlerin yaramaz olanları, beyazlar, eskiler hepten kötü niyetli diyelim. Sizin kendi mahallenizde olup bitene ses çıkarmanız için daha ne olması gerekiyor?
15 yaşında toprak olmuş bir çocuğun anısına dil uzatılmasını daha ne kadar sineye çekebilirsiniz?
Ait olduğunuz geleneğin, geri kalan tüm kesimlerce maddiyata düşkünlükle anılması sizi mutlu ediyor mu?
Basın özgürlüğü ve iş güvenliği alanında dünyanın en beter ligine düşmek de mi ilgilendirmiyor “hür” vicdanınızı?
Eski Türkiye’de kim bilir bizim gibilerle kaç kez güzel sohbetler ettiniz, hatta canlı yayınlarda birbirimizi anladığımız bir sürü an oldu, buralardan biliyoruz ki sizin en başta “iktidar” gibi bir derdiniz yoktu; küçük hikâye, şiir, edebiyat daha değerliydi sizin için. Ne oldu da saray muhafızı olmayı yedirebilir oldunuz kendinize?

Hadi bütün bunlar yalan olsun, size kalpten bir soru: Aklınızı, vicdanınızı susturmak için harcadığınız çabanın ufacığını kendi mahallenizdeki güç sarhoşluğuna çare bulmak için kullansanız, şimdi hissettiğinizden daha mı kötü hissedeceksiniz?

“Dışarıda” kalan herkese kızınca içerisi ferahlamaz ki...