Erdal’ımıza… 40 yıl sonra bir kez daha… Bir kez daha…

erdal-imiza-40-yil-sonra-bir-kez-daha-bir-kez-daha-816126-1.Meral Bekar*

Erdal ile Mamak Askeri Cezaevi’nde tanıştım.

Yıl 1980 Ocak… Ülkede sıkıyönetim var. Esenevler Lisesi’nde görev yaparken 153 lise öğrencisi ile birlikte gözaltına alındım. Öğrenciler, Maraş Katliamı’nın 1. yıl dönümünde, katliamı protesto ettikleri için açığa alınan öğretmenlerinin, göreve iadesini istiyorlardı ve bu nedenle okulu işgal etmişlerdi. Yüzlerce polis ve asker doluştu okul koridorlarına... Öğrencilerle birlikte beni de gözaltına aldılar.

Erdal, her gün kadın koğuşunun penceresinin altına gelir ve yarım saat boyunca sohbet ederdik. Koğuşumuza yeni gelen kızlar Erdal’ı görebilmek, tanışabilmek için üşüşürdü demir parmaklıklı pencereye... Erdal tüm dünyada yankılanıyordu o sıralar. Ne mi konuşurduk her gün? Her şeeey... Koğuşa yeni gelenleri tanıştırma, gazete haberleri, ülkedeki gelişmeler, koğuştan haberler, şakalaşmalar, espriler... Ve çokça da gülüşürdük. Biraz mahcup gibi görünürdü ama çok esprili idi Erdal. Dalga geçmeyi de iyi bilirdi. Benimle de çok dalga geçmişliği vardır. Erdal için hepimiz endişeleniyorduk, elbette ama bunu yansıtmazdık konuşmalarımıza...

Bir ay içinde iddianamesi hazırlanmış, davası hemen görülmüş, cezası da kesilmişti. Acelesi vardı cellatların. Gözdağı verilmesi gerekiyordu milyonlarca insana...

1983’te cezaevinden çıktığımdan hemen sonrasından başlayarak hep anlattım Erdalımızı… Çok anı yazıldı bu süreçte Erdal ile ilgili… Aynı şeyleri anlatmak istemiyorum artık. Ama şunu mutlaka söylemem gerek.

Askeri faşist darbenin tetikçisi Cezaevi Müdürü Albay Raci Tetik, amaçlarının, mahkûmların gözlerini “ölü balıkgözü”ne çevirmek olduğunu itiraf etmişti bir zorunlu karşılaşmada... Tanığıyım. Tek başına bu söz bile yeter sanırım yaşatılanları, yaşananları anlamaya… O kocaman yüreğiyle Erdal, işte o koşullardan çıkıp yürüdü darağacına. Hiç kolay değildi darağacındaki o dik duruş. O koşulları yaşamış biri olarak saygım büyük körpecik Erdal’a. Sevgim ise burnumun direğini sızlatır adını her andığımda.

Ama… İşte artık… Bugün artık başka şeyler söylemek lazım.

Yine zor bir süreçten geçiyoruz. Dün Erdal’ı asanlar bugün de gençliğin hayatını çalıyor. En aşağılık yöntemlerle saldırıyorlar evlatlarımıza… Çok karanlık bir gelecek inşa edilmeye çalışılıyor. Bugün de dayatıyor hayat, boyun eğmemeyi… Kazanmamız gerek, yeniden hayatı…

Boyun eğmedi Sinan, Erdal, Ercan. Boyun eğmedi bu çocuklar. Boyun eğmemeyi, bugün yine dayatıyor hayat… Üstelik her alanda ve her birimize… El ele verip seslerimizi, soluklarımızı birleştirip geleceğimize sahip çıkmazsak eğer, daha da büyük acılar yaşanacak.

Ekranlardan evlerimize kan, kin, nefret, “intikam” hezeyanları boca edilirken… Yaşamlarımız... Sadece bizim de değil, bizden sonraki kuşakların da yaşamı çalınmak isteniyor.

Boyun eğmeme zamanı dostlar. Karanlığı savura savura yürüyenlere de gelecek kuşaklara da borcumuz, sorumluluğumuz var.

Biliyoruz ki, boyun eğmeyenler, direnenler, mücadele edenlerle deviniyor ve geleceğe ilerleyebiliyor. Dünya... İnsanlık... Bedel ödemeyi göze alanların cesareti olmasaydı, ‘dünya dönmüyor’du, ‘tepsi gibi dümdüz’ idi ve öküzün boynuzları üzerinde idi!.. Hâlâ…

Karanlığı savura savura yürüyenlere, boyun eğmeyenlere, bedel ödeyenlere borcumuz var. Bu kez evlatlarımızla birlikte… Hatta torunlarımızla… Yitirdiklerimizin seslerini de sesimize katıp, bugün de haykırıyoruz işte en gür sesimizle…

Çünkü biz, halkız. Yalnız, zayıf ve güçsüz değiliz. Üstelik az da değiliz, genciyle yaşlısıyla kadınıyla erkeğiyle, milyonlarca halkız biz… Halklar, biziz.

En dokunaklı ağıtlar da bizlerin dudaklarından dökülür, en neşeli coşkulu türküler de… Birlikte halaya horona durmayı da en iyi biz biliriz.

Ağıtlarımızla coşkulu türkülerimizle, şarkılarımızla… Devam…

*Erdal Eren’in arkadaşı.