Kadir İncesu Şiirleri çeşitli dergilerde yayınlanan, BirGün röportajları ile tanınan Burak Abatay 2019’a büyük bir sürpriz ile girdi. Abatay’ın, şair Şükrü Erbaş’ın 40. sanat yılı için hazırladığı “Bir Dünya Şarkısı Şükrü Erbaş” adlı kitabı Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlandı. Abatay ile kitabı konuştuk. ▶️ Şükrü Erbaş’ın bir okuru olarak çok önemli bir çalışmaya imza attın. […]

Erbaş şiiri bir anadan doğdu, halkla büyüdü

Kadir İncesu

Şiirleri çeşitli dergilerde yayınlanan, BirGün röportajları ile tanınan Burak Abatay 2019’a büyük bir sürpriz ile girdi. Abatay’ın, şair Şükrü Erbaş’ın 40. sanat yılı için hazırladığı “Bir Dünya Şarkısı Şükrü Erbaş” adlı kitabı Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlandı. Abatay ile kitabı konuştuk.

▶️ Şükrü Erbaş’ın bir okuru olarak çok önemli bir çalışmaya imza attın. Şükrü Erbaş için kitap hazırlama düşüncesi nasıl oluştu?

Şükrü Erbaş, şiirle tanışmamdan kısa bir süre sonra karşıma çıktı. Bu elbette ki benim edebiyatla ve özellikle de şiirle kurduğum bağ içerisinde belirleyici bir roldü. Lise yıllarımdan bu yana Erbaş’ın şiirini takip etsem de başka bir eşiğe atlamama vesile olan Yaşıyoruz Sessizce kitabı olmuştu. Şu an da değişen bir şey yok aslında. O kitabın verdiklerini hâlâ her an cebinde taşıyanlardanım. Ve bu yüzden kendisine bir teşekkür etmek istedim. Haluk Hepkon, kendisine bu fikri açtığımda tereddüt dahi etmeyip, fikri kabul etti. Şiirin sofrası geniştir. Biz de eş, dost, cümbür cemaat oturduk, Şükrü ağabeye teşekkür ettik.

Kadir İncesu, Şükrü Erbaş ve Burak Abatay

▶️ Şiir yazan birisi olarak bir şairin/yazarın yazdıklarıyla okurda yarattığı etkiyi nasıl değerlendiriyorsun?

Şiir ile düzyazı arasında birtakım farklar gözetiyorum. Bir roman yahut öykü yazarı bunu yapmıyor diyemem fakat şairin kendinden daha fazla şeyi ortaya koyduğunu düşünüyorum okura karşı. Üstelik daha çabuk ve doğrudan teslim ediyor kendini. Edip Cansever’in yalnızlığı, Turgut Uyar’ın mutsuzluğu ya da Melih Cevdet Anday’ın umudu böyle böyle böyle geçti bize.

▶️ Şükrü Erbaş şiiri için ne söylersin peki?

Onun şiirinin bir okuru olarak bendeki yansımalarından söz edebilirim. Konuşma dilinde her an duyamayacağımız ya da sarf edemeyeceğimiz bir üslubu, sevinçle, kederle düşündüğümüz, hayal ettiğimiz; canımızın yanması, âşık olmamız gibi hissettiğimiz; yumruğumuzu sıkarak direndiğimiz anlarla büyük bir ustalıkla buluşturuyor. Üstelik kimseye sırtını dönmeden. Bilakis biz halkın, biz sokağın koluna girerek. Diyebilirim ki, onun şiiri bir anadan doğdu ve halkla büyüdü.

▶️ Kitapta neler var?

Şair, yazar, editör ve yayıncı 29 ismin yazısı var. Kapakta ise Semih Poroy imzalı bir Şükrü Erbaş portresi var.

▶️ Yazılarda Şükrü Erbaş’ın pek bilinmeyen tarafları da anlatılıyor. Seni en çok hangi tespitler etkiledi?

Şükrü ağabeyin halk müziğiyle, ozanlarla ve fıkrayla, hikâyeyle kurduğu ilişkiyi çok fazla kişiden okuyoruz. Sokaktan geri durmayan, mazlumla yanyana olan, siyasete de girmiş, insanların hayatlarına dokunmuş bir adam çıkıyor karşımıza. Bahsini ettiğim samimiyetin her yazıda ilmek ilmek dokunduğunu hissediyorum.

▶️ Erbaş’ın şiirdeki hikâye dili için neler söylemek istersin?

Şükrü ağabeyin şiirini anlatacak olanlar ‘şiirhikaye’ noktasını kaçırmazlar. Kitapta da bunun sıkça bahsi ediliyor. Tam da bu noktada kitaptaki Ahmet Telli’nin yazısının şu bölümünden alıntı yapabilirim: “2018’de yayımlanan Kuş Uçar Kanat Ağlar tam da sözünü etiğimiz atmosfer yaratma özelliğinin zirvesidir. Düzyazı yöntemini sürdürmesi de bunu kolaylaştırıyor gibi. Önceki kitaplarında da düzyazı şiirleri vardı elbette. Ama Kuş Uçar Kanat Ağlar’da Şükrü Erbaş, düzyazı şiirin adı anılacak bir şairi olduğunu gösteriyor. Kitabın alt başlığı “ŞiirHikâye” ise de, hikâyeden çok şiir olduğu görüşündeyim. Kitabı okuyup bitirdikten sonra şiirlerdeki cümleler dolanıp duruyor zihnimde: ‘Çocuklar annelerinin sesiyle örterler üstlerini…’, ‘Eşiklerimizde çırpınan pıtraklı bir yorgunluk…’”

Burak, kalbimin güzel oğlu, dostu, yoldaşı…

Şükrü Erbaş’a da Burak Abatay’ın hazırladığı kitapla ilgili duygu ve düşüncelerini sorduk. Erbaş tüm içtenliğiyle yazıya döktü duygularını.

“Ben ne kadar geri çekilerek yaşamak istediysem, insanların hayal hanelerinde harflerden bir insan olmak istediysem, yazdığım şiire gölge olmak istemediysem, o kadar ortalarda oldum. Ne zaman benimle ilgili bir şey yapılsa, iyi bir söz söylense, bir yazı yazılsa, ya da bir jest yapılsa, açıklanamaz bir mahcubiyetle kekeleyip kaldım, kalıyorum. Ancak ne yazık ki okur dediğimiz sonsuzluk, bilinemez, masumiyet, iyilik duygusu, bizden yapılmış keder, beni hiç durmadan çekip çekip kalplerinin hizasına götürdü, götürüyor. Hayır demek yazdıklarıma ihanetmiş gibi bir duyguyla davet ediyorlar. Ben gidiyorum. Yazdıklarımın nasıl ete kemiğe büründüğünü görüyorum. Onlar yaşadıkları boğuntunun nasıl dile dönüştüğünü görüyorlar.

Sevgili Burak Abatay’ın bu ince, büyük, içten emeği de bana bu söylediklerimi yaşatan bir başka mahcubiyet oldu. Önceden düşüncesini söyleseydi, “aman Burak, git ciddi bir işle uğraş” derdim. Yayınevimin güzel sahibi sevgili Haluk Hepkon’la görüşmüş önce. Haluk, zarif. Olur demiş. Sonra aklında isimlerle bana açtı konuyu. Bir çeşit emrivaki kısaca. Bir kerteriz noktası gerekiyordu, o da, bir dergide ilk şiirin yayımlandığı tarih olsun dedi. Yoksa lise yıllarına gitmek gerekecekti!
Ve sonra insanlardan yazılar istendi… Kitapta 29 isim var. Bıraksak bir o kadar daha olacak. Pek çok arkadaşıma haksızlık ettiğimiz duygusu yakamı hiç bırakmıyor ama o zaman da kitap sanırım bin sayfaya çıkardı. Kapak, dünyalar güzeli dostum Semih Poroy’un benimle ilgili bir çizimi. Kapağı görünce bunca uzaktan uzanıp Semih’i kucakladım, öptüm. Kalbimin bana söylediği, kitaptaki her bir cümle kadar bir “borca” girdim. Uzayıp gidecek, toparlayayım: sevgili Burak, ömrüm olursa senin 40. yılında sana uzun bir yazı sözüm olsun. Nasıl bir keyifle yazarım, bunu azıcık biliyorum. Kalbinden öpüyorum, kalbimin güzel oğlu, dostu, yoldaşı…”