‘Enerji adaleti’ne doğru...

Termik santrallar gündemdeki yerini koruyor. Elektrik Üretim A.Ş.’nin sahip olduğu termik santrallar 2013 yılında özelleştirildikten sonra, santrallarin çevre mevzuatına uyumu için 31 Aralık 2019 tarihine kadar süre verilmişti. Bu tarihe kadar mevzuata uyum konusunda herhangi bir yatırım yapmayan santrallar, her türlü ceza ve yaptırımdan da muaf tutulmuştu. Geçtiğimiz aylarda 13 termik santralın 2,5 yıl daha filtresiz çalışmasına izin veren yasa AKP’li milletvekillerinin teklifiyle Meclise gelmiş ve AKP’lilerin oylarıyla kabul edilmişti. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan yasayı veto etmişti.

Santralların havayı kirletme izinlerinin 2022 yılına kadar uzatılarak halk ve çevre sağlığının hiçe sayılması, firmaların kayırıldığı şüphesini doğurmuştu. Bu nedenle veto kararı sevindirici olmakla beraber akıllara bir dizi soru getirmişti. Santraller kamulaştırılacak ve yeniden ihaleye mi çıkarılacaktı? Belirli şirketlere imtiyazlar mı sağlanacaktı? Halk sağlığı tehdit edilmeye devam mı edilecekti? Havayı kirleten santrallara yaptırım uygulanacak mıydı?

Sorular hala belirsizliğini korurken Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum, denetimler sonucunda 5 santralin tamamen, 1 santralın kısmen kapatıldığını; 4 santrala geçici faaliyet belgesi verildiğini ve 3 santrala de çevre izni verildiği açıkladı. Yani, örneğin filtresiz olduğu bilinen Soma termik santralının kısmi olarak kapatılıp 4 ünitesinin kış boyunca çalışmasına izin verilmesiyle santralın yükümlülüklerini yerine getirmemesinin faturası yine halka kesildi.

Halka kesilen faturanın bedeli ne? Termik santralların bulunduğu bölgelerde hava kirliliği düzeylerinin Avrupa Birliği ölçütlerini aştığı ve bu bölgelerde çıkan emisyonların, Afşin-Elbistan termik santraline yakın köyün muhtarının geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamalarında da görüldüğü gibi, çevre halkında kanser ile KOAH, astım gibi solunum yolu hastalıklarına sebebiyet verdiği biliniyor.

Çevreye kesilen faturanın bedeli ne? Türkiye’de üretilen enerjinin yarısından fazlası termik santrallerden; fosil yakıtlardan, kömürden elde ediliyor. Fosil yakıtlar havadaki karbon miktarını ve ısıyı artırarak iklim krizinin ana tetikleyicisini oluşturuyor. TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nın 2017 termik santrallar raporunda da dikkat çekildiği üzere “Hava ve çevre kirliliğinin insan ve toplum yaşamına olumsuz etkilerini azaltmak, iklim değişikliğinin insan yaşamını tehdit eden, kuraklıklar, orman yangınları, beklenmedik zamanlarda yüksek yağışlar ve su baskınları, çok sert geçen kışlar vb. olumsuz etkilerini azaltmak, hızlı sıcaklık artışı eğilimini en çok 1,5-2 derece ile sınırlamak için; enerji tüketiminde fosil yakıtların payını mutlaka radikal bir şekilde düşürmek gerekmektedir.”

Tüm bu gerekçelerle dünyada ve ülkemizde de fosil yakıtlara karşı durmak, termiksiz yaşam için mücadele etmek aslında dünyanın yok oluşuna karşı durmak sağlıklı bir çevre ve yaşamı savunmak anlamına geliyor.

Konuyla ilgili bir diğer soru da yerine ne konulacağıyla ilgili. Fosil yakıta karşı sıklıkla ‘temiz enerji’, ‘yeşil enerji’ veya ‘yenilenebilir enerji’ kavramlarına; HES, RES, JES, GES biçimindeki santrallara işaret edilmekte. Ancak bu tip santrallar da inşa edildikleri yerin ekosistemini, florasını ve toplumsal yaşantısını tahrip etmekteler. Nitekim ülkenin farklı yerlerinde, Rize’den Aydın’a, köylüler bu tip enerji yatırımlarına karşı direniyorlar. Dolayısıyla yeni bir enerji politikası oluşturmak için enerji adaleti ve demokrasisine doğru bir adım atmayı; bunu yaparken de kim için enerji üretileceği sorusunu yanıtlamayı önümüze koymalıyız. Yani toplumsal yaşantıya saygı duyan; suyumuzu, ormanımızı, tarım arazilerimizi gasp etmeyen, metalaştırmayan, havamızı kirletmeyen, adil ve demokratik bir enerji politikası oluşturabilmeliyiz.