Enerjide söz sahibi tekeller
Enerji alanında çalışan Prof. Dr. Joos, iklim krizine dair, “Önlem alınmazsa, 2050’de dünya nüfusunun neredeyse yarısının göç etmesi gerekebilir” diyor. Joos’a göre, Türkiye’nin enerji politikasında uluslararası tekeller söz sahibi.

Ezgi GÜNEYTEPE
Almanya’daki Georg-August Göttingen Üniversitesi'nde enerji alanında öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Christian Jooss, çevre ve enerji üzerine çok sayıda yayının yazarı. Prof. Jooss, hem iklim krizi ve çözümlerine dair hem de Türkiye’nin enerji politikalarına ilişkin BirGün’e değerlendirmelerde bulundu. Prof. Dr. Jooss, “100 uluslararası şirket, tek başına 2017'deki tüm karbondioksit emisyonlarının yüzden 70'inden fazlasına neden oldu. Bu ise küresel gelişiminin bir iklim felaketine dönüşmesinin ana nedeni. Eğer, acil ve köklü çevre koruma önlemleri hemen alınmazsa, 2050 yılında dünya nüfusunun neredeyse yarısının göç etmesi gerekebilir” diyor.
İklim krizine olan ilgi, toplumda ve siyasette birkaç yıldır artıyor. “Fridays for future” (Öğrencilerin oluşturduğu çevre hareketi) gibi protestolar ya da iklim kongreleri çok konuşuluyor. İklim kriziyle ilgili durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çevre bilinci tüm dünyada, özellikle de gençler arasında arttı. Dünya çapında çevre hareketi yeniden canlandı ve işçi hareketiyle artan bağlantılar var. Bütün bunlar çok olumlu, ancak çevre ve iklim krizinin gelişimi hâlâ büyük ölçüde hafife alınıyor.
Her şeyden önce, başlıca sorumlular, uluslararası tekeller ve bunlarla bağlantılı kapitalist ülkelerdeki hükümetler, fosil yakıtların giderek artan sömürüsünden vazgeçmeyi asla düşünmüyorlar. 100 uluslararası şirket, tek başına 2017'deki tüm karbondioksit emisyonlarının yüzden 70'inden fazlasına neden oldu. Bu ise küresel gelişimin bir iklim felaketine dönüşmesinin ana nedeni. NATO, Rusya ve Çin arasındaki ekonomik savaşla birlikte, doğalgaz üretimi şu anda özellikle ABD'de ve aynı zamanda Doğu Avrupa'da çevreye son derece zararlı fracking (hidrolik kırılma) kullanılarak genişletiliyor.
Christian Joos
İkincisi, Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli bile açıklamalarında artık alarm veriyor: Hükümetlerin iklim konferanslarında ilan ettikleri iklim koruma hedeflerine ulaşılmıyor ve hızlanan ısınma, artan sıcaklıklarla jeotermal bir döneme dönüşmekle tehdit ediyor. Sıcaklık son 55 milyon yılda benzersiz bir şekilde yükseldi. Buna göre, önümüzdeki yıllarda insanlar için yaşanmaz hale gelme riski olan bölgeler olacak. Eğer, acil ve köklü çevre koruma önlemleri hemen alınmazsa, 2050 yılında dünya nüfusunun neredeyse yarısının göç etmesi gerekebilir.
Üçüncüsü, iklim krizi, çevre krizinin diğer çok ciddi faktörlerinden ayrılamazken, burjuva siyaseti genellikle tek taraflı olarak sorunu küresel ısınmaya indirger. Aşırı avlanma, zehirlenme, çöp atma ve aynı zamanda karbondioksitin emilmesi yoluyla ısınma ve asitlenme yoluyla dünya okyanuslarında yıkıcı bir yıkım var. Tek başına dünyanın atmosferik oksijeninin yarısını fotosentez yoluyla üreten planktonun önemli kısımları çoktan öldü. Ozon tabakasının incelmesi dünya çapında devam ediyor. Bütün bu gelişmeler birbirini etkiliyor. Yeryüzündeki insan varlığını yok etme potansiyeline sahip küresel bir çevre felaketine geçişin başlangıcından söz etmeliyiz.
KARBONSUZLAŞTIRMA TERİMİ ÇOK YANILTICI
Siyasetin ‘karbonsuzlaştırma’ stratejileri hakkında ne düşünüyorsunuz? ‘Yeşil kapitalizm’den bahsedebilir miyiz?
“Karbonsuzlaştırma" teriminin yanıltıcı olduğunu ve çevresel yıkımın küresel ısınmaya indirgenmesinin bir ifadesi olduğunu düşünüyorum. Karbon doğanın küresel malzeme döngüsünün önemli bir parçası ve yaşamın temelidir. Karbon aynı zamanda endüstriyel üretim için değerli bir hammaddedir ve hafif yapı malzemeleri, filtreler ve hatta elektronik için kullanılabilir. Söz konusu olan, petrol, doğalgaz ve kömürün fosil karbon birikintilerinin aşırı kullanımı yoluyla doğal karbon döngüsünün büyük ölçüde bozulması ve böylece büyük miktarlarda sera gazı karbondioksit saldığı için bunların yanmasını durdurmaktır. Ve sadece karbon döngüsünün değil, aynı zamanda diğer doğal maddelerin de kapalı olduğu döngüsel bir ekonomi kurmak.
Ve doğru, böyle bir döngüsel ekonomi, her biri sadece kendi satışlarını artırmak ve kâr pahasına dünya pazarında hâkim bir konum elde etmekle ilgilenen tekellerin rekabeti ile bağdaşmaz. Bu aynı zamanda günümüzün tekelci kapitalizminin döngüsel bir ekonomiyi gerçekleştirememesinin, sadece büyüyen çöp dağlarıyla tek kullanımlık üretimin gerçekleştirilmesinin temel nedenidir. Demir veya kâğıt gibi münferit alanlarda geri dönüşüm yapılsa bile, günümüzde “üretilen kilogram mal başına” küresel ortalama 99 kilogram atık üretildiği gerçeğini değiştirmiyor! Bilimsel açıdan bakıldığında, aslında atık yoktur, ancak üretimin insan yararına ve doğayla uyumlu olarak planlanması durumunda geri dönüştürülebilecek tüm maddeler vardır. Bu nedenle "yeşil" kapitalizm olmayacak, çünkü sermayenin itici gücü her zaman maksimum kârdır. Elbette bugün kapitalizmde döngüsel bir ekonominin mümkün olabileceğini gösteren büyük icatlar da var. Bununla birlikte kullanılanlar, yalnızca bunu kâr getirecek şekilde kullanılırlar ve “yeşil” kelimesi giderek kapitalizmde Greenwashing (Yeşil yıkama) anlamına gelir.
Bir diğer konu da elbette yenilenebilir enerji… Bunlar gerçekten “çevre dostu” mu?
Tam da burada, insanlığın dünya enerji ihtiyaçlarını güneş, rüzgâr, su ve dalga gücüyle temiz ve yenilenebilir bir şekilde karşılamanın büyüleyici teknik olanakları ile uluslararası tekellerin bundan çıkardıkları arasında büyük bir ayrım yapılmalıdır. Bir örnek vermek gerekirse: Tarım, ev, kanalizasyon arıtma tesisleri veya yeşil atıklardan kaynaklanan atıkların metanasyonundan kaynaklanan “biyometan”, temiz enerji üretimine katkıda bulunabilir. Ve işlem doğru kullanılırsa aynı zamanda tarımda kullanılabilecek değerli toprak ve gübre üretilir. Ancak şu anda büyük ölçekte olan şey, gıdayı biyogaza dönüştürmektir. Bu, Avrupa Birliği'nde AB tarafından bile sübvanse edilmektedir. Baca gazı filtreleri kullanılırken bile, büyük miktarlarda ince toz ve ultra toksik maddeler salınmasına rağmen atık yakmanın biyoenerji olduğu beyan edilir. Atık yakma işleminden kaynaklanan kül, oldukça zehirli tehlikeli atıktır. Dolayısıyla bunun biyoenerji ve hatta döngüsel ekonomi ile hiçbir ilgisi yoktur. Atık yakma Türkiye'de de yaygınlaşıyor. Daha geçen yıl Avrupa'nın en büyük atık yakma tesislerinden biri İstanbul'da faaliyete geçti. Bir Türk-Japon konsorsiyumu tarafından inşa edilmiştir. Bu, döngüsel ekonomiye karşı bir programdır.
Türkiye'nin enerji krizindeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye ile ilgili planlar neler olabilir?
Türkiye, Avrupa, Rusya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika arasındaki coğrafi konumu nedeniyle dünya enerji piyasalarının yeniden payla��ımında emperyalist jeopolitiğin merkezinde yer almaktadır. Bu yüzden uluslararası tekel grupları oraya yatırım yapıyor. Türk tekelleri ve devleti de, Türkiye'yi enerji mücadelesinde yükselen bir uluslararası oyuncu olarak görüyor. Bu amaçla, eski devlet enerji tekeli TEIAŞ'ın özelleştirilmesi ve bölünmesi, kendi kapitalist enerji şirketlerini yaratma yolunda bir adım olarak görülmelidir. Türk hükümeti, 2009 yılında yenilenebilir enerjilerin payını 2023 yılına kadar yüzde 30'a çıkarmaya karar verdi. Ancak bu, 2020'de Ilısu Barajı'nın inşası da dahil olmak üzere, Güneydoğu Anadolu baraj sistemi üzerindeki suyu kontrol etmek gibi, emperyalist projelere de dayanıyor. Hâlihazırda 2018'de hükümetin belirlediği yenilenebilir elektrik enerjisi kapasitesinin yüzde 66'sından fazlası nesil hidroelektrikten geldi. Ancak NASA'nın araştırmalarına göre, baraj göllerinden gelen suyun buharlaşması çok arttığı için bu durum yüksek miktarda tatlı su kaybına neden oluyor. Bu da bölgedeki kuraklığı arttıracak.
Türkiye'de fotovoltaik sistemlerin kurulumu ve üretimi de yaygınlaşıyor. Prensipte bu, iklim koruması açısından memnuniyetle karşılanmalıdır. Ancak burada da, dünya pazarına hâkim olan Çin, güneş enerjisi tekellerinin kâr hırsı belirleyicidir; çevrenin korunması değil. Solar modüllerin üretim yerlerinin de üretim sırasında, zorunlu çevresel düzenlemelere uyulup uyulmamasına iyi takip edilmeli. Bunu eleştirel bir gözle incelemek Türkiye'deki çevre hareketinin önemli bir görevi olacaktır.
***
ÇEVRE FELAKETLERİNİ DİRENİŞ DURDURUR
İklim krizini gerçekten nasıl önleyebiliriz? Sömürünün koşullarını değiştirir mi?
Bugün, bir iklim veya çevre felaketinin gelişimi, ancak toplumu değiştiren ve uluslararası tekellerin gücünü kıran kitlesel direnişle durdurulabilir. İşçi hareketinin sömürü ve baskıdan kurtuluş mücadelesiyle bağlantılı olmalıdır. İşçiler ve çevre hareketi, emperyalizme karşı üstün bir güç yaratmada müttefik olmaya zorlanıyor. Nihayetinde, çevresel felaketi önlemek ve insan ve doğanın birliğini uluslararası sosyalist planlı bir ekonomi aracılığıyla yeniden tesis etmek için enternasyonal sosyalizme ihtiyacımız var. Araştırmalar, dünya çapında yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçişin döngüsel bir ekonomiyle birlikte 10 yıl içinde mümkün olacağını gösteriyor. Ama bu kapitalizm olduğu sürece olmayacak. Konuyu derinleştirmek için Stefan Engel’in Türkçesi de bulunan Uluslararası Sosyalist Devrimin Şafağı kitabını şiddetle tavsiye edebilirim.