Benim en çok satın alınan, okunan şiir kitabım Üzgün Kediler Gazeli’dir. Kitabın bunca ilgi görmesinin başlıca nedenlerinden biri adıysa, diğeri de aynı adı taşıyan şiirdir ve Engin Turgut’a aittir. Yerime yazmıştır ve şimdi benim şiirim olarak okunup sevilmektedir

Engin Turgut

“Bilirim yüzü sincaba benzeyen o çocuğu/ormana düşse ağaç bulamaz”

Tam olarak onu düşünüp yazdığım bu dizelerin üstünden koskoca diyemem ama, uzun da sayılır mı emin değilim, neyse işte bir gençlik geçti, şiirler geçti, resimler geçti, ölümler geçti, ölümler geçince de dostlar, sevgililer, kardeşler geçmiş oldu.“Her şey geçer, hayat kalır” diyor Bülent Ortaçgil ama, hayat da geçenlerden başka nedir ki? Yazı kalsın. Hiç olmazsa bir karga ömrü kadar. Cemal Süreya da yedi kırlangıç ömrü isteyeceğine bir karga ömrü isteseymiş keşke! Karga epik, kırlangıç lirik olduğundan istememiş olabilir mi? Sanmam. Onun şiirine kargalar da konabilirdi!

Bir masada fotoğrafları var Engin Turgut’la Cemal Süreya’nın, yer Kadıköy. Eski Hatay Meyhanesi de olabilir, Panorama da. Engin az duyduğu için herkes onun kulağını yaklaştırdığını sanır ama aslında o kalbini yaklaştırır. Bilmiyorum belki de güzel bir numaradır, duymak için kalbini yaklaştırmak. Cemal Süreya ‘zekanın şiiri’ mi demişti, eh bunu başkası için söylemiş olsa da kendi zekasını da yabana atmamıştır. Engin’in kalbine kalbiyle bakmıştır.

Yarın “Engin Turgut ve Şürekası” ya da “Engin Turgut’la Geçen Şen Günlerim” diye, Sina Akyol’dan ödünç bir ‘şen’likle bir fotoğraf sergisi açılsa, hemen her masadan bir Engin Turgut hatırası çıkacaktır. Didem Madak şiiri gibi bir şey bu, “Şimdiden Bir Hatırasın”. Kim bilir belki bir tanım olarak, şiirin, hatıra fotoğrafı çektirmek gibi bir şey sayıldığını da Engin’e bakarak söyleyebiliriz. Ve hayatta güzel bir hatıranız olsun istiyorsanız, Engin’le bir arkadaşlık fotoğrafına durmanız gerektiğini de elbette.

“Bak nasıl da ölümlü her şey/Ve şiir biraz da öteki sesimizdir” dizelerini, yaşamı kalbiyle, şiiriyle, ötekiyle duymak için yazdığı apaçık. Varlığı, başkası için olan bir insandan söz ediyorum. Şiiri de, resmi de, renkleri de, sesleri de onun başkası için bahçesi olacaktır. Bu zaman zaman balkon da olabilir. Ama her şey şimdiden bir hatıranın güzelliğinedir, içinedir, şerefinedir.

Engin Turgut’la ilk şiir kitabının yayımı vesilesiyle tanıştık, bir bayram arifesiydi, Eskişehir’e gidecektim, arifeyi kaçırdım ama bayramı kaçırmadım. “Köhne”nin mekanı Salacak’ta, sanırım hayatımdaki en çok birayı içtiğim gündür. Yani bayramı başlamadan yapmıştık Engin’le. Kışkırtıcı Erguvan’ın bu yıl 30. yılı, demek ki Engin’le dostluğumuzun da 30. yılı. Dünyada bir eşine rastlamanın imkansız olduğu ‘nev’i şahsına münhasir’lerden ya da ‘seyrek adamlar’dan biri. Panik atağı vardır ama ona çok yakışır! Hemen kaşlarınızı çatıp kızmayın. Dalga geçmiyorum. Panik atağı kendisine bu kadar yakıştıran başka kimseyi de görmedim. Hepimizin hüznü sonbahar, kederei eylüldür ya, Engin’in panik atağı da onun eylülü, gazeli, sarı mevsimidir. Sanki bulutuyla gezen hülyalı bir insan gibidir. Bir keresinde onun yerden 5-10 santim yukarda yürüdüğünü gördüm! Uçuyordu. O günlerinden birindeyniş meğer!

Kadıköy’ün, Yeldeğirmeni cihetinden eski ahalisindendir Engin. Kadıköy onun bahçesi gibiydi eskiden. Sanki pijamasıyla balkonda ya da evinin bahçeinde, vakt-i kerahat gelince çilngir sofrasını kuran, rakısını yudumlayan bir adam gibi görürdünüz onu Kadıköy çarşısında. Çarşı dediğim daha çok meyhanelerinde. Masa adamı. Deyip geçmeyin. Kolay bulunmaz, aramakla bulunmaz, en çok da olmadığı masaların sessizliği ya da sıkıntısıyla anlaşılır yokluğu. Eskisi kadar aynı masanın etrafında buluşamıyorsak da, onun masasının neş’esini iyi bilirim.

Engin Turgut hem şair arkadaşım, hem kardeşim hem de yoldaşım. Yoldaşlık sadece dünyaya solundan kalkmakla sınırlı değil, solda olmak zaten doğal bir şeydir. Ama bazen çok solda ya da solda daha çok olanlarda rastlamadığın bir şeyi, o kadar da solda olmayan birinde görmek şaşırtıcı olmaktan çok sevindirici. Engin Turgut da dünyanın geçiciliğinin farkında olup her şeyin ödünç olduğunu en iyi bilenlerden, kavrayanlardan biri. Bu yüzdendir belki de çağımıza hiç mi hiç uygun bir adam olmayışı.

Eski zaman dediğimiz insan zamanlarından kalmışlığı. Bilmiyorum dünya hala dönüyor mu, uzun zamandır duruyormuş gibi geliyor da bana, ama hala dönüyorsa işte onun yüzü suyu hürmetine dedikleri insanlardan biri de odur.

Dünya büyük iş, oralara kadar gitmeyelim de, şu küçücük toplululuğumuzda bile, diyelim ki şiir içinde, sol içinde, kibirden, büyüklenmeden, hırstan, nefretten kaynaklı pek çok şey olup biterken, yaşanırken, bunların dışında, kıskançlıktan, sahip olma duygusundan, tamahtan, kinden eser taşımayan birinin varlığı şiir gibi geliyorsa insana, o zaman çok yaşasın Engin Turgut demek gerekir ki, hep dedim, yine derim.

Sevgili çocuklar, gençler, hanımlar ve beyler, belki aranızda duymuş ya da okumuş olanlar vardır. Benim en çok satın alınan, okunan şiir kitabım Üzgün Kediler Gazeli’dir. Kitabın bunca ilgi görmesinin başlıca nedenlerinden biri adıysa, diğeri de aynı adı taşıyan şiirdir ve Engin Turgut’a aittir. Yerime yazmıştır ve şimdi benim şiirim olarak okunup sevilmektedir. Şiirin ithafında, çeşitli yazılarda bunu belirtmeme karşın durum değişmedi, bir kez de buradan yazıyorum, ola ki derdim anlaşılır. Ekim 2016’da yayımlanan Öyle Küçük Şeyler adlı şiir kitabımın da adı Engin Turgut’un bir şiirindendir.

Engin Turgut şair ve ressam kuşağındandır. İlhan Berk, Metin Eloğlu gibi büyük şairlerimizin yolundan gitmektedir. Lirik resimler diyorum onun çizdiklerine. Renkli lirikler. Onlara da hem gözüm gibi hem de şiir gibi bakıyorum.

Enginciğim oğlu Alican ve sevgili karısı Tütü’cüğüyle yaşayıp giderken, kanser belası ne yazık ki hemşehrim de olan Tülay’ı aldı, Engin’le Alican’ı kedileri Karamela ile üç yalnız olarak bıraktı. Engin’in Tütü’nün ardından dostlarına gönderdiği yazıyı paylaşmak istiyorum. Tütü’ye rahmet, Engin ve Alican’a sabır diliyorum: “30 yıllık hikmet yağmurum, karım, yoldaşım kuş oldu.

Merhametli, duygulu, fazla özverili, sevgisinde cömert, insanlığı çok yüksek mertebelerde olan ruhu hassas eşimi kaybetmenin derin üzüntüsü içineyim. O kadar yakıcı oldu ki gidişi, hani kolunuz kırıldığı zaman, o an hiçbir şey hissedemezsiniz ya , o haldeyim ve yokluğunu henüz kendime bile söyleyemedim. İyiliğin gönül pınarıydı. Oğlumu bana, beni oğluma emanet etti.

Duygularıyla aklının terazisiydi. Gönlü hep açık yaşar, hiçbir konuda asla şikayet etmezdi. Aşk doluydu ve teni incindi, canı ölmedi ki. Bugün yağmur yağdıysa rahmettendir. Sevgi denizimdi, can yeleği kullanmazdım. Gönlüyle yaşadı hep. Kimseden bir şey istemez ama, her isteyene gönlünü sunardı. Asaletin, inceliğin, zarifliğin ne olduğunu hiç cümle kurmadan davranışlarıyla öğrettiydi bana. Tefekkür sahibiydi. Hakikat makamının derinliği içinde, içiyle yaşardı. Merhaba gönlümü hep aydınlatan gül kokulu karıcığım Tütüm. Bak kalbimden aşkın dumanı tütüyor. Merhaba.”