Başlıktaki öngörü “hedef’’ olarak da okunabilir. Türkiye ekonomisinde bu sadece enflasyon için geçerli olup diğer makroekonomik göstergeler için söz konusu değildir.

Öngörü-hedef farklılaşması 7.Plan (1996-2000) uygulamasıyla başlamıştır. Plan metninin ülkenin genel ekonomik, toplumsal yapısını kabaca tahlil edip beş yıl içinde varacağı noktalara doğru yorumlayan bir belge olduğu açıkça görülüyor. Plan metninde verilen rakamların hepsi birer tahmindir ve kestirim sonucunda elde edilen değerler niteliğindedir. Bu belgede, “ülke ekonomisini elimizdeki araçlarla nasıl koordine edersek nereye varırız?” türünden bir yaklaşım izlenilmiyor. Oysa kalkınma planlarında, belirli sosyoekonomik amaçlara ve sayısal olarak ifade edilebilen hedeflere ulaşmak için hangi araçların ne şekilde kullanılacağı açık bir şekilde ortaya konur. Bu durumda, bu belgeyi bir kalkınma planı olarak değerlendirmek mümkün görünmüyor.

Aslında, DPT’nin o günkü yapısıyla, istenilse de kalkınma planı olarak kabul edilebilecek bir belgeyi hazırlaması ve bunu uygulamaya koyabilmesi son derece güçtü. Çünkü DPT, ekonomiyi yönlendirmede stratejik önemi olan yardımcı kuruluş yapısından çok uzaklaşmıştı. DPT’nin idari yapısının devasa büyüyerek, bir büyük “merkezi planlama bakanlığı” haline gelmesinin önüne geçilememişti. DPT bu yapısıyla, ekonominin kısa dönemde yönetim ve koordinasyonunda görev alan ve asli görevi “kısa vadeli konjonktürel politikalar ile yıllık öngörüler yapma” olan bir kuruluşa dönüşmüştür.

Öte yandan DPT’nin, özellikle o yıllarda başlatılan özelleştirme uygulamalarıyla devletin en stratejik sektörlerdeki hâkimiyetini temsil eden KİT’lerle olan bağı da önemli ölçüde koparılmıştı. Böylesine bir ortamda, zaten eskiden olduğu gibi “kamu kesimi için emredici” bir plan yapmak mümkün değildi (bu dönüşümün ayrıntılı bir analizi için Ekonomik Yaklaşım Dergisi’nin18-19.sayısında yayımlanan ‘’ Projeksiyonları Projelerine Uymayan Bir Planın Hikâyesi’’ başlıklı çalışmamıza bakılabilir). Bu anlayış DPT’nin tasfiye edilip Kalkınma Bakanlığı’na dönüştürüldüğü dönemde yapılan planlarda da sürdürülmüştür. Aynı anlayışın sürdürülmesi, planların yanı sıra 2006 yılında başlatılan Orta Vadeli Program (OVP) ve Orta Vadeli Mali Plan (OVMP) belgeleri için de geçerli olmuştur.

Enflasyon hedeflemesi sorumlusu Merkez Bankası
Genel anlayış bu iken, enflasyonun öngörüsünün yanı sıra hedef olarak verilmesi, TCMB sorumluluğunda enflasyon hedeflemesi rejimi uygulamasıyla başlamıştır. Bu rejim enflasyon tahminlerine önemli bir rol atfedilmesi nedeniyle “enflasyon tahmini hedeflemesi” olarak da adlandırılıyor. 2001 krizi sonrasında hüküm süren belirsizlik ortamı nedeniyle başarılı bir enflasyon hedeflemesi rejimi uygulaması için gerekli ön koşulların büyük bir bölümü sağlanmadığından, enflasyon hedeflemesi rejimine aşamalı olarak geçilmesine karar verilmiş ve öncelikli olarak “örtük enflasyon hedeflemesi rejimi” olarak adlandırılan 2002-2005 dönemini kapsayan bir ara rejim uygulamaya koyulmuştur. 2006 ve sonrası enflasyon hedeflemesi dönemi olarak değerlendiriliyor. Bu rejimde enflasyon hedefi olarak yılsonu TÜFE enflasyonu alınıyor.

Enflasyon hedefinin gerçekçi bir şekilde belirlenebilmesi için öngörüsünün sağlıklı yapılması gerekiyor. Bu tür bir öngörü ilgili yazında Girdi-Çıktı (G-Ç) modeli kullanılarak yapılıyor. Önce ithal girdi fiyat artışlarının tetiklediği sektörel fiyat artışları hesaplanıyor. Herhangi bir ithal girdinin (örneğin ham petrolün) yurtiçi fiyatındaki bir artış (bu artış o ithal girdinin dünya fiyatında ve/veya kurdaki artıştan kaynaklanıyor olabilir) onu girdi olarak kullanan sektörlerdeki üretim maliyetlerini etkileyerek sektörler arasındaki G-Ç ilişkileri yoluyla zamana yayılacak biçimde oluşacak zincirleme sektörel fiyat artışları yaratır. Ardından bu sektörel fiyat artışları ÜFE sepetindeki paylarıyla ağırlandırılarak ÜFE enflasyonuna ulaşılıyor. ÜFE enflasyonu daha sonra belli bir zaman gecikmeyle TÜFE enflasyona er geç yansımış oluyor. Benzer bir şekilde bu yöntemle, temel girdi fiyatlarındaki (ücret vb. üretim faktörleri fiyatları) artışların da enflasyona katkısı hesaplanabiliyor. Bu katkıların doğru hesaplanabilmesi için G-Ç modelinin dayandığı G-Ç tablosunun ekonominin mevcut üretim teknolojisiyle ve yapısıyla uyumlu olması gerekiyor. Üretimin teknolojik yapısı ve dışa bağımlılığı zaman içinde değiştiğinde bu tablonun bu değişiklikleri kapsayacak şekilde değişmesi gerekiyor. TÜİK bugüne kadar bu ihtiyaç nedeniyle 6 adet tablo yayımlamış bulunuyor. Bunlar ait oldukları yıllar itibariyle şöyle bir sıra izliyor: 1973, 1979, 1985, 1990, 2002 ve 2012.

2012 öncesi tabloları esas alarak enflasyon öngörüsü yapan çok sayıda çalışma mevcuttur. Bu çalışmalara Google Scholar veya Google Akademik arama motorundan kolayca ulaşılabiliyor. Ancak 2012 tablosunu esas alan bir çalışma bilebildiğimiz kadarıyla henüz yapılabilmiş değil. Bunda son tablonun uzun bir gecikmeyle (2002 hariç bu süre 5-6 yıl arasında değişiyordu. Son tabloda bu süre 10 yıla uzamıştır) yayımlanmış olmasının da önemli bir etkisi vardır. 2012 tablosu, 12 Aralık 2016 TÜİK haber bülteniyle duyurulmuş, ancak tablonun web sitesinde yer alması daha sonra mümkün olmuştur. Bu boşluk, birçok araştırmacı tarafından World Input-Output Database web sitesinde yer alan Türkiye’ye ait G-Ç tablosu kullanılarak giderilmeye çalışılmıştır. Ancak söz konusu tablo TÜİK tarafından yayımlanmış olan 1998 ile 2002 yıllarına ait girdi çıktı tabloları baz alınarak, gelecek dönemlere ait projeksiyon yapılmak suretiyle elde edildiği için Türkiye’nin mevcut üretim yapısını yansıtmıyordu ve dolayısıyla sorunluydu. TÜİK 2012 tablosunun yayımlanmasıyla bu sorun artık çözülmüştür.

TÜİK göreve
Ancak çözülmesi gereken bir başla sorun daha var. Tablo değişikliğinin enflasyon öngörüsünde yarattığı değişikliği izleyebilmek için 2002 ve 2012 tablolarındaki sektör sayılarının ve tanımlarının aynı temele getirilmesi gerekiyor. Çünkü 2002 tablosu NACE REV 1 formatında 59 sektör iken NACE REV 2 formatına uygun olarak 64 sektöre göre düzenlenmiştir. 2002 tablosunun 2012 tablosu gibi REV 2 formatına uygun olarak 64 sektöre göre düzenlenmesi gerekiyor. Bu görev TÜİK’e düşüyor. Bu yapıldığında hiç kimsenin kuşkusu olmasın, akademik çalışmalar peşi sıra gelecektir.