Enine boyuna  Çin’de devalüasyon

Geçen hafta dünya ekonomisine “Çin’de devalüasyon” tartışmaları damgasını vurdu. 11 Ağustos günü Çin Merkez Bankası’nın yuanın dolar karşısındaki değerini yüzde 1,9 aşağıda açıklamasıyla kıyamet koptu. Bu 1994’ten beri bir günde yaşanan en büyük değer kaybına işaret ediyordu. ABD’nin, Avrupa ve Japonya’dan göreceli daha çabuk durgunluktan çıkacağının anlaşılması, bilindiği gibi Amerikan Merkez Bankası’ndan bir faiz artışı beklentisine yol açtı. Böylelikle dolar neredeyse tüm önemli paralar karşısında değer kazandı. Temmuz 2011’den bu yana dolar karşısında avro yüzde 17, Japon yeni yüzde 15, Kanada doları yine yüzde 15 kayıpla karşılaşırken, tek istisna yüzde 3 güçlenen Çin yuanıydı. Zaman ufkunu biraz genişletirsek, Pekin’in kur rejimini değiştirdiği 2005’te dolar/yuan paritesi 8’in üzerindeyken, 10 Ağustost’a 6.11’e gerilemiş, dolayısıyla yuan dolara karşı değerlenmişti. Özetle Çin işler tıkırındayken, büyüme ve ihracat istikrarlı bir artış rotasındayken parasının değer kazanmasına ses çıkarmamıştı. Öteden beri,” Çin kur savaşı marifetiyle büyüyor “ demagojisine sarılan Amerikalı siyaset erbabı bile son dönemlerde sesini kısmıştı. Çin Merkez Bankası’nın, yuanın değerinin piyasa güçlerince belirlenmesine fırsat verme gerekçesine dayandırdığı hamle sadece yüzde 2,9’luk bir haftalık kayıp getirdi. Yine de isterseniz yuandaki sınırlı bir değer kaybının neden dünya ekonomi gündemini bu denli yoğun işgal ettiğini, madde madde mercek altına alalım.

1 - Çin,dünya ticaretinde birinci sırada yer alıyor
Çin 2009’dan beri mal ticaretinde bir numaralı ihracatçı haline geldi. Artık, toplam dış ticarette de (ihracat+ithalat) 4159 milyar dolarla, ABD’yi (3809 milyar dolar) geride bıraktı. Yılda AB’ye 356 milyar dolar, ABD’ye 324 dolarlık ihracat yapıyor. Japonya’dan ithalatı 195, Güney Kore’den ise 163 milyar doları buluyor. Piyasa ölçüleriyle 11,2 trilyon dolarla ABD’nin arkasından dünyanın ikinci, satın alma paritesi temelinde de birinci ekonomisi unvanını taşıyor. Doğaldır ki böyle devasa bir ekonominin parasındaki küçük dalgalanmalar bile küresel ekonomiyi sallayabiliyor.

2 - Çin, ABD için dünya hegemonyasında tehdit
İdeolojik ve politik etkisi, ekonomik gücü, kahreden askeri üstünlüğüyle ABD hâlâ dünyanın en güçlü ülkesi. Ama giderek Çin’in nefesini ensesinde hissediyor. Strateji dokümanlarında da açıkça, Çin’in yükselişini ekonomik, diplomatik ve askeri araçlarla durdurmak gereğini dile getiriyor. Sırf Çin’i kuşatmak için Ortadoğu ve Avrupa’dan Asya’ya güç kaydırıyor. Çin’in yükselişi ise üretim kapasitesinin artışına; ticaret ve yatırım konularındaki partnerlerinin iç ilişkilerine müdahale etmeme ilkesine dayanıyor. ABD, Çin’in 12 katına ulaşan askeri harcamalarla “hasmını” sindirmeye çalışırken, öte yandan Çin ekonomisinin yaşadığı her sorunu “pireyi deve yapma” refleksiyle dünyaya taşıyor.

3 - ‘Kolektif emperyalizme’ alternatif kurumsal yapı
Çin, küresel kapitalizm çerçevesinde gelişen ekonomik düzene fazla itiraz etmeden uyum sağlamaya çalışıyor. IMF-DB-DTÖ zeminlerinde kurallara uyumlu bir profil çiziyor. Öte yandan, Rusya’yla gerçekleştirilen büyük enerji işbirliği anlaşmasının yanı sıra, “İpek Yolu” projesiyle hinterlandındaki ülkelerle yeni ekonomik işbirliği hamleleri yapıyor. BRICS çerçevesindeki Yeni Yatırım Bankası ve Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi girişimlerle Batı’nın ekonomik egemenliğini geriletmeyi amaçlıyor. Tüm bu açılımları Deng Şiaoping’in, “nehri geçerken taşları tek tek hissetmek” sözlerine yansıyan sabırlı ve itidalli bir üslupta gerçekleştiriyor.

4 - ABD de Çin’i tecrit etme harekâtına girişiyor
Bu çerçevede tasarlanan Trans Pasifik Ortaklık (TPP) anlaşması tamamen Çin’in bölgedeki ekonomik etkinliğini geriletmeyi amaçlıyor. TPP ilk bakışta sıradan bir ticaret ve yatırım anlaşması gibi görünse de, aslında tamamen Çin’in ekonomik gücünü azaltmaya yöneliktir. Çin’in Japonya ile 313 milyar dolar, Güney Kore ile 247 milyar dolar, Avustralya ile 136 milyar dolar mertebesinde dış ticaret hacmi gözönüne alınırsa, TPP marifetiyle sıçrayacak ticaret hacmi, Çin’den ayartılmak suretiyle sağlanacaktır.

5 - Çin’in yeni kur rejimi rezerv para çabası mı?
IMF’de ABD doları, Japon yeni, avro ve İngiliz poundu Özel Çekme Hakları’nın (SDR) hesaplanmasında temel alınan, bir bakıma küresel rezerv paralardır. 4 trilyon dolardan, 3.7 trilyon dolara gerilese de, Çin’in rekor düzeyde döviz rezervi bulunuyor. IMF Çin’e yuanın rezerv para kabul edilebilmesi için değerinin serbest piyasada belirlenmesini şart koştu. Çin de bu koşulu yerine getirebilme yolunda, bankalar arası piyasadaki gecelik oranın ertesi gün için yuan açılış fiyatı olarak kabul edileceğini ifade etti. Son haftaki devalüasyon bir bakıma IMF direktifleri doğrultusunda gerçekleşti. Yalnız IMF’de karar alınabilmesi %85 oy gerektiriyor; yüzde 17 kotaya sahip ABD bir bakıma veto hakkını elinde bulunduruyor. Dünya döviz rezervlerinin yüzde 63 oranında dolar olarak tutulduğunu, uluslararası döviz mevduatlarında doların yüzde 57 pay aldığını ve uluslararası ticarette faturalamanın yüzde 50 dolar cinsinden yapıldığını düşünürsek, yuanın rezerv para statüsü kazanması çabası karşısında ABD’nin elinden geleni ardına koymayacağını tahmin edebiliriz.

6 - Dengeleri korumak için yüzde 7 büyüme şart
Yıllardır yüzde 10’luk bir büyüme temposu yakalayan Çin’in, moda tabirle “yeni normal” büyüme hızı yüzde 7’ye çekildi. Çok ciddi bir gelir ve servet dağılımı bozukluğu bulunan Çin’de, sosyal bir çalkantı yaşanmaması için sade yurttaşın yaşam standartları iyiye giderken, yatırımların hızla sürebilmesinin anahtarı, en az yüzde 7 büyüme kabul ediliyor. Ne var ki son gelen Temmuz ihracat verileri yüzde 8,3 bir gerilemeye işaret ediyordu. Küresel kriz sonrasında ekonomiyi canlandırma paketini büyük ölçüde iç talebe dayandıran ülkede ihracatın gerilemesi uçağın bir motorunun stop etmesi anlamına geliyor. IMF’nin Temmuz’da büyüme tahminlerini 2015 için yüzde 6,8’e, 2016’da ise yüzde 6,3’e çekmesi tehlikenin ciddiyetini gösteriyor. Bu da yuanın değersizleşmesi yoluyla ihracatta rekabet gücünü artırmaktan başka çare bulunamadığını delalet ediyor.

7 - Çin’deki büyüme dünya emtia fiyatlarını belirliyor
2015’te petrolün yanı sıra diğer emtialarda da keskin bir düşüş gözlemleniyor. Gelişmiş ekonomilerde ortalama büyüme 2013’te sadece yüzde 1.4’tü. 2015 için ise yüzde 2,1 oranı öngörülüyor. Buna karşın, “yükselen ve kalkınan ülkeler” kategorisinde büyümenin yüzde 5’ten, yüzde 4,2’ye gerilemesi söz konusu. Söz konusu ülkeler, özellikle imalat sanayiinde daha fazla girdi kullanıp, daha düşük katma değer yaratabiliyorlar. Haliyle emtia taleplerinde zayıflama gözleniyor, bu da fiyatları aşağı çekiyor. Çin sırasıyla küresel alüminyum, bakır ve nikel tüketiminin yüzde 45, 43 ve 48’ini tek sahip. Yuanın değer kaybı dolar cinsinden fiyatlanan tüm hammaddeleri iç piyasada pahallılaştıracağı için kısa vadede talep kısılacak, dolayısıyla fiyatların düşüşü hızlanacaktır. Gelgelelim bu trendin sürmesi, orta vadede Çin’in ihracatta rekabet gücünün artmasını, üretimin, dolayısıyla talebin canlanmasını getirebilir.

8 - Borsa krizinden devalüasyona
Bilindiği gibi Çin’de Haziran’da başlayan bir borsa krizi yaşandı. Şimdilik, kamu otoritelerinin müdahalesiyle yüzde 25 civarında bir kayıpla kanama durmuş görünüyor. Kriz öncesi borsa endekslerinin hızla yükselişi, sayıları 100 milyona dayanan yatırımcılarda “zenginleşiyorum” hissi yaratıyor, bu da iç talebi tetikliyordu. “Refah etkisi” olarak da tabir edilen olgunun, bu kez yerini “fakirleşiyorum” duygusuna bırakması iç talebi olumsuz etkileyebilir. Böylelikle devalüasyon beklenen, iç talep eksikliğini ihracatla telafi ederek ekonomik yavaşlamayı törpülemek olabilir.

9 - Devalüasyonun ciddi yansımaları olacak
Öncelikle Çin’in şirketler kesiminin 1,6 trilyon dolarlık döviz cinsinden borçlarının maliyeti yükselecektir. Ülkenin devasa döviz rezervleri gözönüne alındığında, bu faturanın yıkıcı sonuçlarını bertaraf edecek cephanelikten söz edilebilir. Ancak, Çin’in Asya’daki yakın partnerleri/rakipleri Avustralya, G.Kore, Malezya, Tayvan, Singapur yuan devalüasyonundan öncelikle olumsuz etkileneceklerdir.Nitekim, bu ülkelerin paralarında hemen paralel bir düşüş yaşandı. Apple hisseleri iphone satışlarının dörtte birinin Çin’e olması nedeniyle düşüşe geçti. Burberry, Swatch, LVMH gibi lüks markalar da devalüasyondan benzer şekilde olumsuz etkilenecekler. KFC ve Pizza Hut gibi fast food zincirleri ise Çin’deki kârlarının düşmesi endişesiyle şimdiden kara kara düşünmeye başladılar. Buna karşın Çinli bilgisayar üreticisi Lenovo ellerini ovuşturmaya başladı bile. Ucuz Çin mallarının abonesi, çeşitli ülkelerdeki tüketicilerin de düşen fiyatlar nedeniyle bayram etmesi beklenmeli.

10 - Dünyada yeni bir krizi tetikleyebilir
Kapitalizmin küresel krizinin henüz atlatılamadığı, tatminkâsssr bir büyüme ve istihdam düzeyinin yakalanamadığı ortada. Panik psikolojisinin tetiklediği anlık refleksler, kısa vadede günü kurtarma politikaları, aslında daha derin yeni bir krizin tohumlarını atıyor. Böyle bir konjonktürde Çin’in “döviz savaşları” başlatmaya niyeti olmadığı açık. Ne var ki fırsatı ganimet bilen ülkeler, kendi paralarının değerlenmesini engelleme bahanesiyle yeni bir “ticaret savaşını” tetikleyebilirler. Düşen fiyatlar “deflasyon” tehlikesinin nüksetmesine, tüketicilerin fiyatlar daha da düşecek beklentisi ile harcamalarında frene basmalarına neden olabilir. Böyle bir belirsizlik ortamında yatırımlar da duraklar. ABD ve İngiltere merkez bankaları faiz artırma planlarını rafa kaldırır. Büyüme ve istihdam yavaşlarken, likidite bolluğu başta borsalar finansal varlık fiyatlarının daha da şişmesine yol açar. Özetle, 2007-2008 küresel krizine neden olan ekonomik iklimin katmerlisi ortaya çıkar. Üstelik kurtarma paketlerinin ağır faturası nedeniyle kamu borçları sıçradığı için, bu kez krizi yatıştıracak kaynak temini de zorlaşır.