Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamı niteleyecek hissiyatları şöyle bir sıralayın. En öne çıkanlar herhalde kaygılılık hali, korku, üzüntü, kızgınlık, utanç duyguları olurdu. Her yerden öbek öbek bu negatif duygular fışkırıyor. Kimse kendini güvende ve huzurlu hissetmiyor; Türkiye artık bir “kaygı toplumu”.

13 yıl süren özverili çalışmalar sonucunda Türkiye’yi kaygı toplumuna dönüştürenlerin de yarattıkları bu haletiruhiyenin dışında kalamadıkları açık. İktidar aygıtını ellerinde tutuyor olmaları bu gerçeği değiştirmiyor. Tam tersine, bu kaygılılık hali nedeniyle iktidar aygıtını ellerinden bırakmaya cesaret edemiyorlar; bırakırlarsa başlarına geleceklerden kaygılılar.

Böylesi bir toplumsal/siyasal ruh haliyle seçime gidiyoruz. Daha doğrusu gidiyor gibiyiz. Toplumun geniş bir kesimi eğer işler AKP’nin arzuladığı gibi gitmezse seçimin yapılmayabileceği, yapılırsa da seçime giden iki aylık sürede olmayacak işlerin tezgahlanacağı ve hepsinden öte, sandığa girenle çıkanın aynı olmayacağı kaygısını duyuyor. Dedik ya kaygı toplumuyuz ve iyi gerekçelerimiz var.

Hepimizi az ya da çok paranoyaklaştıran bu kaygıların bir an dışına çıkarak şu soruyu sormakta yarar var; geldiğimiz bu karanlık tablo karşısında, sandığa giden halk ne yapar? Daha doğrusu AKP seçmeninin davranışında bir değişme olur mu?

Soruyu sorar sormaz kaygılılık hali geri dönüyor. Sağduyu sahibi birçok insan AKP seçmeninin sadakatini Kasım seçimlerinde de sürdürmesinden kaygılanıyor. Öyle ya karşımızda Gezi’ye, belgeleri ortalara saçılan yolsuzluk ve rüşvet iddialarına, yasa ve Anayasa ihlallerine rağmen, yerel seçimlerden başarıyla çıkan ve son genel seçimde yüzde 40’larda tutunan bir parti var.

Bu kaygıları gidermesi mümkün olmasa da iyi bir haber vereyim; seçmen davranışı üzerine siyaset psikolojisinin söylediklerine bakarsak, bulunduğumuz koşullarda AKP seçmeninin daha önceki seçimlerden farklı davranması olası görünüyor.

Yapılan seçim araştırmaları gösteriyor ki kaygılılık halinin yüksek olduğu durumlarda seçmenler yatkınlıklara dayanan karar verme biçimlerini değiştirmeye başlıyorlar. Bu tür olumsuz koşullarda yatkınlıklarla oy vermenin yerini var olan koşulları dikkate alan özenli bir karar verme süreci almaya başlıyor.

Yani sanılanın aksine, belirsizlik ve kaygıların öne çıktığı bir durumda seçmenler daha dikkatli ve akılcı davranmaya başlıyorlar. Otomatikleşen oy verme biçimi yerini daha eleştirel, alternatifleri de dikkate alan bir değerlendirme sürecine bırakıyor. Bu tür bir düşünme süreci bir çok somut örnekte gösterildiği gibi, seçmenlerin parti ve aday tercihlerinde, stabilizasyon dönemlerine göre, çok daha çarpıcı değişikliklerin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Önümüzdeki seçimin yakın dönemdekilerden önemli bir farklı olacak. AKP ona seçim kazandıran siyasal ve ekonomik stabilizasyon algısını geniş ölçüde sarsan biçimde taşları yerinden oynattı. Üç ay önce yapılan seçimlerde bu algı belli ölçülerde etkili oldu ve AKP oy kaybetti. Haziran sonrası dönemde seçmen indinde, hem siyasal hem de ekonomik stabilizasyon algısı çok daha çarpıcı biçimde sarsıldı ve görünen o ki sarsılmaya da devam edecek.

Diğer bir anlatımla, Kasım seçimlerinde AKP’ye oy veren ancak artık gidişattan kaygı duymaya başlayan seçmenlerin çok daha büyük bölümü yatkınlık üzerinden oy vermeyecek; durum daha dikkatli analiz edilecek, yeni bilgiler değerlendirmeye alınacak ve alternatiflere bakılacak. Baktığı yerde AKP’den daha iyisini görüyorsa, işte o noktada Haziran seçimlerinde kulağı çekilen AKP beklemediği bir tokadı kendi seçmeninden yiyebilir.

Ancak kaygı toplumunun doğasına uygun bir uyarıyla bitirelim; yine araştırmalar gösteriyor ki, seçmen kafasını kaldırıp, daha derin düşünüp, alternatiflere baktıktan sonra, ikna olmamışsa, yüzünü daha önceki tercihine dönüyor.

Bu durumda şunu söylemek yanlış olmayacak; önümüzdeki seçimin sonucunu büyük ölçüde muhalefet partilerinin kaygılı AKP seçmeniyle etkileşimi belirleyecek.