Köşe yazarlığı zor bir meslek. Yazdıklarınızda haber niteliği, bilgilendiren bir yan olacak öncelikle, bunu da daracık yerinizde 350-400 sözcükle gerçekleştireceksiniz. Hele konu bilimsel bir çerçevede ele alınası içeriğiyle, örneğin cinsellikse, vay vay vay...

Geçen hafta bir okuyucumuz “Sizi köşe yazılarınızdan ve sosyal aktiviteler’inizden takip ederim,” girişinden sonra, “Yazınızda bahsedilen ‘hermafhrodite’ kromozom sayısıyla ilgili bir hastalıktır ve genetiktir. Toplumda bu hastalıktan yüzlerce vak’a var.” diyerek, 15 satırlık bir özet değerlendirmeyle, “Bana göre bu yazınızda bu konunun altını çizmek istediyseniz maalesef eksik kalmıştır...” diye bitiriyor eleştirisini. Öncelikle “Hangi konunun?” diye sorasım geliyor. Tartışılacak erdişi(Hermafrodit) sayrılığı mı? Sayrılıktır ya da değildir demedim, bu alana girmedim... Okumaktan gözlerim çıktı. Bakmadığım araştırma-inceleme nerdeyse kalmadı. Bence işin özü şunlarla sorgulanmalı: “Kendisinin ne olup ne olmadığımı mı yoksa ona bakış açısı mı? Önemli olan, egemen düşünce, toplumsal değerler ve inançlar bağlamında ona nasıl yaklaşıldığı mı? Bireyin kendi istemiyle cinsel kimliğini taşıma, cinsel seçimlerini özgürce yapabilme ya da yapamama, ayrımcılık sorunsalı mı?

Cinselliğe değinen nerde bir yerde ‘sayrılık’ sözcüğü-anlatımı geçse, genelde varacağı nokta toplumda dışlanma aşağılanma...

23 Mayıs 2014 tarihli “Hermafrodit Bülent’in Çilesi” (Gülden Aydın - Fotoğraflar: ) başlıklı söyleşi oldukça etkili. Kimi alıntılar:

“Sokağa çıkamıyor. Parmakla gösteriliyor, alay ediliyor, tacize uğruyor. Yetmezmiş gibi evi taşlanıp yakılmak isteniyor. Bülent, nefret suçu mağduru... Bülent Coşkun, çift cinsiyetli doğduğu için toplumun kendisini cezalandırdığını anlatıyor, yardım istiyordu. Merkezde buluşup iki adım attığımızda tüm gözler, vücudu ve giyiminde kadın ve erkeğin bir arada olduğu Bülent’e çevrildi. Trafikteki araçlar duruyor, insanlar birbirine işaret ediyor, gülüyorlardı. Bülent ağlamaklı, biz boğulacak gibi olduk. Bir kafeteryada oturup röportaj yapmak imkânsızdı, kır evine gittik... İki ablasından sonra çift cinsiyetli olarak doğdu. Babası onu erkek yapmaya kararlıydı. 14 yıl önce büyük acılar veren 6 ameliyatla vajinası kapatıldı, idrar yolu erkeklik organına bağlandı. Ancak geçirdiği operasyonlar başarısız oldu. 2000 yılında aynı doktor, 8 kez daha ameliyat edeceğini söyleyince kaçtı. 2012’ye kadar ameliyat hataları nedeniyle hayatı işkence içinde geçti... ‘Eve gelip aileme ‘Beni ne hale soktunuz’ dedim. Depresyona girdim. Evden kaçıp İstanbul’a geldim. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli’yi buldum. Her şeyi anlattım. Tedavi etti beni. Bir yıl sonra da babamı götürdüm. Özel olarak konuştular. Babam beni anladı, o günden sonra baskı yapmadı... Geçtiğimiz aralıkta Kocaeli Araştırma Hastanesi’nde Prof. Melih Çoban’a gittim. Allah’ın verdiği kadınlık organımı geri istiyorum, dedim. ‘Zor ama deneyeceğiz’ dedi. İki ameliyat oldum. Üçüncüyü 25 Nisan’da yaptı ve kadınlığımı yeniden kazandım... Erkeklik organımla da barışığım... Çift cinsiyetin ne olduğunu devlet okullarda öğretsin, Diyanet camilerde vaaz verdirsin. Devlet benim gibiler için Özgürlük Yasası çıkarsın. Aşağılayanlara ağır cezalar versin. Devlet bana yüzde 61 engelli rapor verdi. Engelli kontenjanından çalışamam ki. Taciz ederler, çok üzerler beni... Öldüğümde beni kadınlar mı yoksa erkekler mi yıkayacak?...”

Son bir alıntı Yusuf Özal Çelik’ten: “İki cinsel organın tek bir vücutta birleşmiş olması mıdır bir ‘hastalık’, yoksa ataerkil toplumların iktidar ilişkileri yüzünden hiçe sayması mıdır öteki’leri?”(www.kaosgl.com/sayfa.php?id=18207)