Sanayi Devrimi ile birlikte dünya egemen güçleri, verimli tarım arazilerinin işgalinden verimli enerji kaynaklarını barındıran arazilerin işgaline yöneldi. Madenler, nadir toprak elementleri, petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarına sahip olmak yeni hedef haline geldi.

Dolayısıyla 20’nci yüzyıl geleneksel politikten enerji politiğe geçiş yüzyılı oldu.

Enerji politik, geleneksel politik süreci uzun erimli olmasıyla etkilemiş ve dönüştürmüştür. Enerji kaynakları ve geçiş yolları jeopolitiği yine öne çıkarmakta.

Yüzyıllık kısa geçmişinde enerji politik iki dünya savaşına neden oldu. Yine en fazla yüzyıllık geleceğinde dünyayı savaşlar ve iç karışıklıklarla çalkalamaya devam edecek gibi gözükmekte.

Günümüzde yaşanan ve yakın geleceğe de damgasını vuracak olan yeni savaş silahı, enerji kaynakları ve geçiş yolları jeopolitiğidir.

Enerji arz güvenliği açısından kaynaklara ucuz ve kesintisiz ulaşmak, rakip emperyal güçleri ise tam tersi bir konuma itmek biçiminde gelişen enerji politik hedefe ulaşmak için artık toplar ve tanklar gerekmiyor. Örneğin petrol ve gaz fiyatları ile oynamak bir rakibin zor duruma düşürülmesine hatta çökertilmesine yetebiliyor.

Bu noktada biraz geçmişi hatırlamak gerek. 1985 yılında Suudi Arabistan petrol üretimini, günde 2 milyon varilden günde 10 milyon varile yükseltmiş ve bunun sonucu olarak petrol fiyatı varil başına 32 dolardan 10 dolara düşmüştü. Çok sıkışan Rusya 5 dolara bile petrol satarak döviz krizine girmemeye çalışsa da petrol felaketi Sovyetler Birliği’nin çöküşünün temel unsurlarından biri olmuştu. Altı ay içinde petrol üretimi dört misline çıkarken, Sovyetler Birliği yıllık 20 milyar dolar civarında bir kayba uğramıştı.

Bugünlerde düşen petrol fiyatları, “Tarih tekerrürden ibarettir” ibaresini doğrularcasına Rusya, İran ve Venezuela’yı zorluyor. Ancak bu kez durum farklı, bir çökmeden çok bir miktar hırpalanma söz konusu. Ancak hırpalanan sadece ABD hedefi Rusya, İran ve Venezuela değil. Bizatihi ABD’ye destek veren Suudi Arabistan da hırpalananlar arasına giriveriyor. Düşürülmüş petrol fiyatları Suudi ekonomisini açıkça sallıyor. Sarsılan Suudi diktası da sağa sola saldırarak içerde zevahiri kurtarmaya çalışıyor.

Diğer yandan, ABD’nin petrol üretimini arttırarak arz fazlası yaratıp fiyat düşürme politikaları süreç içerisinde geri tepme belirtileri gösteriyor. Kendisi de net bir petrol ithalatçısı olan ABD’nin ilk bakışta bu işten kazançlı çıkacağı düşünülse de arttırdığı üretim kaya petrolü gibi yüksek maliyetleri olan petrol üretimine dayanıyor. Bir bakıma kazanç nötralize oluyor. Benzer bir durum Kanada için de geçerli.

İşin bir başka ilginç tarafı ABD; Rusya, İran ve Venezuela’yı açmaza sokarken, öte yandan en çok çekindiği rakibi Çin, bu işten oldukça kârlı çıkmakta. Yani ABD, bir düşmanı sallarken ötekini ihya etmek gibi bir açmaza düşmekte.

Yine bu durumdan olumsuz etkilenen bir başka ülke ise Irak. Üretimini arttırmakta zorlanan Irak bir de IŞİD işgali ile iyice üretim kaybına uğramış durumda. Irak petrol üretiminde günlük 340 bin varil düşüşün nedeni IŞİD olsa gerek. IŞİD, yakın geçmişte 40 dolarlara kadar düşen petrolü yarısına, yani 20 dolara bile elden çıkarsa günlük kazancı, 6,8 milyon dolar olmaktaydı. Bu gelirden AKP’li hacıların da nemalandığını unutmamak gerek.

Ellerindeki petrol gelirlerini her daim kartellere ve onların işbirlikçileri diktatörlerine kaptıran garip Nijer, Nijerya, Angola vb Afrika ülkeleri içinse durum bir hayli çekilmez hale gelmekte. Buralarda iç karışıklıklarla birlikte IŞİD’e biat etmiş Boko Haram hızla palazlanmakta.

Türkiye’ye gelince; gerek gaz, gerekse petrol bakımından net bir ithalatçı olması nedeniyle düşen fiyatlardan artan dolar nedeniyle nispeten daha düşük kazanç sağlıyor. Sağladığı bu kazanç da halkların değil yine AKP’li hacıların cebine giriyor. Bir taraftan nemalanırken, bir taraftan da yeni şeri düzenlerini inşa etmeye devam ediyorlar.