Geçen hafta dünya ve Türkiye gündemine enerji damgasını vurdu. Paris’teki İklim Zirvesi’nin yanı sıra, Viyana’daki OPEC toplantısında da tepe taklak olan petrol fiyatları ele alındı. Türkiye-Rusya gerginliğinde de bir yandan Moskova’nın Türk Akımı’nı rafa kaldırması, öte yandan doğalgaz muslukları bir kısılırsa kışı nasıl geçireceğimiz tartışıldı. TMMOB, Elektrik Mühendisleri Odası da 11. Enerji Kongresi’ni Samsun ve Sinop’ta gerçekleştirdi.

Küresel iklim değişikliği karşısında insanlığın durumu, suyun yavaş yavaş ısınmasını iş işten geçene kadar kavrayamayan kurbağaya benzetiliyor. Ne var ki, bile bile bir felakete sürükleniyor olmamız noktasında zavallı kurbağadan ayrılıyoruz. Emek-sermaye çelişkisinde olduğu gibi, doğa insan çelişkisi de aslında kapitalizmin eseri. Gelgelelim cebinizin şişkin olması dahi sizi karbondioksit salınımının, sera etkisinin olumsuz sonuçlarından kurtaramıyor.

Bu endişeyle mi yoksa günah çıkarma telaşıyla mı bilinmez, dünyanın en zengin adamı Bill Gates, aralarında Amazon CEO’su Jeff Bezos, Facebook kurucusu Mark Zuckerberg’in bulunduğu zenginleri bir araya getirip, güneş ışığını enerjiye dönüştürebilme umuduyla bir fon oluşturdu.

Bu hamle bile aslında, enerji sektörünün kar amacının dışında, kamu eliyle toplumsal çıkar doğrultusunda hem insanlığın artan enerji ihtiyacını karşılayacak, hem de geleceğini gözetecek bir denge içerisinde yönetilmesi gerektiğini hatırlatıyor.

Bir ekonomi geliştikçe haliyle daha fazla enerji ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu enerjinin sağlanması ve kullanılması ise daha fazla çevre tahribi anlamına geliyor. Bu durum, “refah paradoksu” olarak da adlandırılıyor. Özellikle gelişmekte olan bir ülkede enerji sübvansiyonları sayesinde sanayileşmeyi hızlandırabilir, yoksul tüketicilerin ısınma ve aydınlanma ihtiyaçlarına katkıda bulunabilirsiniz.

Öte yandan, bu fonları sağlık, eğitim, kültür benzeri sosyal niteliği yüksek alternatiflerden kıstığınızı, üstelik ekolojik bozulmanın sağlık faturasını yükselttiğini, işgücü kayıplarına neden olduğunu da unutmamalısınız. Ayrıca sizin enerji kullanımınızın artışının sadece ulusal sınırlar içerisinde değil, küresel boyutta olumsuz etkiler yarattığını da göz önüne almalısınız. Bunlara karşın, IMF’nin hesaplarına göre ucuz enerji kullanımı için yılda 500 milyar dolar küresel sübvansiyon seferber ediliyor.

Peki tüm ülkelerin, enerji kullanımının küresel iklim değişikliğine neden olduğundan hareketle aynı ölçüde kısıntıya gitmeleri adaletli mi? Hindistan ve Çin gibi yeni sanayileşen, yüksek nüfuslu ülkelere bakılırsa, hiç de değil. “Çünkü bizim, “antropojenik iklim değişikliği” diye adlandırılan bu duruma gelinmesinde çok az payımız var. İngiltere, ABD, Almanya vb nasıl bir kalkınma rotası izlediyse bize de bu hak tanınmalı” gerekçesiyle itirazlarını seslendiriyorlar.

Küresel iklim hareketi, bırakın Sanayi Devrimi’nden filan başlatmayı, 1990’dan bu yana geçen sürede ABD başta gelmek, Rusya, Japonya ve Almanya tarafından izlenmek üzere bazı ülkelerin doğaya aşırı CO2 saldığını saptadı. Arkasından da “iklim borcu” listesini hazırladı. Böylelikle 212 milyar doları ABD tarafından ödenecek iklim vergisiyle 570 milyar dolar toplanarak, BM iklim fonu aracılığıyla küresel Güney ülkelerinin iklim değişikliğine adaptasyonunun sağlanabileceği düşünülüyor.

Bilindiği gibi enerji fukarası Türkiye doğal gaz ve petrolün %70’ten fazlasının üretildiği bir coğrafyada yer alıyor. Enerji kaynaklarının yetersizliği nedeniyle, ihtiyacının çok büyük bir kısmını ithal etmek zorunda. Diğer bir ifadeyle, “uygun fiyat ve toplumsal maliyetle güvenilir, istikrarlı, sürdürülebilir enerji tedariki” şeklinde tanımlanan enerji güvenliğinin çok uzağında.

Son OPEC toplantısında da, petrol arzında bir kısıntıya gidilmesi, en azından bir tavan belirlenmesine yönelik bir karar alınamadı. Küresel ekonomideki yavaş büyüme eğilimleri, 2015 dünya ticaret hacminin daralması da dikkate alınırsa dünya enerji fiyatlarının düşük seyri devam edecek gibi görünüyor. Haziran 2014’te 106 dolardan alıcı bulan Amerikan tipi petrolün varili şimdilerde 40 dolarda seyrediyor.

Bu durumun Türkiye’nin yüzünü güldürmesi beklenirdi. Örneğin, benzer biçimde enerji ithalatçısı Hindistan bu konjonktür sayesinde yüzde 7.1 büyürken, enflasyonunu yüzde 5.9’a çekmeyi de başardı. Türkiye ise, en önemli ihraç pazarları arasında bulunan Rusya, Irak ve İran başta gelmek üzere petrol ve doğalgaz ihracatçısı ülke pazarlarının daralması yüzünden bu durumdan yeterince yararlanamadı. Orta Vadeli Program’a göre enerji ithalatının 14 milyar dolar daralarak 41 milyar dolara düşmesi beklenirken, cari açık daha sınırlı, 10 milyar dolar gerileyecek.

Tüketici sepetinde elektrik-su-gazın yüzde 7.1, akaryakıtın 5.1 ağırlık taşımasına karşın enflasyon yukarı seyrini sürdürüyor. Çünkü tüketiciye yansıtılan bedelin yüzde 30’u rafineri çıkış fiyatlarından, yüzde 70’i vergilerden oluşuyor.

Türkiye’nin enerji tüketiminin aslan payı, yüzde 35’le doğalgaza ait. Doğalgaz ithalatının %55’i Rusya’dan yapılırken, bu ülke ile yaşanan diplomatik kriz Türkiye’nin enerji güvenliğini iyice zedeliyor.

Yeni Soğuk Savaş’ın safları kaba taslak enerji savaşlarında da şekilleniyor. Asya’yı domine eden Çin-Rusya-İran eksenine karşı, Ortadoğu ülkeleri daha fazla Avrupa’ya yöneliyor.

Yakın zamana kadar enerji, özellikle boru hatları merkezi olarak, stratejik bir konum kazanmayı bekleyen Türkiye’nin iflas eden dış politikası belli ki bu sektörü de vuracak. Rusya tarafından Türk Akımı projesinin devre dışı bırakılması sonrası, TANAP benzeri yeni dallara tutunma çabası dikkat çekiyor.

İnsan ister istemez, en pahalı benzinin, ikinci pahalı fueloilin tüketildiği bir ülkede, işlerin nasıl daha da kötüye gidebileceğini merak ediyor.