Artık hava çok sıcak… Benim için de tatil başladı. Arabama atlayıp uzaklara gitme hayali kuruyordum ne zamandır. Kısa süre de olsa bunu yapabileceğim. Zamanının çoğunu bir odaya kapalı halde geçirince ister istemez uzaklara gitme hayali kuruyor insan. Bu uzaklara gitme hayali, gizli bir melankolinin sonucuydu belki de… Kaçma isteği, alıp başını gitme… Ama Kavafis uyarmıştı: […]

Artık hava çok sıcak… Benim için de tatil başladı. Arabama atlayıp uzaklara gitme hayali kuruyordum ne zamandır. Kısa süre de olsa bunu yapabileceğim. Zamanının çoğunu bir odaya kapalı halde geçirince ister istemez uzaklara gitme hayali kuruyor insan. Bu uzaklara gitme hayali, gizli bir melankolinin sonucuydu belki de… Kaçma isteği, alıp başını gitme… Ama Kavafis uyarmıştı: “Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. / Bu şehir arkandan gelecektir. / Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, / aynı mahallede kocayacaksın; / aynı evlerde kır düşecek saçlarına. / Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. / Başka bir şey umma- / Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, / öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.”

Şiirin asıl çarpıcı yanı, son dizeleri, yeryüzünü nasıl tükettiği bir insanın. Philip Roth hakkında yazarken, Roth’un ömründen tam 50 yılı (hesaplamış) yazarak geçirdiğini öğrenmiştim, “muazzam bir yalnızlık” olarak tanımlamıştı sessiz bir odada geçirdiği bu yılları. “Sevinç ve acı, hayal kırıklığı ve özgürlük, esin ve boşluk” içinde geçmişti ömrü, o sessiz odada.

Tatile girince, çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği eve, ailemin yanına gittim, kardeşim, “Sana az çay taşımadım, çok az inerdin aşağıya” dedi. Çatı katındaki odamdan çok az dışarıya çıkardım, kitaplar yetiyordu bana ve sürekli yazmak… Annem, aşağıya inip onlarla oturmam için çok ısrar ederdi. Şunu okuyayım, ineceğim derdim, ama sonra okumaya dalınca bir bakardım vakit gece yarısı olmuş. Yer ve zaman değişse de, değişmeyen şey, bir in bulup vaktimin çoğunu kitaplar arasında geçirmekti. Yeryüzünü çoğu zaman böyle tüketmiştim. Ama Roth’un dediği gibi, yaşadığım “muazzam bir yalnızlık” mıydı, emin değilim. Bütün o yazarlar, roman karakterleri, hayatımı fazlasıyla dolduruyordu. Şimdi tatil için uzaklara giderken, gittiğim o uzak yerde yine bir in, bir koy, bir ağaç altı bulup aynı şekilde yaşamaya devam edeceğim belki de, sanki hiç odamdan çıkmamış gibi.

Roth gibi yazarların, muazzam bir yalnızlığı göze alıp odalarına kapanarak yazmalarına neden olan şey neydi? Yaratıcılık üzerine ciddi bir külliyat var, ama bana kalırsa bu arzunun nedeni engellerdi. Psikanalizden biliyoruz ki, engeller ile arzular arasında, engeller ile yaratıcılığın önemli bir kaynağı olan suçluluk duygusu arasında yoğun bir ilişki var. Kitaplar, engelleri kaldırıyordu; tutkulu bir biçimde başka hayatları, anlamları açıyordu insanın önünde, her kitap başka bir boyuta açılan kapıya benziyordu ve bir kere o kapıdan girince başka kapılar karşılıyordu insanı. Kitaplardan oluşan bir labirentin içinde yönümü bulmaya çalışıyordum. Böyle yaşadığı için Roth pişmanlık duymuş muydu? Eminim pişmanlık duymuştur, ama başka türlü yaşamak elinden gelmezdi muhtemelen.

Adam Phillips, Freud’u anarak, uygarlığın hazlarımızı birer engele dönüştürerek var olduğunu yazmıştı. Engel arayışı, ironik bir biçimde haz arayışı anlamına geliyordu, bir engeli zekice kuşatmak… Bütün mesele, daha tatmin edici bir engelle karşılaşmaktı. Tıpkı, Lacan’ın, danışan iyileşme çabası olan semptomlarından kurtulmak istemez, onların eskisi gibi işe yarar hale gelmesini ister tespitindeki gibi. Her engel, her direnç, bir arzuyu ve hazzı gösterir aslında, terapinin gidişatını düzenleyen.

Uzaklara gitme arzum, kendimi bir ine kapatma arzumla örtüşüyordu, engelleri aşmak, hakikati aramak… Kavafis kadar umutsuz değilim yine de, başka bir deniz mutlaka vardır, başka bir dünya…