Ülkemizde ve dünyada hayvan yemi olarak tonlarca soya ve mısır kullanılmaktadır. Bunun önemli bir kısmı da yağmur ormanlarının tahrip edilmesi neticesinde açılan verimli arazilerden sağlanmaktadır.

Endüstriyel hayvancılık: Milyarlarca hayvan ve uçsuz bucaksız soya tarlaları
Fotoğraf: Andrzej Skowron

Engin Arıkan

Endüstriyel hayvancılık nasıl bir şey?

Hayvancılık denildiğinde insanın aklına bir kasaba, köylüler ve dışarıda güneşte otlayan hayvanlar gelebilir. Ama artık hayvancılık böyle bir şey değil. Günümüzde artık hayvancılığın yerini başka bir şey aldı: endüstriyel hayvancılık. Endüstriyel hayvancılık, her ne kadar hayvancılık altında değerlendirilse de esasında bambaşka bir şey. 1960’lardan itibaren dünyada ve ülkemizde gitgide yükselen bu üretim biçimi artık hayvancılığın baskın çoğunluğunu ifade ediyor.


Endüstriyel hayvancılığı bir nevi fabrika olarak kafanızda canlandırabilirsiniz. Büyük, çelik bir hangar, fabrikaya gelip giden TIR’lar ve içeride büyük bir gürültü. Endüstriyel bir çiftlikte hayvanlar güneşin altında çayırlarda otlamaz, tüm hayatlarını hiç dışarıya çıkmadan aynı fabrikanın çatısı altında geçirir. Bu tesislerde hayvanların türüne göre binlerce, hatta yüzbinlerce hayvan büyük kalabalıklar içinde yetiştirilir.

Büyük sayılar ve bunların sebepleri

Normalde hayvan hakları denildiğinde ilk olarak aklımıza kediler ve köpekler gelir. Doğal olarak en çok gündelik etkileşimde olduğumuz hayvanları düşünürüz. Ama sayılara baktığımız zaman aslında etkileşimde olduğumuz hayvanların gıda sistemindeki hayvanlar olduğunu görürüz.
Örneğin Türkiye’deki sahipsiz hayvan nüfusuna dair resmi bir istatistik yayımlanmamış olsa da bazı kaynaklar bunun 8 milyon seviyesinde olduğunu ifade etmiştir.

8 milyon da çok büyük bir sayı tabii ki ama şimdi bunu endüstriyel hayvancılıktaki sayılar ile karşılaştıralım:

2021 Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre yumurtası için yetiştirilen tavuk sayısı 121.000.775 (121 milyon 775), eti için yetiştirilen tavuk sayısı 270.393.122 (270 milyon 393 bin 122)’dir.

Bu sayılar ortalama bir günde hayatta olan hayvan sayılarını ifade etmektedir. Öte yandan eti için yetiştirilen tavukların yaşam süresi oldukça kısadır: 41 gün. Dolayısıyla bir yıl içerisinde kesilen tavuk sayısı çok daha fazladır: 1.243.408.593. Evet, TÜİK verilerine göre Türkiye’de sadece 2021 yılında 1 milyar 243 milyon 408 bin 593 tavuk kesilmiştir.

Su ürünü istatistiklerine göre ise 2021 yılında 750 bin tondan fazla balık avlanmış veya çiftliklerde yetiştirilmiştir. Bunların tam sayısı hakkında net bir çıkarımda bulunmak zordur. Öte yandan 150 bin ton avlanan hamsi yaklaşık 10.000.000.000 (10 milyar) hayvanı ifade etmektedir. Av veya hasat tonajını ortalama balık ağırlığına böldüğümüzde alabalık, çipura ve levreklerin her biri için 200 milyondan fazla sayılara ulaşıyoruz.

Hayvanların aşırı yoğunlaştırılmış şartlarda yetiştirilmeleri “sayesinde” bu kadar fazla sayıda olmaları sağlanmaktadır. Öte yandan bu durum hayvanlar için tabii ki iyi değildir. Bu şartlarda hayvanlar rahat hareket edemez, doğal davranışlarını sergileyemez, ağır hava ve kalabalıktan ötürü sürekli stres altında yaşarlar.

Ekolojik etki

Endüstriyel hayvancılığın suni şartlarından ötürü hayvanlar kendi kendilerini doğal bir şekilde besleyemez. Normalde hayvanların ot, böcek, tohum gibi şeyler yediğini düşünebilirsiniz ama endüstriyel şartlarda bu seçenek söz konusu değildir. Bu sebeple endüstriyel çiftliklerdeki hayvanların yetiştirilmesi için fabrika dışından kaynak getirilmesi gerekir: yem.

Ülkemizde ve dünyada hayvan yemi olarak tonlarca soya ve mısır kullanılmaktadır. Bunun önemli bir kısmı da yağmur ormanlarının tahrip edilmesi neticesinde açılan verimli arazilerden sağlanmaktadır. Bu büyük alanlarda üretilen yem bitkileri dünyadaki pek çok ülkeye satılmaktadır. Türkiye de pek çok ülke gibi büyük bir soya ithalatçısıdır.

Endüstriyel hayvancılık bu yem ihtiyacından ötürü endüstriyel tarımı da doğurmuştur. Astronomik sayıda hayvan suni bir şekilde yetiştirileceği için bunlara tonlarca yem verilmesi gerekir. Endüstriyel tarım da bildiğiniz tarım değildir. Tarım denilince de aklınıza bir kasaba, köylüler ve onların ektiği çeşitli bitkiler, ve çevredeki kuşlar, böcekler gelebilir. Ama artık endüstriyel tarım, bu tarım değildir. Günümüzde pek çok tarım alanı artık endüstriyel biçimde ekilmektedir. Bu monokültür tarımda sadece tek tip bir bitki ekilir: örneğin mısır veya soya. Hasat verimini artırmak için haşereleri azaltmanın yolu olarak tarım ilaçları ve bu ilaçlara dirençli GDO’lu ekinler tercih edilmektedir. GDO’lu tarım Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de yasaktır; öte yandan GDO tarımının yapıldığı Amerika kıtasından GDO’lu hayvan yemleri rutin olarak endüstriyel hayvancılıkta kullanılmaktadır. Tüm bu süreçte yabani pek çok hayvan ve bitkinin yaşadığı ekosistemler, endüstriyel tarım için yok edilir.

Benzer bir yıkım denizlerde de gerçekleşmektedir. Balıklar “normalde” denizlerde yaşar. Ancak endüstriyel balık çiftliklerindeki balıklar kafeslerde veya havuzlarda yaşadıklarından ötürü bunların da dışarıdan beslenmeleri gerekir. Açık denizlerde avlanan balıkların önemli bir kısmı günümüzde artık balık çiftliklerinde yem olarak kullanılmaktadır. Örneğin Türkiye’de avlanan hamsinin çoğunluğu insanlar tarafından değil, çiftliklerdeki balıklar için yem endüstrisi tarafından tüketilmektedir. Yine “balıkçılık” denildiğinde aklınıza ellerinde oltaları, küçük ağları, tekneleri ile balıkçılar gelebilir. Ama artık günümüzde endüstriyel balıkçılık deniz bölgelerini çok büyük ağlarla “temizlemektedir”. Bu süreçte balıklar dışındaki pek çok su canlısı, tüketilmeyecek olsalar dahi bu büyük ağlarda hayatını kaybeder. Avlanan birçok hayvan ağların içinde “ezilerek” ölür.

Tüm bunlar ne uğruna?
Hayvanlar bunu hak ediyor mu?


Bu noktada endüstriyel hayvancılığın insanlara faydalı olup olmadığı sorgulanabilir. Daha ucuz ve fazla gıda faydalı olamaz mı? Bu soruya cevap vermek için endüstriyel hayvancılığın toplumsal etkilerine bakmak gerekir. Endüstriyel hayvancılık konusunda insanlar sadece tüketiciler olarak etkilenmez, üretim süreçlerinden de etkilenir. Endüstriyel hayvancılık ilk olarak, kırsaldaki insanları doğrudan etkilemekte ve onları bu rekabette yenmektedir. Azman ırklar kullanan, onları soya yemleri ile besleyen büyük sermaye sahibi firmalara karşı köylüler tabii ki rekabet edemez. Yani endüstriyel hayvancılık sayesinde bazı insanlar bundan para kazanıyor olsa da, bu zenginlik ve refahın herkese eşit bir şekilde dağılmasını beklemek naiflik olur. Kaldı ki endüstriyel hayvancılığın her zaman ucuz gıda sunduğu iddiası da geçerli değildir. Açıklandığı üzere endüstriyel hayvancılık dışa bağımlıdır. Ülkemizde yaşanan kur şoku ile birlikte fiyatlar dramatik bir biçimde yükselmiştir.

Diyelim ki endüstriyel hayvancılık “bazı” insanların “bir miktar” menfaatine; peki hayvanlara istediğimizi yapabilir miyiz? Örneğin bazı insanlar sırf zevkine onları dövmek için, onlara tecavüz etmek için birileri para verse bunu kabul eder miydik? Eğer cevabımız hayır ise, sırf bir şirket 30 kuruş fazladan kâr elde edecek diye milyarlarca hayvana sürekli eziyet eden bir üretim biçimini de kabul etmememiz gerekir.