Epsilon farkı

MURAT MÜFETTİŞOĞLU / mmufettisoglu@gmail.com

Hegel’in, "tarihsel olaylar iki kez yinelenir” tespitine Marx, “ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak" karşılığını verir. Yaşasalardı her iki düşünüre de sormak isterdim: “Peki, bir ülkede aynı trajedinin son bir yıl içinde ‘on iki’ kez tekrar etmesine ne denir?”

Aşağıdaki yazıya başladığımda Atatürk Havalimanı katliamı yapılmamıştı. IŞİD canileri sahneye çıkınca bilgisayarımın kapağını kapattım; toparlanıncaya kadar da açmadım. Bu sayfalarda ve başka sayfalarda defalarca söylendi: Katil kim olursa olsun; biz muhalifler siyasal iktidarı, ona oy verenleri ve tekrar eden trajediler karşısında kafalarını kuma gömenleri biliriz. Ve her şeye rağmen söz söylemeye, hayatı kurmaya devam ederiz… Bıraktığım yerden yazıya devam ettim:

Matematikte sıfıra en yakın sayı ‘epsilon’ olarak tanımlanır, ancak sıfır değildir; pozitif bir büyüklüktür, bu yanıyla ‘mutlak bir farka’ tekabül eder. Soru: Beşer söz konusu olduğunda bu farkın karşılığı nedir?

Hayata dokunmak insanlara dokunmaktır; şu zamanda hem çok zor, hem çok kolay. Yirmi küsur sene sonra lise arkadaşlarımla sanal gruplardan birinde buluştuk. Üniversite, iş, aile ve sair meseleler rayına oturtulmuş, belli ki hatıralar canlanmış, bakiye ömürler de azalınca... Neresinden baksanız gereksiz bir bekleyiş! Peki, sorumlusu kim dersiniz? Sistem demeyin, yetmez. Özgürlük ve eşitlik talebinin nasıl ki failleriysek, kopuklukların ve yabancılaşmaların da failleriyiz. Gezi, biraz da bu ironik birikimin patlamasıydı. Kendi içinde adil ve bütüncül bir yaşamı savunurken, hakiki buluşmalara ve paylaşımlara ihtiyaç duymuştuk; yoksa her birimiz, baskıya, sömürüye ve eşitsizliğe karşı “Yemen’den öte bir yerlerde” kendimizce mücadele ediyorduk. Siyasal iktidarın ve onun elebaşının varlığı, birlikte mücadele vermenin yalnızca bir vesilesiydi. Ve Taksim, yıllar sonraki sanal karşılaşmaların gerçek mekânı olmuştu.

Malumunuz bu işler inanç ve bilinç işleri. İnancım o ki; ‘iyi şeyler’ an gelir kendilerini dayatırlar. Bilinçle ilgili kısmına gelince: İyi muhalefet yapmak, iyi politika üretmek demektir ve (salt) iktidara karşı pozisyon almakla sınırlı değildir. İktidardan azade, ‘birleşme, buluşma ve paylaşma dinamiklerinin önünü de açmaktır. O vakit ulaşamadıklarınız da size gelir. 2013 Temmuz’unda dişçime gitmiştim. Yazıp çizdiğimi az çok bildiğinden bana şöyle demişti: “Bugüne kadar politikayla hiç ilgilenmedim, tamamen apolitik takıldım. Olup bitenleri merak edip Gezi Parkı’na gittim. Çadırların olduğu kısma girmeden önce merdivenlere oturup sandvicimi yedim, peşinden sigara yakıp parkı dolaşmaya başladım. İçerisi müthiş kalabalıktı, renkliydi. Yaklaşık kırk beş dakika sonra panikle merdivenlere doğru koşmaya başladım. Çantamı merdivenlerde unutmuştum, üstelik cep telefonum ve cüzdanım da yanındaydı. Vardığımda bıraktığım gibi durduklarını fark ettim.” Tedaviyi falan bırakıp yaşadığı olay üzerine konuştuk. Dilim döndüğünce gerçek ahlaktan, insanca yaşamın olanaklarını yaratmaktan, bunun için müdahil olmaktan, bütün bunların da ‘iyi politika’ üretmek anlamına geldiğinden söz ettim. Politikanın modern yaşamın bir görüngüsünden başka şey olmadığını, zamanla ve mekânla da sınırlanamayacağını iddia ettim. “Apolitiklik de politikaya dâhildir ve iktidarın bir yengisidir” diyerek bitirdim. İlgiyle ve dikkatle dinlemişti. Durduk yerde gözlerinin açılmasını beklemiyordum. Ancak, ne zaman ne büyüklükte açığa çıkacağı bilinmeyen bir ‘epsilon farkının’ oluştuğunu hissetmiştim. Daha sonra telefonla arayıp kendisi için kitap listesi rica etmişti…

Metafiziğin ‘ruh’ kavramıyla işimiz olmaz. ‘İnsana has fikir yürütme kabiliyeti’ demek olan ‘tin’ ise ruh kavramından apayrıdır. İyiyi bilinçli olarak tercih etmek ve ‘arzuyu’ canlı tutmak Kolektif Tin’in yaşamasına katkı sunmak demektir. Arzu, yaratımın ve üretimin motor duygularındandır, lakin iktidarın sıcaklığı karşısında uçucudur. Tin ise, epsilon farklarını biriktirerek büyüten tekrarlarla oluşan, azalan arzuları da canlandıran olgudur; dahası, yaşama yeniden sahip olabilmenin biricik zeminidir. Kolektif Tin’in adeta bir hayalet gibi ülkeyi dolaştığı Gezi Zamanları’nı unutmak; iyiyi ve umudu unutmaktır. Freud, kitle psikolojisinin -ki Kolektif Tin’in ta kendisidir- ruhsal bulaşma ve ateşleme mekanizmalarıyla kurulduğunu söyler. İktidarın amacı bu zemini bozuma uğratmaktır. Kimi muhalif merkezler ve anlayışlar da –isteyerek veya istemeyerek- bozuma katkı sunarlar. Kendi etki alanı içindeki muhalif eylemleri illegal kılıp kriminalize etme meraklısı bir siyasal iktidardan bağımsız mücadele ve varoluş seçenekleri, aslında sosyal yaşama karıştığımız anda edindiğimiz becerilerden oluşur. Nietzsche bu durumu ‘çocuk ve oyun’ ilişkisiyle anlatır. Çocuklar oyun kurarlar ve sonra bozarlar; derken yeniden kurarlar, yeniden bozarlar. Böylece, özne olarak ‘çocuk’ ve onun biricik eylemi olan ‘oyun’, bitmek tükenmek bilmeyen tekrarlarla adeta mutlak hale gelir. Politik özne/toplumsal fail sorununun çözümü biraz da bu analojide gizlidir. Biz yetişkinlere düşen, zamanlar ve koşullar üstü kurucu eylemlilikleri sabırlı ve sayısız tekrarlarla olgunlaştırmaktır.

İyi politika yapmaya çalışırken kötü politikaya katkı sunmak, (bir gün) iktidar olmayı hedefleyen muhalif anlayışların temel çelişkilerinden biridir. İktidarın yapısal/taktiksel değişkenlikleri karşısında, muhalefetin ‘aynı düzlemde ve karşıt pozisyonda’ ısrar etmemesi, kendi özgün hamlelerini de geliştirmesi gerekir. İsrail ve Rusya skandallarını hat safhada ilkesiz ve ucuz diplomasiler üzerinden ikinci birer skandalla “bertaraf etmeye” yeltenen bir iktidar anlayışını kuşkusuz eleştirmek gerekir. Ama yetmez! Geçenler dostlarımdan biri meseleyi tek cümlede enfes biçimde özetledi: “Bunlar öyle yaratıklar ki, kırılacak omurgaları bile yok!” O halde biz muhaliflere düşen ikinci önemli iş, iktidar organizmasını farklı yöntemlerle çürütmektir.

Hayatı insanca ve tadında yaşamak, hayata geldiğimiz anda elde ettiğimiz doğal bir haktır. Bu hakkı vermeyen siyasal iktidara boyun eğmemek, onun kötücül politikalarını bozmak, yaşam alanımızı kurmanın çabasından vazgeçmemek, velhasıl ‘sömürüsüz ve sınıfsız hayat’ inadından geri adım atmamak bir tercih değil, bir zorunluluktur. Kötüyle mücadele ederken hayatı tadında yaşamaya çalışmaktaysa utanılacak bir taraf yoktur. Nietzsche, “ömür dediğin doğumla ölüm arasında parlayan bir ışıktır. Onu daha da karartma!” der. Bu bağlamda Devrim, gündelik yaşamın bağrından göz kırpan ışığın adıdır; bilinmez bir geleceğe havale edilemez. Muhalif öznelerin üzerinde düşünmesi gereken kritik çelişkilerden biri de budur. Tarihsel öneme sahip ideolojik projeksiyonlardan ve felsefi normlardan kesin kopuşlar söz konusu olamaz. Yalnızca, daha kapsayıcı ve daha derinlikli bir bakışa ihtiyacımız var ve bunun politik düsturu bellidir: somut koşulların somut tahlili!