Endüstriyel tarım çiftçileri girdi kullanımına bağımlı kılarken çokuluslu şirketlere geniş pazar olanakları yaratıyor. Endüstriyel tarımın yöntemleri ve beslenme alışkanlıkları doğayı ve insan sağlığını tehdit ediyor.

Endüstriyel tarım dünyayı zehirliyor

DR. NECDET ORAL – ALİ BÜLENT ERDEM

1940’lı yıllarda Meksika’da başlayan ve 1960’larda yaygınlaşan Yeşil Devrimle birlikte tarımsal üretim biçimi farklı bir evreye girmiştir. Doğa ile barışık geleneksel tarım tekniklerinin yerini giderek daha yüksek verim ve daha çok kârı amaçlayan endüstriyel (entansif) tarım almıştır. Bu süreçte yetiştirildikleri yörelere adapte olmuş yerel tohumlar yerine çiftçileri her yıl yeniden tohum almaya mahkum edecek şirket tohumları yaygınlaşmıştır. Bu tohumlar hastalık ve zararlılarına karşı pestisitlere, verimi artırmak için kimyasal gübrelere ihtiyaç duymaktadır. Pestisitler (veya tarım ilaçları) tarımsal üretimde kullanılan zehir etkili kimyasal maddeler olup, işlevlerine göre böcek öldürücü (insektisit), ot öldürücü (herbisit), mantar öldürücü (fungisit) gibi sınıflara ayrılırlar.

ENDÜSTRİYEL TARIM ÇİFTÇİLERİ GİRDİ KULLANIMINA BAĞIMLI HALE GETİRDİ

Endüstriyel tarım bir yandan çiftçileri girdi kullanımına bağımlı hale getirirken, öte yandan bu girdileri üreten çokuluslu şirketlere geniş pazar olanakları yaratmıştır. Hükümetler girdi kullanımını teşvik etmek için bedava tohum, gübre ve pestisit dağıtımı yapmışlardır. Ancak verim artışıyla elde edilen gelir, girdi kullanımıyla tüketilmiştir. Ayrıca verimliliğin ve üretimin artması açlığı ortadan kaldırmamıştır. Örneğin Yeşil Devrim sürecinde Latin Amerika’da gıda üretiminin yüzde 8 oranında artmasına karşılık, açların oranı yüzde 19 oranında artmıştır.

ENDÜSTRİYEL TARIMDA VERİMLİLİK YOĞUN KİMYASAL KULLANIMINA BAĞLI

Sadece üretimi artırmaya odaklanmış olan endüstriyel tarımda verimlilik esas olarak yoğun kimyasal kullanımına bağlıdır. Ancak kimyasallar çevreyi kirletmekte, ekolojik dengeyi bozmakta, tarımın doğal ekosistemlerle bağlantısını koparmakta ve insanların sağlığını tehdit etmektedir. Endüstriyel tarımla tohum, pestisit ve kimyasal gübre alanındaki yoğunlaşma ve tekelleşme biyolojik çeşitliliğin hiçe sayılarak tep tip ürün yetiştirilmesine yol açmaktadır. Öte yandan büyük ölçekli tarım alanları açmak için ormanlar yok edilmekte, şirketler tarafından üretilen tohumluklar yoğun sulama gerektirdiğinden toprak tuzluluğu artmaktadır.

KİMYASAL GÜBRE KULLANIMI TOPRAK, SU VE HAVAYA ZARARLI

Gerekenden çok ve uzun süreli kimyasal gübre kullanımı ile topraklarda tuzlanma, asitlenme, ağır metal birikimi, besin maddeleri dengesizliği, mikroorganizma faaliyetinin bozulması, sularda plankton ve alg varlığının çoğalması, nitrat birikimi, havaya azot ve kükürt içeren gazların salımı, ozon tabakasının incelmesi ve sera etkisi çevre sorunları ortaya çıkmaktadır.

TARIM ALANLARI AZALIYOR AMA GÜBRE VE PESTİSİT KULLANIMI ARTIYOR

Bitkilerde oluşan hastalık ve zararlılara karşı yoğun pestisit kullanımı, tarım ürünlerine zarar veren ot ve böceklerin pestisitlere karşı direnç geliştirmesine, dolayısıyla daha fazla pestisit kullanımına bağlı olarak üretim giderlerinin artmasına yol açmaktadır. Yani pestisit kullanımı üretimde yaşanan sorunları çözmek yerine derinleştirmektedir. Örneğin 2015-2020 yılları arasında tarım alanlarının yüzde 3 oranında azalmasına rağmen, kimyasal gübre kullanımı yüzde 30, pestisit kullanımı ise yüzde 38 oranında artmıştır.

PESTİSİTLER TÜM EKOSİSTEMİ ZEHİRLİYOR

Pestisit kullanımının başka ciddi zararları da bulunmaktadır. Pestisitler toprağı zenginleştiren birçok yararlı canlı türüne zarar vermekte, biyolojik çeşitliliği azaltmakta, suları kirletmekte ve gıdalarda kalıntı bırakmaktadır. Püskürtülen herbisitlerin yüzde 95’i, pestisitlerin ise yüzde 98’den fazlası kullanılan alan dışındaki toprak, su ve havaya dağılmakta ve hedef olmayan canlılara bulaşmaktadır. Pestisit kalıntısı içeren gıdaların tüketilmesi, alınan zehrin dozuna bağlı olarak akut ya da kronik birçok sağlık sorununa neden olmaktadır. Ayrıca insanlarda kısırlık, üreme sağlığı bozukluları, hormonal sistemde ve sinir sisteminde bozulmalar ve kanser gibi sağlık sorunlarına yol açmaktadır.

ENDÜSTRİYEL TARIM DOĞAYI, TOPRAĞI, SUYU, HAVAYI TÜKETİYOR

Endüstriyel tarımın üretim yöntemleri ve yeni beslenme alışkanlıkları doğayı ve insan sağlığını tehdit etmektedir. Gıda üretimle ilgili bir kavram iken, endüstri her bölgenin kendine özgü yerel tohumları üzerinden oluşmuş yemek kültürlerini yok ederek, gıdayı tüketime ilişkin bir kavram haline getirmiştir. Gıda üretimle ilgili bir kavram iken, endüstri bunu tüketime ilişkin bir kavram haline getirmiştir. Endüstriyel tarım, üretmek yerine doğayı, toprağı, suyu, havayı tüketmektedir. Daha yüksek verim ve daha çok kâr sağlamak için girilen bu tüketim döngüsü, sonuçta daha çok kimyasala ihtiyaç duyan verimsiz topraklar, uygulanan tek tip ürün ve tohum politikasından dolayı yerli çeşitlerin kaybedilmesi; toprağın, suyun ve havanın kirletilmesi; doğayla birlikte insanların da zehirlenmesi sonucunu doğurmaktadır. Tüm bu sürecin sonuçları ise gıda krizi ve gıda güvenliğinin tehlikeye girmesi olmaktadır. Pandemi döneminin önemini daha da ortaya çıkardığı güçlü bağışıklık sistemleri ve küresel iklim değişikliği karşısında yer küreyi soğutmak ancak tarımı doğal döngüsüne döndürmekle mümkündür.

GIDA SİSTEMİNİN KONTROLÜ ÇİFTÇİLERDEN KÜRESEL ŞİRKETLERE GEÇİYOR

Hintli ekofeminist Vandana Shiva’nın deyişiyle endüstriyel tarım, gıda sisteminin kontrolünü köylülerden, çiftçilerden alıp küresel şirketlere devrettiği için doğal süreçleri yerle bir eden patriyarkal, doğa karşıtı bir tarım modelidir. Bu modelde bir avuç şirket tarım-gıda sisteminin büyük bir kısmını elinde tutmaktadır. Gıda sisteminin küresel tarım-gıda şirketlerinin denetimine girmesi 1980’li yıllarda daha da yoğun olarak gerçekleşmiş; İkinci Gıda Rejiminde başlayan yeni uluslararası işbölümü Üçüncü Gıda Rejiminde daha belirgin hale gelmiştir. Şirketlerin gıda rejimi olarak da adlandırılan Üçüncü Gıda Rejimi 1995’te DTÖ’nün kurulmasıyla birlikte, küresel piyasalarda çokuluslu şirketlerin önündeki engellerin kaldırılması çerçevesinde biçimlenmiştir. Böylelikle çokuluslu şirketlerin girdi (tohum, gübre, pestisit vb.) temininden üretime, işlemeye, dağıtım ve pazarlamaya kadar gıdaya ilişkin tüm meta zincirlerine hakim olmaları yönündeki engeller kaldırılmıştır.

ÇOKULUSLU ŞİRKETLER ÇİFTÇİLERİ KENDİLERİNE BAĞIMLI HALE GETİRİYOR

Küresel tarım şirketleri bu dönemde, biyoteknolojiye yönelmişler, genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) tohumları fikri mülkiyet kisvesi altında patentlemişlerdir. Tohumda patent hakkını alan çokuluslu şirketler çiftçileri kendilerine bağımlı hale getirmektedirler. Bazı şirketler tohum, kimyasal gübre ve pestisit gibi girdilerin üretimini sağlarken, başka çokuluslu şirketler de bunların satışını yapmaktadırlar. Üçüncü gıda rejiminin öngördüğü şekilde girdi ve çıktı piyasalarını bir arada kontrol eden küresel şirketlerin yoğunluğu giderek artmaktadır. Söz konusu şirketler birleşme veya satın alma yoluyla tekelci konumlarını güçlendirmektedirler.

DÖRT KÜRESEL ŞİRKET TOHUM VE PESTİSİT PİYASASINI ELE GEÇİRDİ

2015 yılında tüm dünyada tohum ve tarım kimyasallarının satışına altı büyük şirket hakim idi: BASF, Bayer, Dow, DuPont, Monsanto ve Syngenta. "Altı Büyük" olarak bilinen bu şirketler tohum ve pestisit üretip perakendecilere ve/veya doğrudan çiftçilere satıyorlardı. Söz konusu şirketler tohumların genetiğini değiştirerek böceklere karşı direnç ve yabancı ot ilaçlarına (herbisit) tolerans kazandırdılar. 2015-2019 döneminde bu şirketler arasında birleşme ve satın alma dalgası yaşandı.

►Dow ile DuPont 130 milyar dolar karşılığında birleşme kararı aldılar, 2019 yılında bu birleşmeden bağımsız bir şirket olan Corteva doğdu.

►Syngenta 43 milyar dolar karşılığında ChemChina tarafından satın alındı ve ChemChina'nın bağlı kuruluşu haline geldi.

►Bayer, 63 milyar dolara Monsanto'yu satın aldı. Monsanto’nun adı kaldırıldı ve ortak şirket Bayer olarak devam ediyor.

►BASF, Bayer’in sebze tohumu ve selektif (seçici) olmayan herbisit üretim bölümlerini satın aldı.
Bu birleşmeler sonucunda tohum ve pestisit pazarında yoğunlaşma düzeyi daha da artmış; “Altı büyük” şirket yeni “Dört Büyük” haline gelmiştir: Bayer, Corteva, ChemChina (Syngenta) ve BASF (Tablo 1).

endustriyel-tarim-dunyayi-zehirliyor-937792-1.

2019 yılında 62 milyar dolarlık küresel tohum piyasasında söz konusu 4 şirketin payı yüzde 60’ı buldu. Tohum piyasasında söz sahibi olan çokuluslu şirketlerin önemli bir bölümü aynı samanda küresel pestisit piyasasının da hakimidirler. Aynı yıl 60 milyar dolarlık küresel pestisit piyasasının en büyüğü olan Syngenta’nın payı yüzde 23 idi. Onu izleyen şirketlerden Bayer yüzde 17, BASF yüzde 12 ve Corteva yüzde 11 paya sahipti. Söz konusu 4 şirket küresel pestisit piyasasının yüzde 63’ünü kontrol etmekteydi.

KÜRESEL GÜBRE PİYASASI 128 MİLYAR DOLAR

2020 yılında büyüklüğü yaklaşık 128 milyar dolar olan küresel gübre piyasası Nutrien, Mosaic, Uralkali, Belaruskali ve OCP gibi çokuluslu şirketler tarafından kontrol edilmektedir (Tablo 2). İlk 10 gübre şirketi, küresel gübre piyasasının yüzde 50'sinden fazlasına sahiptir. Gübre endüstrisinde en büyük birleşme 2018’de gerçekleşmiştir. Kanadalı gübre devleri Potash Corp ve Agrium, 36 milyar dolarlık yeni bir şirket oluşturmak için birleşme kararı almışlardır. Yeni şirket Nutrien halen potas kapasitesinin üçte ikisini, fosfat üretim kapasitesinin yüzde 30'unu ve azot kapasitesinin yüzde 29'unu kontrol etmektedir.

endustriyel-tarim-dunyayi-zehirliyor-937793-1.

BİR AVUÇ ŞİRKET TARLADAN ÇATALA KADAR GIDAYI KONTROL EDİYOR

Gıda sisteminin her önemli aşamasında, 4 şirket tek başına pazarın yüzde 40'ını veya daha fazlasını kontrol etmektedir, bu nedenle de fiyatları istedikleri şekilde oluşturabilme gücüne sahiptirler. Örneğin yalnızca 4 şirket dünya tahıl ticaretinin yüzde 70'inden fazlasını kontrol etmektedir (Tablo 3).

endustriyel-tarim-dunyayi-zehirliyor-937794-1.

ÇARE AGROEKOLOJİ VE GIDA EGEMENLİĞİ İÇİN MÜCADELEDEN GEÇİYOR

Gıda egemenliği kavramının uluslararası alanda kullanıma girmesi 1996 yılı olarak düşünebilir. Uluslararası Köylü Hareketi La Via Campesina, 1996’da FAO tarafından düzenlenen Dünya Gıda Zirvesi’nde gıda egemenliği kavramını dile getirmiş ve bunu izleyen süreçte mücadelesini gıda egemenliği kavramı etrafında kurmuştur. Gıda egemenliğini, üretici ve tüketicilerin kendi gıda üretim ve tüketim sistemlerini, özgürce belirleyebilme hakkı olarak tanımlamıştır. Yani gıda egemenliği esas olarak gıdanın nasıl ve kim tarafından üretildiği ile ilgilidir. Ancak gıda egemenliği mücadelesi yalnız tarım ve gıda sistemini değiştirme değil, tüm toplumu yeniden kurma mücadelesidir. Endüstriyel tarımın alternatifi olan agroekolojik tarım ise gıda tedarikini şirketlerin değil, üretici ve tüketicilerin kontrol ettiği bir sistem anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle politik bir hareket olarak agroekoloji küçük ölçekli gıda üreticileri ve müttefikleri tarafından gıda egemenliğine ulaşmak için yürütülen bir eylemdir.