Pazar akşamları NTV’de yayınlanan bir program var. Bir konuk koltuğa oturuyor, karşısında da sayısı oldukça fazla kadın sorular

Pazar akşamları NTV’de yayınlanan bir program var. Bir konuk koltuğa oturuyor, karşısında da sayısı oldukça fazla kadın sorular soruyorlar, sohbet ediyorlar. Bazen ortam biraz geriliyor, bazen lafa herkes ortak olmak istediği için harala gürele oluyor, bazense kahkahalar yükseliyor. Geçtiğimiz Pazar akşamı konuk Müjdat Gezen’di. Yemek yerken, karlı televizyonumdan diğer kişileri pek seçemesem de seslere kulak kestim. Müjdat Gezen bir hikâye anlattı. Şimdi yaşamda olmayan bir gazetecinin daveti üzerine arada bir toplanıp hoşbeş ederlermiş. “Ben, Atlan abi (sanırım Altan Erbulak), Mustafa (sanırım Mustafa Alabora) ve birkaç arkadaş daha toplanırdık” diye söze devam etti. Adını hatırlamadığım ve daveti yapan kişi, toplantıların başında “yahu kadın çağırmalıyız toplantıya, işte o zaman birincisi küfretmiyoruz, ikincisi futboldan konuşmuyoruz, üçüncüsü siyaset mevzularına girmiyoruz” diye bahis açarmış.
•••
‘Endüstriyel futbol karşıtı olmak’ hem çok kolay, hem de çok zor bir şey. Altını dolduramadığın zaman ve sadece söylem olarak “karşıyım” dediğin zaman iki dudağının arasında bir tümce işte. Zorluğu ise bazı şeyleri tüm zorluklara karşın savunabilmekten geçiyor.
Birkaç hafta önce birkaç arkadaş BirGün spor sayfalarına katkı yapmak, toparlamak flulaşan duruşu iyice keskinleştirmek, öncelikle ‘futbol’ (yetimiz üzerinden hareketle) daha sonra da diğer spor dallarının ‘küresel’ kısmına “hayır” diyebileceğimiz bir şekle sokmak, şemaile erdirmek için yola çıktık. Aslında günlerimizi ve gecelerimizi ayırdığımızı söylemek yalan olur. Bizler hem altını sağlamca döşeyip, hem de endüstriyel spora karşı duruşumuzu birlikte geliştirmek için bir aradayız. Yeni köşe yazarlarını, haber yapan arkadaşlarımızı, spor sayfasını izleyenler fark etmişlerdir zaten. Bundan böyle de elverdiğince katkı sunmaya, toparlamaya devam…
Kendi adıma endüstriyel futbol karşıtlığından ne anlıyorum bunu da belirteyim. Yani karşı olduğum veya istediğim olgu nedir? Öncelikle futbolun bir yatırım aracına dönüştürülmesini istemiyorum. Yıllar önce birçokları katılmasa da, gülse de bir yazar şöyle demişti: “Eğer futbol bir sanatsa, Sergen Yalçın sanatçıların en iyilerinden biridir”. Evet, eğer futbol bir sanatsa, formasının her yeri reklam dolu, stadının tüm koltuklarında aynı reklamın yer aldığı hatta tribün adlarının bile cep telefonu şebekelerinin adına tahsis edildiği tribünler istemiyorum ben. Ben, “İslam Çupi Tribünü”, “Baba Hakkı Tribünü”, “Metin Oktay Tribünü” istiyorum. Çok şey istemediğimi de Adanademirsporlular biliyor ve “Muharrem Gülergin Tribünü”nü sevinç ve gururla sahipleniyorlar. Sonra ben, fanatikliğe karşı olmasam da şiddete ve holiganizme karşı duruşumu bu isteğimin içerisine sokabilirim. Ayrıca ben, ırkçı faşist söylemlerin alıp başını gittiği tribünlerde olmak istemiyorum. Oğuz Sarvan’ın ‘ırkı’, ‘Alen Markaryan’ın ırkı, Diyarbakırlılar’ın ‘ırkı’ benim için öncelik veya sonralık konusunda beni ilgilendirmiyor. Baskın ‘ırk’ın diğerini ezmesini hem yaşamda, hem de tribünde kabullenemiyorum. Tribünlerde küfre karşı değilim ama ağzından tükürük çıkarcasına rakibinin tüm ceddini bir çırpıda sayan, ahlakdışı kelimelerin de küfür bile addedilmeyeceğini hatırlatıyorum. Erkek egemen toplumun, erkek egemen tribünlerinde kadınlara pozitif ayrımcılık tanıyacak her türlü uygulamaya da varım.
Düşlediğim futbol oyunu (sporun tüm dalları hakkında yazabilecek kadar da yetkin değilim), tribünler ve taraftar bu şekilde. Bu, bir düş sadece ama imkânsız ve ulaşılamaz değil elbette.
•••
Sonra yemeğim bitti. Müjdat Gezen’in anlattığı hikâyedeki rahmetli amcamı düşündüm. Küfretmeden, futbol konuşmadan, siyasetten bahsetmemek için masada kadın olması gerektiğini düşünen amcayı. Öyle yavan ve içi boş bir sohbette bulunmak istemezdim hiç. Karlı televizyonumu kapattım, gittim…