Sömürüye dayanan mevcut endüstriyel tarım sistemine karşı alternatif arayışlar sürüyor. Çiftçi örgütlenmeleriyle, meslek odası temsilcileriyle, ziraat mühendisleriyle, akademisyenlerle ve üreticilerle tarımın sorunlarını konuştuk.

Endüstriyel tarıma alternatif aranıyor

NAMIK ALKAN

Prof. Dr. Tayfun Özkaya’ya göre, yer altı sularının kirlenmesine, gıdaların zehirlenmesine, insan sağlığına ve çevreye çok ciddi zararları olan ve uygulanış biçimiyle de sömürüye dayanan mevcut endüstriyel tarım sistemine karşı, Agroekolojik, Organik, Doğal, İyi, Onarıcı gibi alternatif tarım uygulaması arayışları gelişiyor. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Zerrin Çelik, Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Hicri Nalbant, Çiftçi-Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu ve Kuşadası Kirazlı Köyü’nden üretici Nihat Fırat ile alternatif tarım uygulamaları hakkında konuştuk.

Endüstriyel tarım sürdürülemez

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, endüstriyel tarımın sürdürülemez bir nitelik gösterdiğini söyledi. Endüstriyel tarımın yerine agroekolojik tarım öneren Özkaya, endüstriyel tarımın yer altı sularının kirlenmesine, gıdaların zehirlenmesine, insan sağlığına ve çevreye çok ciddi zararları olduğunu ve uygulanış biçimiyle de sömürüye dayandığını kaydetti.

► Tarımda alternatif arayışlar gündemde. Bu bağlamda sizin de savunageldiğiniz agroekolojik tarım konusunu anlatabilir misiniz?
Agroekolojiyi kelimelerine ayırırsak, agro Latince tarla ve tarım anlamına geliyor. Bunları birleştirirsek çevreyi kullanarak tarım yapma bilimi anlamı çıkıyor diyebiliriz. Agroekolojik tarım yaparken çevre bilimini kullanıyoruz. Endüstriyel tarımda ise tarım kimyasalları kullanılıyor. Bunun dışında ağır makineler ve şirket tohumlarını da kullanıyor. Agroekoloji’nin ne olduğuna dair çeşitli tartışmalar da var. Agroekolojiyi büyük şirketler dar bir anlama sıkıştırmaya çalışıyorlar. Sadece teknik terimlere sıkıştırıyorlar. Aslında agroekolojinin doğru tanımı bilim, uygulama ve harekettir. Agroekolojinin altına organik tarım, onarıcı tarım veya Fukuoka yöntemleri de konulabilir. Bu kavram hepsinin üzerinde bir çerçeve olarak düşünülebilir. Agroekoloji geleneksel tarım bilgilerini kapsar onu reddetmez. Aynı zamanda biliminde getirdiklerini kabul eder. Aslında buna geleneksel yerine halkın bilgisi de deniyor. Agroekoloji sadece geçmişe dönük ve eski teknikleri uygulamak diye tanımlanırsa eksik olur. Modern bilimin verilerini de kapsayarak birleştirir.

► Türkiye’de agroekolojik uygulamalara yaklaşım nedir?
Türkiye'de maalesef agroekeoloji çok ciddiye alınmıyor. Üniversitelerde agroekoloji gibi bir ders okutuluyor ancak çağdaş anlamıyla bir bilim, bir teknik olarak değil, daha ziyade sıkıştırılmış bir şekilde uygulanıyor. 1969 yılında falan üniversitelerde agroekoloji kürsüsü vardı. O zamanlar üniversiteler kürsü şeklinde örgütleniyordu. Sonradan bu agroekolojik kürsüler kalktı, bölümler oldu bu çalışmada ortadan kalktı. Büyük şirketlerle bu konuda çatışma söz konusu. Agroekoloji aynı zamanda politik bir hareket. Hem çevreyi koruma hem de adaletli bir dünya elde etme. Mesela çiftçiyi, tarım işçilerini ve tüketiciyi korumayı amaçlar. Yıllar önce Afrika'da çiftçilerin birliği bir kongre toplayarak agroekolojiyi konuştu. Diğer büyük şirketlerle arasındaki farkı da bu şekilde ortaya koymaya çalıştı. O günden bu yana agroekoloji, tepeden inme şirketlerin agroekolojisi ve bir de halkın agroekolojisi diye iki dala ayrılıyor. Türkiye'de şirketler henüz bunu akıl edebilmiş değil. Kapitalizm bir takım kavramları alıp içini boşaltma ve kendisine uygun kullanma konusunda çaba gösteriyor. Agroekoloji de bundan kurtulabilmiş değil.

► Endüstriyel tarıma itirazınız neden?
Endüstriyel tarım sürdürülemez bir nitelik gösteriyor. Mesela tarımın küresel iklim değişikliğine çok büyük etkisi var. Sera gazları olarak düşündüğünüzde dünyadaki endüstriyel hayvancılık yani kültür hayvanları dünyadaki hububatın yüzde 60'nı falan tüketiyor. Bunun sonucunda çok fazla metan üretiliyor. Kimyasal gübreler nitrit oksit çıkarıyor. Bu da çok zararlı bir sera gazı. Bu tarımı yaparken büyük miktarda toprak işlemesi yapılıyor. Dolayısıyla büyük ölçüde fosil yakıtlar kullanılıyor. Endüstriyel tarımının örgütleniş şekli uzmanlaşmaya dayanıyor. Uluslararası bir gıda ticareti oluyor. Gıdaların hareketi çok yüksek düzeylerde küresel iklim değişikliğini etkiliyor. Ama agroekolojik tarım böyle değil, küresel iklim değişikliğini durduruyor. Büyük ölçüde organik madde bağlıyor. Endüstriyel tarım yer altı sularının kirlenmesine, gıdaların zehirlenmesine, insan sağlığına ve çevreye çok ciddi zararları var. Uygulanış biçimiyle de sömürüye dayanıyor.

► Organik tarım uygulamalarını nasıl değerlendirmek gerekir?
Organik tarım tarım kimyasallarının kullanılmadığı bir tarım şekli diye tanımlanabilir. Nadiren kükürt gibi bir kaç maddeye izin veriliyor. Yalnız organik tarımda ekolojik bakış açısı ve eşitlikçilik çok çok zayıf. ‘Yerel üret yerel tüket’ mantığına uymuyor. Belirli dönemlerde çok fazla iş gücü istediği için, yine tarım tekellerinin mahkûmiyetine giriliyor. Çoğu ülkelerdeki organik tarımın çoğunu büyük şirketler yapıyor. Organik tarım çok ciddi bir katkı getirmiyor. Ayrıca halk içinde oldukça lüks yani pahalı ürünler oluyor. Küçük çiftçiler için şirketlerin sertifika için aldığı paraların miktarı çok fazla. Organik tarım komple dışlanmıyor ama çok kısıtlı. Eşitlikçilik yönü yok, ekolojik yönü yok, sömürüye karşı çıkmıyor. Dolayısıyla eleştirdiğimiz bir sistem.

► İyi tarım uygulamaları hakkında neler söylenebilir?
İyi tarım uygulamaları da seneler önce Avrupa'daki süpermarketlerin tedariklerini karşılamak için kurdukları bir sertifika sistemi. İyi tarımda hasatla uygulama arasında belli bir sürenin geçmesi, belli bir miktarın üzerinde tarım ilacının kullanılmaması gibi çeşitli sınırlamaları var. Bu dünyaya yayıldı. Tarım Bakanlığı hem organik tarımı hem de iyi tarımı desteklediğini söylüyor ama bu destekler çok yetersiz. Mesela organik tarımda dekarına 100 lira gibi bir destek veriliyor. Onda da şöyle bir uygulama başlattılar; iki sene üst üste bu destek primini alıyorsa çiftçi, üçüncü sene alamıyor. Destekler çok yetersiz. Organik tarımda da yine büyük şirketler alıyor ürünleri. Zaten üretimin büyük bir çoğunluğu Avrupa'ya ihracata yönelik. Büyük şirketler, Türkiye'de fiyatlar yüksek olursa başka ülkelere de kayıyorlar satın almak için.

► Organik tarımda ters giden bir durum var
Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Zerrin Çelik, organik tarım uygulamalarında üretim alanı ve üretime katılan çiftçi ve ülke sayısının her geçen gün artığını, ancak bu modelde ters giden bir durumun da bulunduğunu söyledi. Geldiğimiz noktada organik üretimin, yine ihracat odaklı, büyük işletmelerde, tek ürün olarak ve yine büyük çokuluslu şirketlerin ürettiği organik ruhsatlı girdileri satın alarak yapıldığını belirten Çelik, organik tüketimde de yine çokuluslu market zincirlerinin hâkimiyetinde olduğunu kaydetti.

► Konvansiyonel tarımın alternatifleri gıda güvencesini sağlayabilir mi?
Bugün birçok araştırma ve rapor, dünyada yaygın seviyede görülen yetersiz beslenme ve açlığın yavaş yavaş arttığını ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (BM/FAO) 2019 yılı rakamları, 820 milyondan fazla insanın açlık çekmekte olduğunu ve yaklaşık 2 milyar insanın da çeşitli seviyelerde gıda güvencesizliği yaşadığını bildirmektedir.

Açlığı bitirmek ve gıda güvencesini sağlamaya yönelik doğru önlemleri alabilmek için, öncelikle gıda güvencesizliği ile tarım sistemleri arasındaki bağlantıyı ve bu durumun altında yatan etmenleri tam olarak anlamamız gerekiyor. Sorunların kaynağına inildiğinde, kapitalist üretim ve tüketim tarzının oldukça etkili olduğu görülüyor. Konvansiyonel tarım ve gıda üretim sistemlerinin, her ne kadar açlığı bitirmek ve artan dünya nüfusunu beslemek gibi bir amaçla uygulandığı söylense de; aslında gıda güvenliği ve güvencesi sorununu beraberinde getiren bir durumu bulunmaktadır. Diğer taraftan ekonomist Amartya Sen’in de çok güzel ifade ettiği gibi açlık; üretilen gıdanın yetersiz olmasından değil, bazı insanların gıdasının yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Yani adil paylaşım ve dağıtım sorunu bulunmaktadır.

► Kısaca mevcut tarım ve gıda sistemlerini açıklayabilir misiniz?
Devasa işletmelerde ihracat odaklı, monokültür üretim dediğimiz tek ürün yetiştiriciliği, sentetik kimyasal girdilere ihtiyaç duyan ticari çeşitlerle yapılan üretim şekli, yüksek miktarda enerji ve sermaye birikimi gerektiren tarımsal faaliyetler ve uzun tedarik zincirleri modeli ve bu modeli destekleyen politikalar yaygın olarak karşılaştığımız tarım ve gıda sistemlerdir. Ayrıca söz konusu üretim ve tüketim sistemlerinin sera gazı salımları dolayısıyla iklim krizine neden olduğu ve tedarik zincirinde büyük gıda kayıp ve atıklarının oluştuğu da ek olarak söyleyebileceklerimiz arasındadır.
Bu üretim modelinin her anlamda kırılgan olduğunu biliyoruz. Özelliklede küçük aile işletmeleri için. Günümüzde dünya tarım ve gıda üretiminin hâlâ büyük bir kısmından küçük aile çiftlikleri sorumludur. Toplamda 608 milyondan fazla olduğu tahmin edilen tarımsal işletmelerin, yüzde 90’ından fazlası küçük aile işletmesidir. Tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 80’inine sahip olan bu çiftliklerde, değer açısından dünyayı besleyen gıdanın yüzde 84’ü üretilmektedir. Dolayısıyla bu çiftlikler ve onların tarımsal uygulamaları son derece önemlidir. Konvansiyonel üretim modeli, tarımsal biyoçeşitlilik başta olmak üzere toprak ve su gibi doğal kaynaklar ile insan sağlığı ve bunun yanında küçük aile üreticilerinin sürdürülebilirliği için çeşitli olumsuzluklar içermektedir.

İnsan sağlına uygun gıda üretim ve tüketim konusu temel kamusal bir hak olarak ele alınmalıdır. Bilinçli ve duyarlı tüketicilerin çoğu sağlıklı tarım ve gıda ürünlerine olan taleplerini artırmaktadır. Bu, çeşitli nedenlerle henüz yetersiz olsa da sevindirici bir durumdur. Diğer taraftan hâkim ve yaygın piyasa ilişkilerinde, tüketicilerin büyük bir kısmının tükettikleri ürünün üretim şekli, doğa, doğal kaynaklar ve emek boyutuna ilişkin herhangi bir bilgiye sahip ol(a)madıklarını ve çoğu zamanda ilgilenmediklerini görüyoruz.

► Mevcut tarım sisteminin olumsuzluklarını giderecek alternatif modeller yok mu?
Tarım ve gıda üretiminin doğayı ve diğer canlıları gözetecek şekilde düzenlenmesi acil bir konudur. Organik tarım, iyi tarım uygulamaları, adil ticaret gibi ticaret sistemleri hatta felsefe ve uygulama olarak tamamıyla farklı olsa da agroekolojik tarım uygulamaları, gıda toplulukları ve ağları ve daha adını sayamadığımız birçok doğa ve insan dostu, dayanışmacı uygulama tüm bu olumsuzluklara çare olmak amacıyla hayata geçirilmiştir. Örneğin, kısaca organik tarıma değinelim. Organik tarım uygulamalarında üretim alanı, üretime katılan çiftçi ve ülke sayısı her geçen gün artmaktadır. Ancak ters giden bir durum bulunmaktadır. Sağlıklı gıdaya olan talep artışı, organik tarımı sosyal, ekonomik ve çevresel dengeleri gözetmekten uzaklaşan yapıya dönüştürmektedir. Geldiğimiz noktada organik üretim, yine ihracat odaklı, büyük işletmelerde, tek ürün olarak ve yine büyük çokuluslu şirketlerin ürettiği organik ruhsatlı girdileri satın alarak yapılmaktadır. Organik tüketimde de yine çokuluslu market zincirlerinin hâkimiyetinin olduğunu görülüyor. Oysaki organik tarımın ilk çıkış felsefesi bu duruma tam aksi yöndedir. 2020 yılı rakamlarıyla; organik üretim yapan üreticilerin yüzde 83’ü Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinde bulunmaktadır. Buna karşın 97 milyar avroluk küresel organik gıda ve içecek pazarının, yaklaşık yüzde 87’si Kuzey Amerika ve Avrupa Birliği ülkelerinin egemenliğindedir.

'Suyumuza göre ürün planı yapmamız gerekir'

Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Hicri Nalbant: ''Alternatif tarım uygulamaları içerisinde iki tanesinin yasası ve yönetmeliği var. Biri organik tarım diğeri de iyi tarım. Diğerleri ise Sivil toplum örgütlerinin kendi aralarında oluşturdukları bir örgütlenme sonucu yapılan işlemler. Organik tarımla iyi tarım arasında belli farklar var. Organik tarımda hiç ilaç kullanılmıyor. Doğal ürünlerden ilaçlar yapılarak gerektiğinde kullanılıyor. Burada doğal üründen kastımız tütün, sarımsak gibi ürünler. İyi tarımda ise doğru zamanda doğru ilaç ve kayıt altına alınarak kullanılıyor. İkisinin arasındaki belirleyici fark bu. Bu çalışmaların temel amacı insan sağılığını, hayvan sağlığını ve doğayı korumaktır. Tüm Dünya’da yasal olarak isimleri değişse de biyolojik mantıkları aynı kalmak üzere organik ve iyi tarım var. Diğer prensipler biraz daha yan olarak kalıyor. Ama tüm prensiplerin hizmet ettiği amaç sonuçta aynı. Örneğin Çanakkale’de organik tarım uygulanıyor. Hatta bakanlığa yapılmış bir teklifte var. Gökçeada’nın konumu gereği su kaynakları ve diğer kaynaklara ulaşması imkânı ile Organik ada ilan edilmesi gibi bir çalışma var. Yani Çanakkale’de şu an organik ve iyi tarım uygulamaları ile yapılan alan Çanakkale tarım alanlarının yüzde 3’ü. Türkiye’de hedeflenen rakam ise yüzde 2. Çanakkale bu özelliği ile diğer illerden önemli şekilde ayrılıyor. Çanakkale ilinde 49 bin tarım işletmesi var ama bitkisel üretimde 594 üretici var. 49 binde 594 çok düşün bir oran.

Dünya’da en büyük kriz koronavirüs değil en büyük kriz iklim krizi. Türkiye su zengini bir ülke değil ama bir süre sonra su fakiri ülkeler arasına girecektir. Özellikle nüfusun artması da buna sebep olacak. Ülkemizin önemli bir bölümünde çölleşme tehlikesi başlıyor. Bu yüzden yapılması gereken en önemli işlerden birisi de tarımda iyi tarım mı yapalım organik tarım mı yapalım değildir. Su tasarruflu modellere ve çok fazla su gerektiren ürünlerden uzak duran bir modele ihtiyacımız var. Yanlış anlaşılmasın organik ve iyi tarıma da ihtiyacımız var ama su olmazsa hiçbir türlü tarım yapamayız. Önceliğimiz su olmalı.''

Kapitalizmin dayattığı gıda sistemine karşı durmalıyız

Çiftçi-Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu: Tarım; insanlarının ihtiyaçlarının karşılanması için doğada zaten var olan yabani bitki ve hayvanların ıslah edilmesiyle (kültüre alınmasıyla) başlayan bitkisel ve hayvansal üretimdir. Bu üretim sonucu ortaya çıkan ürünler başta insan ve hayvanların beslenmesinin yanı sıra giyimden barınmaya, hastalıkları tedavi etmeye vb. birçok alanda insanların yaşamını kolaylaştırmıştır.
Gıda Egemenliği kısaca: Gıda politikalarının, küresel tarım ve gıda şirketleri ve piyasalar tarafından değil gıdayı üretenler ve ona ihtiyaç duyanlar tarafından belirlenmesidir. Üreticiler ve tüketiciler arasında rekabet ve çatışma yerine iş birliğini ve dayanışmayı geliştirmektir. Kapitalizmin dayattığı gıda sistemine karşı durmak, gıdayı meta olmaktan çıkararak, piyasayla hesaplaşmaktır.

Yüzyıllardır insanlar tarımsal üretim yaparken bir yanıyla doğaya müdahale etmiş, diğer yanıyla da tarımsal üretimin devamlılığı için doğayla uyumlu hareket etmeye çalışmışlardır. Tohumlarını kendileri üretmişler, bitkideki hastalıklar ve bitki zararlılarına karşı doğadaki diğer bitkilerden ve canlılardan yararlanmışlar, ürünlerinin gelişimini sağlamak için bir nevi bitki dayanışmasından ve hayvanların dayanışmasından yararlanmışlardır. Bunun adı da kısaca agroekolojik üretimdir. Çiftçi tohum için şirketlere bağımlı değildir, kendi tohumunu kendisi üretir. Bu üretim tarzının şirketlerin kontrolündeki “sertifikalı organik tarım” ile karıştırılmaması gerekir.

Besin değeri yüksek ve sürekliliği olan bir bitkisel üretimin yapılabilmesi için sağlıklı tohuma, temiz toprağa, suya, havaya ve uygun iklim koşullarına ihtiyaç vardır. Bu zincirdeki herhangi bir bozulma sağlıklı bitkisel üretim için gereken uygun koşulların ortadan kalkması ve sağlıklı ürün üretilemez hale gelinmesi demektir. Ancak sermayenin kâr hırsı; tarımsal üretimi ve gıdayı kontrol edebilmek arzusu, tohumun özellikleriyle oynama, kimyasal kullanımı vb. uygulamaları da beraberinde getirmiş, doğayla uyumlu hareket etmeyi ortadan kaldırmıştır. Bunun sonucu olarak da toprağı, suyu, havayı kirleten, besin değeri düşük, hatta canlı yaşamına zararlar veren bir tarımsal gıda sistemi ortaya çıkmıştır. Toplumda sağlıklı gıda talebi artınca da kamuoyunu ikna etmek için “sertifikalı organik tarım” ı ve kalıntı limitlerini ve belirledikleri “gıda güvenliği” kavramlarını ortaya atmışlardır.

Endüstriyel tarıma karşı agroekolojik tarım

Kuşadası Kirazlı Köyü’nden üretici Nihat Fırat: Henüz köyde kullanılan üretim araçlarının pulluk, döven, yaba, dirgen, kosa, orak vb. den ibaret olduğu yıllarda, köylüler bitkisel üretimle hayvancılığı da bir arada yürütüyorlardı ve kendini üretebilen yerel tohumlarını kullanıyorlardı. Tarlanın otuyla hayvanları; hayvanların gübresiyle de tarlalarını besliyorlardı. Tarımda geleneksel kadim bilgilerini kullanıyordu. Girdi maliyetleri oldukça düşüktü. Yerelde üretip yerelde pazarlıyorlardı. Ekolojik denge de bu kadar bozulmadığı için doğa da cömert davranıyordu. Örnek olsun diye söylüyorum, o koşullarda, bir karış toprak satmadan geçimlerini sağlıyor, çocuklarına ev yapıp üç gün üç gece yemeli içmeli düğün yapabiliyorlardı. Çok kültürlü tarım yaptıkları için ekmek, yumurta, süt, yoğurt, peynir gibi pek çok temel gıda maddelerini üretip kendi ihtiyaçlarından fazla ürettiklerini de satıyorlardı. Bugün gelinen noktada endüstriyel tarım hakim duruma gelmiş ve tarımda kullanılan girdi maliyetleri oldukça artmıştır. Çünkü köylünün tohum( hibrit tohum) kimyasal gübre, tarım zehirleri kullanmaya başlaması ve tek tip(mono kültür) tarıma yönelmesi ve hayvancılıktan koparılması sonucu, traktör, çeşitli traktör ekipmanları, biçerdöver, patos, vb. gibi gelişmiş üretim araçlarını kullanarak tarım yapmasına rağmen, artık köylüler, çocuklarına ev yapabilmek ve onları everebilmek için topraklarını satmak zorunda kalıyorlar. Köyün bakkalında en çok satılan ürün ekmek, yumurta, süt, yoğurt ve tavuk olmuştur. Üretim modelindeki bu dönüşüm hem ekonomik hem de kültürel anlamda bir daralmaya neden olmuştur.

2005 yılında, bu değişimi tersine çevirmek amacıyla ileri gelen 10 köylüyle Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği’ni kurduk ve dernek bünyesinde yerel tohumlarımızı kullanarak organik tarım yapmaya başladık. 2 yıl sonra sayımız 50 oldu ve 3-4 yıl organik tarıma bu sayıyla devam ettik. Ancak pazarlama konusunda yaşanılan bazı sorunlar yüzünden bu sayı giderek azaldı ama şimdi organik tarımı da içeren agroekolojik tarımı canlı tutmaya ve endüstriyel tarım sistemine karşı alternatif bir sistem olarak oturtmaya çalışıyoruz. Kişi olarak 15 yıldır sürdürdüğüm bu mücadelede epeyce yol aldığımı söyleyebilirim. Edindiğim tecrübeyle daha az girdi kullanarak daha sağlıklı ve kaliteli ürün üretmeyi başarabiliyorum. Doğal ev yapımı ilaçlarla pek çok bakteriyel hastalıklara ve zararlı insektlerle mücadele edebiliyorum. Doğada var olan faydalı böcekleri koruyarak bahçelerde ekolojik dengeyi sağlayabiliyorum. Örneğin uğur böceklerim ile yaprak bitlerinin hakkından gelebiliyorum. Tarlanın bir köşesinde beslediğim 8-10 keçinin hem sütünden, hem etinden, hem de gübresinden yararlanıyorum. Sağlıklı ortamda, sağlıklı, doğal otlarla beslenen keçiler hiçbir antibiyotik ve başkaca ilaç kullanmadan 10 yıldır varlıklarını sağlıklı bir şekilde sürdürüyorlar. Benim bu çabalarımın karşılığı olarak da, tüketici toplulukları ve tüketim kooperatifleri ile buluşuyoruz ve birbirimizden besleniyoruz.