Erdal Abi, edebiyat yapıtlarının dönemlerden bağımsız ele alınması gerektiğini söylüyor bir röportajında: “12 Mart’ın etkilerini yapıtlarına ilk taşıyanlardan biri olarak, Yaralısın adlı romanım da, Kanayan adlı öykü kitabım da, Gülünün Solduğu Akşam ve Defterimde Kuş Sesleri adlı anı-romanlarım da, 12 Mart için de, 12 Eylül için de geçerlidir bence.”

Erdal Öz’ün anısına: Gülünün Solduğu Akşam

Ayşe Sarısayın - Yazar

Bugün günlerden Gülünün Solduğu Akşam. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın 1972’de idam edilmelerinin kırk altıncı, Erdal Öz’ün ölümünün on ikinci yıldönümü. Bugün 6 Mayıs, Turgut Uyar’ın unutulmaz dizesini yeniden hatırladığımız gün: “Herkes ne zaman ölür; elbet gülünün solduğu akşam!”

Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edildiğinde kitaplar sevdalısı bir ortaokul öğrencisiydim. Çocuk yaştaydım, ülkemde neler olup bittiğinin pek farkında değildim henüz. Evdeki konuşmalardan kulağıma çalınanlar vardı elbette; amca, teyze bildiğim yakınlarımızın gözaltı haberleri, babamın gitgide suskunlaşması, annemin sessiz isyanları… Çevremdeki yetişkinler dünyasına derin bir acı ve üzüntü hâkimdi, ama dışarıda her şey bambaşkaydı. Gazetelerin kara manşetlerinde, radyo haberlerinde vatan hainlerinden, şehir eşkıyalarından çokça söz edilirken, idamların engellenmesi için açılan imza kampanyaları, toplanan binlerce imza haber bile olmuyordu.

Erdal Öz’ün kitaplarıyla ve ülke gerçekleriyle tam da bu dönemin ardından tanıştım –çok sonraları kendisiyle de tanışacak, kısa sürede dost olacak, ölümünden sonra yaşam öyküsünü, Unutulmaz Bir Atlı’yı yazarken tekrar o günlere döndüğümde, idamlara karşı imza toplayanların arasında Erdal Abi’nin de olduğunu ve idamları engelleme amacıyla gerçekleştirilen bir uçak kaçırma eylemini örgütleme suçuyla gözaltına alındığını öğrenecektim…

1973 yılında yayımlanan Kanayan, Erdal Öz’den okuduğum ilk kitaptı. Kanayan’daki öyküleri ve onu izleyen Yaralısın romanını okuduğumda insan olmanın utancını yaşarken, bana bu duyguyu yaşatan yazara minnet duymuştum. Tıpkı Füruzan’ın Kırk Yedililer’inde, Sevgi Soysal’ın Şafak’ında ve döneme ilişkin başka örneklerde olduğu gibi…

Erdal Öz’le tanıştığımda 1971 ve 1972 yıllarındaki iki ayrı tutukluluk dönemine ilişkin anılarını derlediği ve “Gülünün Solduğu Akşam’ın devamı gibi de okunabilecek” son kitabı Defterimde Kuş Sesleri yeni yayımlanmıştı. Anılan her kitap, kendi anılarını getiriyor beraberinde. Defterimde Kuş Sesleri her şeyden önce yayınevinde bir akşamüstü benim için. Erdal Abi’nin sesinden dinlediğim bir Edip Cansever şiiri, “Mendilimde Kan Sesleri”, kitabını imzalarken anlattığı Ahmet Abi’yle tanışma hikâyesi… Edip Cansever’in kitaba adını veren “Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar / Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar / Mendilimde kan sesleri” dizeleriyle Cemal Süreya’nın “Nasıl olsa bir gün / Döneriz bu yollardan geri / Senin elinde bir mendil / Öbüründe kuş sesleri” dizeleri…

Erdal Abi edebiyat sevgisini ve birikimini toplumsal duyarlılık ile birleştirmiş, yaşadığı çağa dair tanıklıklarını edebi gerçekliğe dönüştürmeyi başarmış bir yazar, edebi kaygıları göz ardı etmemeye özen göstermiş bir yayıncı. Çocukluğu ve ilk gençliği Anadolu’da, yargıç olan babasının atandığı şehirlerde geçen Erdal Öz, İstanbul Üniversitesi’nde başladığı hukuk eğitimine Ankara’da devam eder, ancak tüm yaşamını yönlendirecek olan edebiyat tutkusu onu farklı bir yola götürür. Öğrenciliği sırasında bir grup arkadaşıyla birlikte çıkardıkları a dergisi serüveni –ki bu gençler edebiyatımıza yeni bir soluk getiren “50 kuşağı” olarak anılacaktır sonraları-, Ankara’da açmış olduğu ve düzenlediği imza günleriyle, edebiyat buluşmalarıyla öncü sayılabilecek Sergi Kitabevi, 12 Mart döneminde aylarca cezaevinde kaldıktan sonra Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a göçmesinin ardından yönettiği ve çocuk edebiyatı alanında büyük ilgi devşiren Arkadaş Kitaplar, 12 Eylül’ün olağandışı sert koşullarında üç kişilik küçücük bir ekiple kurduğu Can Yayınları…

Zorlu yollardan geçip 2006 yılında bu dünyaya veda ederken, ardında Türk ve dünya edebiyatından sayısız eseri okurla buluşturan saygın bir yayınevi bırakması etkileyici bir başarı hikâyesi kuşkusuz, ancak bu hikâyenin akışını Erdal Abi’nin iki temel özelliği belirliyor sanırım: Edebiyatı her şeyin önünde tutması ve muhalif kimliğini her koşulda koruyabilmesi…

Türk Dil Kurumu’nda ve Ankara Radyosu’nda çalışırken doğru bildiklerinden taviz vermeyen ve sözünü sakınmayan tutumuyla, Türkiye İşçi Partisi’nin Çankaya ilçesi üyesiyken partiden uzaklaştırılmayı göze alarak yaptığı eleştirilerle, idamlara karşı topladığı imzalarla, 12 Eylül döneminde Can Yayınları’nı kurduktan sonra da “Aydınlar Dilekçesi” ve “Düşünce Özgürlüğü” davalarında üstlendiği rollerle, izleyen yıllarda cezaevlerindeki haksız uygulamalara karşı başlatılan açlık grevlerine ve ölüm oruçlarına yaklaşımlarıyla dikkat çekiyor. Yalnızca siyasi nedenlerle değil, yayımladığı kitapların kamuoyunda “muzır yasası” olarak bilinen yasa gereği yasaklanması yüzünden de sıkça mahkemelere çıkıyor; ülkenin demokratik gelişimini olumsuz etkileyeceğine inandığı her uygulamada tepkisini ortaya koyuyor, desteklediği görüşü savunanların yanında yer alıyor.

Erdal Öz yarım bıraktığı hukuk eğitimini -biraz da babasına tepki olarak- yıllar sonra tamamlamıştır. Diplomasını aldığında yolunu çoktan çizmiştir, bu alanda çalışmayacağı bellidir artık. Ama bu eğitim, çeşitli nedenlerle çıktığı mahkemelerde savunmalarını hazırlamasına yardımcı olur. Daha da önemlisi, aynı cezaevinde kaldığı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının koğuşuna girerek onlarla konuşabilmesini, kendisine anlatılanlardan yola çıkarak Gülünün Solduğu Akşam’ı kaleme alabilmesini de hukuk diplomasına borçludur büyük ölçüde.

Erdal Abi, edebiyat yapıtlarının dönemlerden bağımsız ele alınması gerektiğini söylüyor bir röportajında: “12 Mart’ın etkilerini yapıtlarına ilk taşıyanlardan biri olarak, Yaralısın adlı romanım da, Kanayan adlı öykü kitabım da, Gülünün Solduğu Akşam ve Defterimde Kuş Sesleri adlı anı-romanlarım da, 12 Mart için de, 12 Eylül için de geçerlidir bence.” Bu kitaplarda anlatılanların tekrar yaşanmayacağı, edebi metinlerin sadece edebi değerleri için okunacağı ve insanlık tarihinin utançlarına yenilerinin eklenmeyeceği günlerin gelmesi dileğimi yineleyerek, değerli dostumu sevgi, saygı ve özlemle anıyorum.