Bundan sonraki süreçteki restorasyonu sermaye kesiminin dönüşüm talepleri olarak görmek gerek. Fakat bunun da dönüşebilmesi için emek rejiminin de dönüşmesi ve nitelikli hale gelmesi gerekiyor. Solun ittifaka desteğinin istenmesini de burada aramak lazım.

Erdoğan büyük sermayeye istediğini veremedi

Şöyle bir soruyla başlayabiliriz; Türkiye’nin yaşadığı kriz çerçevesinde sermaye fraksiyonlarının birbirleriyle ve iktidarla ilişkileri nedir? Bu ilişki ve fraksiyonel çatışmalar siyasete nasıl yansıyor?


Tek tek sermaye gruplarının iktidarla ilişkilerine bakarsak, örneğin “Koç Grubu’nun Erdoğan’la buluşması, Koç’a verilen bir teşvikti ve iktidarla büyük sermaye arasında bir çelişki, sürtüşme vardı bu sürtüşme ortadan kalktı” veya “herkes yandaş oldu” gibi değerlendirilebilir. Tek başına AKP bir ihaleyi Beşli Çete’ye verdiğinde AKP’nin sadece kendisinin de ortak olduğu düşünülen bu sermaye kesimini kolladığı, kendi tabanı için bile kapsayıcı bir politika üretemediği şeklinde bir yargı var. Her iki bakış açısının da denk düştüğü siyasal durumları da şöyle tarif edebiliriz: AKP’nin mutlak bir sermaye iktidarı olduğu düşüncesi genellikle sosyalist cephede karşılık bulan fikir. Onlara göre sermaye devlet aygıtını amacı doğrultusunda dönüştürmüş ve baskıcı bir rejim kurmuş. İkinci görüş ise sol, sosyal demokrat cephenin bakışına tekabül ediyor. Bunun çerçevesi de Beşli Çete, yandaş sermaye, kamusal rantın aktarımı şeklinde çiziliyor. Bunun yanında AKP’nin bu sıkışmışlığına rağmen sınıfsal tabanını bütünüyle yandaşlarından oluşturduğunu düşünmek de büyük bir hata. Neredeyse muhalefet blokunun pek çoğu AKP’yi inşaatçı şirketlere sıkışmış ve onlara kaynak aktaran bir mekanizmaya indirgemiş halde, bu da büyük oranda geçerli değil.

Bugün özellikle TÜSİAD’ın temsil ettiği sermaye sınıfıyla iktidar arasında keskin bir kopuşun yaşanması dikkat çekiyor. Çelişki sadece TÜSİAD ile iktidar arasında da gerçekleşmiyor. Bir nevi geleneksel olarak tanımlanan büyük sermaye grupları ile ulusal pazara üretim yapan orta ölçekli, biraz daha siyasal iktidarın himayesinde ve uyguladığı politikalarla gelişmiş sermaye fraksiyonları arasında Türkiye kapitalizminin nasıl yönetileceği sorusu çerçevesinde bir uzlaşmazlık söz konusu. Muhalefet de bu çelişkiyle siyaset yaptığında toplumsal bir dönüşüm yerine restorasyon öneriyor. Burada şunu da vurgulamak gerek, muhalefet sanki halkın yoksulluğunu, emekçilerin durumunu, köylünün ekolojik mücadeleye katılmasını görmediği için böyle bir politika inşa edemiyor şeklinde bir algı var. Tam aksine AKP’nin artık sermaye sınıfları arasındaki uzlaşıyı sağlayamamasının yarattığı çelişkiler içerisinde hareket etmesinden dolayı muhalefet programını buraya konumlandırıyor, yani sınıfsal konumlanışının getirdiği zorunluluktan dolayı böyle bir pozisyona mahkûm durumda. Hem iktidarın hem sermaye gruplarının ayrışmasında hem de muhalefetin bu pozisyonu almasında Türkiye’nin yaşadığı krizi nasıl algılandığıyla ilgili bir sorun bulunuyor. Bugün iktidardan bütünüyle kopan sermaye kesimleri de bu kesimlerin temsilciliğine soyunan resmi muhalefet de Türkiye’nin yaşadığı krizin sebebini sermaye birikim rejiminin kendisinde değil de esasında bu birikim rejiminin yeniden üretimindeki tıkanıklıkta, yani devlette görüyor. İşin özü şöyle formüle ediliyor: Devletin kurumsal yapısı çökmüş, bu yüzden kendini yeniden üretemiyor, kendini yeniden üretemeyen devlet toplumu, siyaseti, hukuku da yeniden üretemiyor, haliyle sermaye birikim rejiminin de yeniden üretim kanallarını işletemiyor. Bunu işletememesinin nedenini de AKP’nin siyasi partinin bütünüyle devlete el koyması olarak görüyor. Dolayısıyla restorasyon programının çerçevesi, mesela inşaatçıya değil de sanayiciye kaynak aktarmayla kaynak dağılımını yeniden düzenlemek, liyakatli kadroları yönetime, bürokrasiye getirmek, karar mekanizmalarının şeffaflığı, yolsuzluğun kesilmesi, sosyal yardımların yapılması veya hukukun işletilmesi şeklinde; bunlarla tıkanıklığın aşılacağına dair bir program oluşturuluyor.

Uzlaşma 2006'da bitti

Neoliberal yapılanma, çoğunluğun görüşünün aksine iktidarın ilk on yılında değil 2000’lerin başında tamamlanmıştı. 15 günde 15 yasa, tarım kanunu, özelleştirme kanunu, kamu ihale kanunu, tüm bunlar AKP öncesi yapılanmanın tamamlandığını gösteriyor. Bu programı yönetecek kadro da 28 Şubat sonrası ortaya çıkmıştı. Bu süreçten bir de AKP çıktı. AKP eldeki politikaları hızla uyguladı. 2002 ve sonrası dönem neoliberal dönüşüm değil neoliberal yağma dönemidir, kamusal varlıkların yağmalanması sürecidir. İlk 3 yılda Koçlara, Sabancılara, Zorlulara, American Tobacco’ya ülkenin varlıkları dağıtıldı. Kısacası ilk 3 yılda yapılan büyük sermayenin 80’lerden bu yana istediği yapılanmanın sonuçlarının alındığı zamandı. Sermaye grupları arasındaki büyük uzlaşma, 2006 gibi dağılmaya başladı. Neoliberal yağma dönemi sürerken ekonominin değişmesi öngörülüyordu. Rahmi Koç 2001 krizi için “Çok önemli bir güverte krizi” diye bahsediyordu. Devletin kredi dağıttığı grupların yerine güçlü sermaye gruplarının ayakta kaldığını söylüyordu.

Büyük sermaye AKP iktidarından dört büyük dönüşüm bekledi: Birincisi devletin içsel mimarisinin dönüşümüydü. Piyasa ekonomisinde aktif rol alması, teknokratlaştırarak bölüşüm sürecinde söz hakkı olmaması.

İkincisi, emeğe nitelik kazandırılması ve bunun teknolojiyle desteklenmesi.

Üçüncüsü tarımın endüstrileşerek arta kalan nüfusun da emek gücüne eklenmesiydi. Ancak tarım endüstrileşmedi, marketlerin deposu haline geldi. Kırdan çözülen nüfus ise kentin çeperinde biriken mahallelerde, sosyal yardımlarla, tarikat ve cemaatlerin hegemonyasına bırakılan bir sürece girdi.

Dördüncüsü ise Türkiye’de büyük sermayenin uluslararasılaşarak Batı sermayesine entegrasyondu. Bu hızlandırılmak yerine neredeyse kesildi. Daha çok AKP’nin ihracat politikaları sayesinde yeni ihracat pazarları açıldı ki bu da siyasetin zoruyla oldu.

'Türkiye krize girecek'

Dolayısıyla neoliberal yağma sürerken sermayenin istediği dönüşüm başlamadı. Onun yerine AKP kendi dönüşümünü başlattı. Bu uzlaşmayı sürdürebilmek için iktidarın önerebildiği hızla emek üzerinden baskı uygulamak ve ucuz emek deposu oluşturmak oldu. Bunun için de devleti güçlendirdi. Ancak bu güçlendirme de kamu ihalesi, turizm gibi sektörlerde kendi etrafındaki sermaye gruplarını semirmeye yaradı. Bir kredi mekanizması oluşturuldu. Emek yoğun sermaye gruplarıyla sermaye yoğun sermaye gruplarını emek ucuzluğu üzerinden uzlaştırmak bunu da devlet otoritesini güçlendirerek yapmak sürecine girildi. Bu da 2009 sonrasında sürekli çatışmayla girilen bir sürece dönüştü. TÜSİAD iktidarla bağını attı mı sorusunun cevabı bence o zamana dayanır. Aydın Doğan’ın tasfiyesi, TÜSİAD’ın darbecilikle suçlanması esasında o sermaye uzlaşmasının parçalanmasının gösterilmesiydi. Bu kırılma 2013’ten sonra hızlanmaya başladı. Erdoğan faiz politikasının değişmesini ilk Gezi öncesinde açıklamıştı. “Merkez Bankası bağımsızlığı bir yere kadar, faizleri düşüreceğiz” açıklaması bu dönemdeydi. Türkiye’ye giren sermaye akımları azaldığı için Erdoğan bir tercih yapmak zorunda kalıyordu. TÜSİAD bunu 2012’de “Ucuz dolar dönemi sona erdi, eğer gerekenler yapılmazsa Türkiye krize girecek” diye duyurmuştu. Erdoğan, Gezi sonrası bunu bir siyasi kalkışma olarak açıklama yoluna gitti.

Erdoğan bu süreçte TÜSİAD’ın belli başlı büyük sermaye gruplarını kendi programına entegre etti, Zorlu, Doğuş, Sabancı gibi gruplara enerji ihaleleri, kamu ihaleleri, köprü ve havayolu ihaleleri gibi.

Bugün büyük sermaye, istediği dönüşüm gerçekleşmediği için iktidardan kopmuş durumda. İktidarın çeperindeki sermaye ise bağımlılık ilişkilerinden dolayı tamamen kopamamış durumda. Burada muhalefetin restorasyon programı ortaya çıkıyor. Muhalefet, devletin kendisi tıkandığı için kriz olduğu tespiti yapıp buna yönelik bir restorasyon politikaları dönüşümü öneriyor, emekçi kesimlere bir çözüm üretememesi de yine bu tespitten ileri gelen bir sınıfsal tercih. Bundan sonraki süreçteki restorasyonu sermaye kesiminin dönüşüm talepleri olarak görmek gerek. Fakat bunun da dönüşebilmesi için emek rejiminin de dönüşmesi gerekiyor, nitelikli hale gelmesi gerekiyor. Solun ittifaka desteğinin istenmesini de burada aramak gerekiyor.