2017 yılının ekim ayından bu yana enflasyon çift haneden inmiyor. Haziran ayında açıklanan yüzde15,39’luk artıştan bu yana enflasyona ilişkin daha korkutucu senaryoları konuşmaya başladık. Ne yazık ki ekonomi tarihimiz enflasyonun yüzde 100’ü aştığı seviyelere tanıklık ettiği için, oluşabilecek senaryolar, çıkarılacak faturalar hiçbirimize yabancı değil.

90’larda çocuk olanlar bilirler, o dönemlerde ülkemizde bir Van Gölü canavarı vardı bir de enflasyon canavarı. Nitekim enflasyonun dragonvari bir canavar olarak yansıtılması, enflasyonun ülkedeki ekonomi politikalarının içsel bir sonucu olduğundan çok ‘dış güçlerin bir tehdidi’ olarak algılanmasında oldukça iyi bir araç oldu. Sanki ülkemiz topraklarına bir canavar gönderilmişti ve canavarın yenilemezliğinin sorumlusu ekonomi politikaları değil, dış güçlerin düşmanlığı idi.

Yine yüksek enflasyonu bolca konuşmaya başladığımız şu günlerde gelin enflasyonla ilgili temel bilgilerimizi tazeleyelim.

Türkiye’de enflasyonun kaynakları

Enflasyon genel olarak ya talep fazlasından ya üretim maliyetlerinden ya beklentilerin yüksekliğinden ya da para arzı artışından yükselir. Ve bir anda da yüksek sıçrayışlar göstermez. Yani düşük enflasyon liginde yer alan bir ülke bir anda yüksek enflasyon ligine sıçramaz. Yüksek enflasyon, ekonomilerin yapısal çarpıklıklarının bir sonucudur. Ülkemiz ekonomisi nasıl ki 1990’ların ortalarında yüzde 50 ila yüzde 100 arası enflasyon oranlarına sahip olmuşsa, bugün de -aynı düzeyde olmasa da -küresel enflasyon liginde ilk 20’de yer alarak bu özelliğini sürdürmektedir. Bugün enflasyonda yüzde 70’ler değil de yüzde 15’ler konuşuyorsak, 2002 sonrası politikaların enflasyonu çözmeye dönük değil baskı altında tutmaya dönük olmasından, Türkiye’nin, yüzde 70’lerdeki enflasyona doğru giden yolsa önünde hiçbir koruyucu-önleyici engel bulunmamasından kaynaklanmaktadır.

1990’ların Türkiye’sinde enflasyonun nedenlerinin başında yüksek kamu borçları ve harcamaları geliyorken, bugün enflasyon artışının temel kaynağı yine yüksek harcamalar ve maliyet yönlü fiyat artışları olmaktadır. 1990’larda yüksek kamu borçları ve harcamalarının ardında seçim harcamaları, devlet olanaklarının muazzam bir şekilde kullanılması öne çıkıyorken, bugün de ilaveten üzerine kredi pompasıyla desteklenen tüketim harcamaları eklenmiştir. Tüm bu dönemlerde ayrıca faiz-enflasyon ilişkilendirmesi ‘hatalı’ yapıldığı için, Türkiye’nin yüksek faiz- yüksek enflasyon kıskacına sıkıştığını görüyoruz. Çünkü yüksek enflasyon ile mücadelenin temel aracı olarak sıcak para görülmüş, faizler artırılmıştır. Ne var ki, 2018 yılında da bunun işe yaramadığını, sorunun ‘parasal’ değil, ‘yapısal’ olduğunu göremiyoruz.

Nedir bu yapısal sorun?

Türkiye ekonomisi 1980 sonrası önemli bir kırılma yaşadı, yol değiştirdi. İthal ikamesi modelinden ithalata bağımlı üretim modeline geçti. 1980’den bu yana hiçbir dönemde dış ticarette ve ödemeler bilançosunda denge sağlayamadı, dış dünyaya karşı hep borçlu ve hep açık veren bir ülke oldu. 1980’li yılların başında 15 milyar dolarlık dış borçta bugün 453 milyar dolara yükselen bir kırılganlık öyküsü yazdı. Her geçen zamanı aleyhine kullandı, elde ettiği geliri, kullandığı dış borçları üretken olmayan, istihdam yaratmayan alanlara yatırdı. Kaynaklar tüketildi, harap edildi. Sonuç olarak üretimden tüketime dışa bağımlı, sanayisizleşen-kendi öz kaynakları ile üretemeyen, giderek daha borçlanan ve ancak bu sayede büyüyebilen bir ülke haline geldi. Bu çark her döndüğünde işsizlik ve gelir dağılımında uçurumlar yarattı.

Enflasyonun maliyetleri nelerdir?

Öncelikle yüksek enflasyon liginde olmaktan kurtulamayan bir toplum olarak enflasyon konusunda çok da duyarlı olduğumuzu söyleyemeyiz. Geçmişte yaratılan algı misali, enflasyonu içsel olmayan, ekonomi dışında oluşa gelen bir ‘şey’ olarak algılıyoruz. Bu şey kimi zaman ‘canavar’ kılığına giriyor, kimi zaman da ‘dış güçler’ vb. olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla çözüm değil de sanki enflasyona lanet okuyup geçmekle yetiniyoruz. Oysa enflasyonun ağır bedellerini ödemeye devam ediyoruz. Bugün toplum olarak ödediğimiz belli başlı yüklü maliyetler ise şu şekilde sıralanabilir;

(I)Enflasyon yükseldikçe satın aldığımız mal ve hizmet miktarı düşüyor. Genel olarak hükümetler, bu yoksullaşmanın önünü kesmek için ücretlere enflasyon düzeyinde artış yapar. Fakat bizim ülkemizde ücretlere yapılan zamlar, ortalamaya vurulduğunda enflasyonun altında kalıyor. Bunun nedeni, enflasyon hedeflemesi olduğu ve yüzde 5 olarak belirlendiği için, ücret masasına hükümet bu zam teklifi ile oturuyor. Diğer bir yandan bize her ay TÜİK tarafından açıklanan enflasyon rakamları da gerçeği yansıtmıyor. Yaşadığımız enflasyonu daha gerçeğe uygun hesaplayacak bir yöntem, enflasyonu, gelire göre değişen tüketim kalıplarına uygun hesaplamaktır. Örneğin Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesimin tüketim sepeti ile en yoksul yüzde 20’lik kesimin sepeti birbirinden farklıdır. Gelir düzeyinde alt sıralara doğru ilerledikçe, sepet neredeyse tamamıyla gıda ve yakıt harcamalarından oluşmaktadır. Dolayısıyla bugün toplumun büyük çoğunluğunun enflasyonu yüzde 15 değil, gıda enflasyonunu yansıtan yüzde 19’a yakındır.

(II) Enflasyon yükseldikçe gelir dağılımı daha da bozulmaktadır. Geliri ücretten oluşan kesim zarar görürken, ranttan beslenen kesim bu işten karlı çıkar. Dolayısıyla enflasyonun bedeli ücretli kesime bırakılmış olur. Ücretli kesimden rant azınlığına gelir aktarımı gerçekleşmiş olur. İşveren de enflasyonun kendisine yarattığı maliyeti, işçisine yükler. İşçiyi, işverene karşı koruyan bir mekanizmadan artık bahsedemediğimiz için enflasyonun maliyeti işçide kalır.

(III)Yüksek enflasyon koşulları altında yaşayan ülkelerde yatırımlar düşüktür. Çünkü enflasyonun yarattığı belirsizlik ortamı yatırımların düşmesine neden olur. Yatırımların düşmesi de işsizliğin artmasına yol açar. Ülkemizde maliyet enflasyonun önemi dikkate alındığında enflasyonun işsizliği artırıcı etkisi kuvvetlenmektedir.

Sonuç olarak Türkiye’de enflasyonun kaynakları ekonominin kendi yapısına özgüdür. İktisadi tercihlerin bir sonucu olarak oluşan yüksek enflasyonun yeniden yüzde 20’ler, ardından yüzde 30’lar gibi yüksek seviyelere çıkmasını engelleyici bir mekanizma bugün bulunmamaktadır. Enflasyonun maliyetleri bu köşeye sığmayacak kadar çeşitlidir, fakat ilk etapta halkın karşılaştığı sorunlar yoksullaşma, işsizlik ve gelir dağılımındaki bozulmadır. Ne var ki bugün hükümet politikalarının, enflasyon hedeflemesi gibi yöntemlerle, enflasyonla mücadele yerine halkın yüklendiği enflasyon maliyetlerini daha da artırdığı ortadadır.