Bağlamasını sadece halk müziğiyle sınırlı tutmayan Muhlis Berberoğlu’nu bir gün rap konserinde, bir gün elektronik müzik konserinde çalarken görebiliriz. Bağlamayla çıktığı keşfi anlatan Berberoğlu, “Bağlama hep eşlik enstrüman olarak kullanılmış. ‘Diğer enstrümanlar niye bağlamaya eşlik etmesin?’ sorusuna cevap yaratmaya çalışıyorum” diyor.

Enstrümanlar niye bağlamaya eşlik etmesin?

Cihangir KÖROĞLU

Anadolu’nun insanlığa armağanı diyeceğimiz birçok enstrümanın içerisinde bağlama her zaman ayrı bir yerde duruyor. Yüz yıllardır insanın her duygusunu bu denli net dile getiren bağlama elbette ki icracılarıyla can buluyor. Nice ustalar gören bu topraklar, dünya ne kadar değişirse değişsin yeni ustaları da filizlendirmeye daima gebe olduğunu bizlere gösteriyor.

Zamanının değişimi farklı tarzları hayatlarımızın içerisine dâhil etse de, halk müziği bu kültürün ne mutlu ki bir gerçeği. O gerçeklikle beslenerek zamanı yakalayan ve onu dinleyicilerin karşısına çıkaran isimlerden bir tanesi de 25 yaşındaki Muhlis Berberoğlu. Kendisini ve bağlamasını bir gün rap konserinde, bir gün elektronik müzik konserinde, bir gün de halk müziği konserinde görürseniz şaşırmayın. Berberoğlu ile yaptığı üretimleri ve bağlamayla çıktığı keşfi konuştuk.

Müzik dinleme alışkanlıklarının tamamen değiştiği bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir zamanda yaptığın müziği nasıl değerlendiriyorsun?

Popüler olmanın ve popülerlik algısının kötü bir şey olmadığını düşünüyorum. Sadece bu kaliteyle değerlendirilebilecek bir şey. Popüler, popüler değil, geleneksel, güncel bir durum yok aslında. Müzik müziktir ne olursa olsun, bir şeyin çok dinleniyor olması, çok talep görüyor olması onu diğerlerinden farklı kılmıyor. Bizim ülkemizde biraz şöyle algılanıyor, popüler müzik kötüdür ya da kalitesizdir, günü birliktir. Doğru olan kısımları var elbette, daha çok çıkarların özellikle de maddi çıkarların ön planda olduğu bir türe dönmeye başlamıştır gibi bir değerlendirme de yapılabilir. Ancak bu ülkenin güçlü bir pop tarihi ve önemli isimleri de var. Tarzların veya popüler olanların bir ülkenin tüm durumlarıyla doğrudan ilgisi var. Halk nereye gidiyorsa müzik de oraya gidiyor. Ben de halk müziği icra etmeye çalışıyorum. Kendimi bir yerde konumlandırmayı sevmiyorum çünkü bu beraberinde sınırlandırmayı da getiriyor. O yüzden kendi müziğim gibi değerlendiriyorum. Önüne arkasına bir şey koymuyorum.

Halk müziğinin Türkiye toplumu açısından yadsınamaz bir önemi var. Bugün her müzik türünü icra eden sanatçı bir şekilde türkülere de dokunuyor. Bu duruma nasıl bakıyorsun?

Müzik genetik olarak aktarılan bir sanat dalı ve olgu. Bu coğrafyada yaşayan herkesin bu topraklardan beslendiği melodilerin çok karakteristik cümleleri var. Ve bunlar kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Coğrafyalardan beslendiğimiz şeyler var. Müzik sadece bir enstrümanı çok çalışıp teknik açıdan kendini geliştirip bunu virtüözlük seviyesine getirip icra etmekle alakalı değil. Ne olursa olsun çaldığımız şey yine bu toprakların müziği. Ve dönüp dolaşacağımız yer yine burası. Çünkü bizim genimizde bunlar var.

Ne zaman ‘bağlama benim yol arkadaşım’ dedin?

Başladığım süreyi net bir şekilde hatırlamıyorum. Çünkü yaşım çok küçüktü. Gözümü açtım ve yanımda bağlamam vardı bile diyebilirim. Şu an 25 yaşındayım ve 20 yıldır etrafımda olduğu için zamanımı hep onunla geçirdim. Ancak bu yaşlarımda daha bir kaynaştık. Çünkü hayata dair duygu ve düşüncelerin oluşmaya, şekillenmeye başladığı yıllar bende de etkisini gösterdi.

Peki akademik olarak müzikle bağlantın var mı?

Tabii, İzmir’de bir güzel sanatlar lisesinden mezun oldum. Daha sonrasında Ege Üniversitesi'ne girdim yine müzik bölümüne ancak 6 ay sonra okulu bıraktım. Sonraki sene de Dokuz Eylül Üniversitesi Müzikoloji bölümüne girdim. Bir 6 ay sonra da onu bıraktım. Nedenine gelecek olursak, öncelikle mutsuzdum ve müziğimi sınırlandıracağımı düşündüm. Türkiye’de konservatuarlar çok kötü durumda. İyi müzisyeni kötü hale getirebilirler. Ve üniversiteler de mesele bir şeyin bilimini üretmekten çok her ayın 15’inde bankadan para çekmeyi bekleyen insanlarla dolu bir hale geldi. Üzücü.

BAĞLAMA HEP EŞLİK ENSTRÜMAN OLMUŞ

Son zamanlarda Gazapizm ve Islandman ile yaptığın işler alışılagelmişin dışında işler. Bağlama alt yapılarını duyduğumuz üretimlere denk geldik ancak direkt solo ve canlı işlere alışık değiliz. Ne hissediyorsun böyle üretim alanlarının içinde olmaktan?

Bağlama çalma kabiliyetimi keşfettikten sonra, kendi kendime şunu düşündüm, bağlama hep eşlik enstrüman olarak kullanılmış. Ya vokale, ya birinin arkasında çalmak gibi ya da grup bağlama dediğimiz TRT şekli. Bunlar kötü bir şey olduğu için demiyorum. Ancak bağlama böyle bir enstrüman değil. Bağlama solo bir enstrüman. Ve vizyonumu ve misyonumu tamamen bunun üzerine geliştirmeye çalıştım. Yani o yapılan çalışmalar olabilir ve olması gereken şeyler. Sadece daha önce cesaret edilmediği için olmuyordu. Ve benim yapmak istediğim müzik de tam olarak buydu. Hayal ettiğim şeyi seslerle, tınılarla ortaya çıkardım. Ayrıca ben bağlamanın bir şeye eşlik etmesini istemiyorum. Diğer enstrümanlar niye bağlamaya eşlik etmesin sorusuna cevap yaratmaya çalışıyorum. Bağlamanın senfoniye çalması heyecan yaratacak bir şey değil, senfoni orkestrasının bağlamaya eşlik etmesi o heyecanı yaratacak şeydir.

Bir röportajında bağlama ile olan bağını daha gerçekçi ve doğu romantizminin dışında olarak değerlendiriyorsun. Bunu biraz açar mısın?

Var olan veya olmayan bir şeye, kafanızda yarattığınız bir şey de olabilir tam tersi çok maddesel de olabilir ve ona çok fazla anlam yüklersiniz. O kadar çok anlam yüklersiniz ki o bir yerden sonra olmadığı şeklinde, olduğunun bilmem kaç katında falan görünür. Ve bu coğrafyada fazlasıyla yaygın. Benim daha gerçekçi bir yaklaşımım var. O bir enstrüman, bilmem ne ağacından yapılır, teknesi şudur ve ben varsam var ben yoksam yok. Tabii ki buradan işin romantik kısmını atladığım düşünülmesin. Romantik kısımı, ezgiler, sözler yaratır. Mesela biz Jimi Hendrix’in gitarını değil Jimi Hendrix’i konuşuruz, Neşet Ertaş’ın bağlamasını değil Neşet Ertaş’ın kendisini konuşuruz.

MÜZİSYENLERE SIRTINI DÖNMEK OLMAZ

Pandemi süreciyle beraber birçok sektör gibi müzik sektörü de ciddi anlamda etkilendi. Bu sürecin yönetimine dair ne düşünüyorsun?

Ülkemizde bu sürecin gerçekten yanlış yönetildiğini düşünüyorum. İnsanların çok çok az kısmı kriz dönemlerinde sanatı hayal eder, etkinlikleri arzular. Böyle bir dönemde bir müzisyen olarak benim de çok çalasım yok açıkçası, dinleyesim de yok. Eve kapanmış bir durumdayız üretimler ne kadar içimize sinebilir ki sosyal hayat olmadan. Böyle zamanlarda insanlar da mekânlar da orada burada çalması çalışması da beklenemez. Fakat kapatıldı da buna birinin destek de çıkması lazım. Sırtını dönmek olmaz. Eleştirilmesi gereken kısım burasıdır. Doğru yönetilse kimse ‘ben illa da konser vereceğim’ ısrarında olmaz zaten.