Başbakan Binali Yıldırım 65. Hükümet’in programını açıklarken enerji sektörüne özel bir vurgu yaptı. Son 14 yılda elektrik üreten santrallerin kurulu gücünün (kapasitesinin) iki kat arttığını söyledi. Sonra da ekledi: “Türkiye büyümüyor diyenlere en büyük cevap bu. Enerji tüketimi demek, büyümek demek.”

Başbakan Binali Yıldırım gibi enerji tüketimiyle kalkınma/büyüme arasında doğrudan bir ilişki olduğunu sanan, bu hataya düşen çokça insan var ülkemizde. Bu söylemi iktidar partisinin birçok yetkilisinden daha önce de duyduk. Eski Enerji Bakanı Taner Yıldız, enerji tüketimi rekor kırdıkça medyayla bunu paylaşıp adeta iyi bir şeymiş gibi anlatıyordu. Demek ki bu yanlış anlayış Binali Yıldırım’a özgü değil, bizi 14 yıldır yönetenler enerji meselesini anlayamamış. Bugün yaşadığımız sorunların temelinde de bu yanlış bakış açısı yatıyor.

Klasik iktisatta büyüme, mal ve hizmet üretimindeki artıştır. Ülkelerin büyüyüp büyümediğini anlamak için de gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) artışına bakılır. Türkiye’de üretilen mal ve hizmetlerin değeri artmışsa büyüme gerçekleşir. Nereden kaynak bulunduğu, neyin tüketildiği önemli değildir. Bu zaten iktisadi açıdan hatalı bir gösterge. Faturasıyla silah alıp o silahla insan öldürseniz, doktoru ve ambulansıyla ekonomiyi büyütüyorsunuz. Hadi, bu iktisadi yanlış, başbakanı bağlamaz deyip geçelim. İşin enerji tarafı da hatalı. Basit bir ‘deney’ önerisiyle açıklayalım…

Binali Yıldırım, elektrik tüketimi artınca Türkiye’nin büyüyeceğine gerçekten inanıyorsa, yarından tezi yok yeni bir yasa için hazırlıklara başlasın. Bu yasa, başta hatırı sayılır bir elektrik tüketimine sahip kaçak saray olmak üzere ülkedeki tüm binaların, sokak lambalarının, alışveriş merkezlerinin ışıklarının 24 saat açık kalmasını zorunlu kılsın. Böylece bir yıl içinde elektrik tüketimi iki katına çıkar. Çıkar ama ülke büyümez çünkü tek yaptığınız enerjiyi boşa harcamak olur. Gündüz vakti ampulleri yakarak ülkenin kalkınmasına bir faydanız olabilir mi? Demek ki asıl mesele enerjinin nerede harcandığı, onunla ne üretildiği ve ne kadar verimli (akıllı) kullanıldığıyla ilgili.

Şimdi soralım. Peki, Türkiye enerjisini verimli tüketiyor mu? Hayır. Bunu görmek için Türkiye’nin enerji yoğunluğu verilerine bakmanız yeter. Enerji yoğunluğu, GSYİH artışı için ne kadar enerji harcandığını gösterir; tam da Başbakan’ın aradığı veri aslında. Türkiye’nin enerji yoğunluğu verisi OECD ortalamasının 1,5 katından fazla (UEA, 2011). Bütün dünyada enerji yoğunluğu düşerken yani, daha az enerjiyle daha fazla gayri safi hasıla elde edilirken, son 14 yılda Türkiye’deki değişim benzer ekonomilerden ve birçok Avrupa ülkesinin gerisinde kalmış. G20 içerisindeki benzer ekonomilerden, örneğin İtalya ve Meksika’dan da geride. Avrupa’daki hemen hemen her ülkede enerji yoğunluğu rakamları düşüyor. Türkiye ise daha fazla azaltım yapma potansiyeline sahipken bu ülkelerin ardında kalmış. 2004-2014 arasında İspanya, Hırvatistan, Avusturya ve Macaristan gibi ülkeler, yüzde 10-20 oranında iyileştirmeler yapmış.

Büyümenin yolunun daha çok enerji tüketmekten geçtiğini sananlar Almanya’yı da dikkatle izlemeli. 2006-2014 arasında Almanya’nın birincil enerji tüketimi yüzde 10 civarında azaldı ama ülke ekonomisinin büyümeye devam etti. Enerjide yeni eğilim daha çok üretip tüketmek değil, daha az tüketerek üretmek. Bunu anlamazsanız hem ekonomi hem de doğa zarar görmeye devam edecek.

Türkiye’de ise enerji sektörü, son yıllardaki değişime ayak uyduramadı. Daha az enerjiyle daha çok işi yapacağına durmadan yeni santrallar kurup elektrik tüketimini artırmaya odaklandı. Bunda hükümetin katkısı çok, enerjiyi ülkeye para getirmenin bir yolu gibi gördüler ve bu eski modeli teşvik ettiler. Türkiye’de 74 bin megavatı bulan santrallerin kurulu gücüne rağmen en çok talebin olduğu zaman (Temmuz, 2015) gerek duyulan güç 43 bin megavat civarında kaldı. Dikkat edilirse en yüksek elektrik talebi hep yaz aylarında, klimaların çalıştığı sıcak günlerde gerçekleşiyor. Türkiye’de elektrik talebi artıyorsa bunu ülkenin büyüyen sanayisine, endüstrisine değil, büyüyen klima sektörüne bağlamak daha doğru olur. Coğrafyaya uygun ev yapamayan, güneş açılarını hesaplayamayan, pencereleri ona göre yapamayan müteahhit ve mimarların da bu büyümedeki katkısı unutulmamalı.