Demokratik Özerklik’i stalinist ilân ettiler. Oysa Stalin’e en sadık olan, Erdoğan rejimi: Neyle suçlandıklarının ve suç delillerinin...

Demokratik Özerklik’i stalinist ilân ettiler. Oysa Stalin’e en sadık olan, Erdoğan rejimi: Neyle suçlandıklarının ve suç delillerinin sanıklardan gizlenmesi, bizzat Stalin’in formüle ettiği (1 Aralık 1934) bir uygulama. Bu, iddia makamına sınırsız bir serbestlik sağlıyor. Sanık için ise, her şeyden önce manevî-zihinsel bir işkence, psikolojik bir çaresizleştirme operasyonu; tabiî, aynı zamanda savunma hakkının fiilen gaspedilmesi. Ama esas hedef, sanıklardan ziyade onların dışındakiler; onlara göz dağı vermek: Neyle suçlandığınızı, hangi davranışınızın suç teşkil ettiğini ve suçluluğunuza delil sayılacağını bilmeden, her an siz de suçlanıp tutuklanabilirsiniz; ki, bu durumda yapılabilecek tek şey, hiç yokmuş, hiç yaşamıyormuş gibi yapmaktır; yani, hiçbir şeyi duymamak, görmemek, dolayısıyla hiçbir şeye hiçbir şekilde tepki vermemek; kısacası insanın, kendini kendisinden sürgün etmesi.

Despotun istediği de zaten tam tamına budur: Beşerî varlık olarak bir tek kendisinin yaşama hakkına sahip olduğu, cesetlerden oluşmuş bir dünya.

Yine Stalin’in emriyle uygulanmaya konmuş bir kategori daha vardır ki, o da ‘manevî/ahlâkî suç ortaklığı. Bu da, bizdeki ‘örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek’le bire bir örtüşür. Diyelim, adamı bir köşeye sıkıştırıp öldüresiye dövmüşler; o da ilk fırsatta bir silah bulup, kendisini dövenleri vurmuş ve siz de adama hak vermişsiniz; ayrıca öyle ulu orta olması da gerekmiyor, evde eşinizle veya telefonda bir arkadaşınızla konuşurken: Alın size işte en mükemmelinden bir ‘manevî suç ortağı’; yani, malûm gazetenin iyi besili tosuncuğunun tarif ettiği türden ‘kendisi bile bilmeden terör örgütü üyesi’.

Sadece telefonlar dinlenmiyor, ortam dinlemesi ve röntgenciliği de yapılıyor; gizli tanık itiraf ve iftiralarının yanı sıra suç delili fabrikasyonları; polis ve/veya savcılıktan gizli kayıt sızdırmaları, daha doğrusu servisleri; ama, öyle ham hâlleriyle de değil, sanığı suçlu kılacak şekilde filtrelenip yeniden kompoze edilmiş olarak ve bunları manşete çıkaran ‘yeni Türkiye’ aparatçikleri; en inanılmaz ve kabûl edilmezinden bir diğer uygulama ise, polisin yargı kararı türünden açıklamada bulunabilmesi, “işte, şu kadar şike vakası tespit edilmiştir” falan diye; bu arada, insanların, bulunulduğu tarihte suç teşkil etmeyen fiillerinden dolayı suçlanıp tutuklanmaları; tabiî en haysiyet kırıcı biçimde, evleri sabaha karşı basılıp tarımar edilirken, kendilerini de başlarından bastırarak polis otolarına bindirmek veya kendilerine, elleri kelepçeli resmi geçit yaptırtmak suretiyle.

‘Parasız eğitim’ pankartı açtı diye, peşinen  -yani, yargısız-  18 ay hapse mahkûm edilen gençler, polisin ölüsünü bile tekmeleyip dişlerini döktüğü liseli İbrahim veya başbakan gazıyla ölüme gönderdiği Metin Hoca, yolda yürürken linç edip kemiklerini kırdığı Dilşat; Uğur’un katilleri aklanmış, ananları ise içeride…

Kurulmakta olan, tam bir terör rejimi; herkesi sindirip yıldırmaya dayanan.

Stalin’in ‘Büyük Terör’ü başlatmasına Kirov suikasti, Hitler faşizminin konsolidasyonunda da Reichstag yangını dönüm noktaları olmuştu ve bunların failleri hep meçhul kaldı. Erdoğan da Silvan’ı doladı diline; tabiî, Yüksekova ve Hakkari’deki astsubay ve polis cinayetleri de takviye sos olarak kullanılıyor ‘yeni strateji’nin meşrûlaştırılmasında ve bu yolda kilit görevin yine ‘yeni medya’ya düşeceği, zaten belliydi ama, evvelsi gün iyicene netlik kazandı, Bugün’ün müthiş ‘gazetecilik başarısı’yla.

Bundan böyle her hafta bir bakan gidecekmiş bölgeye/Hakkari’ye. BDP’liler ise, seçmeniyle seçilmişiyle zaten terorist ilân edilmişlerdi başbakan tarafından; en son, Meclis başkanı da teyit etti öyle olduklarını: Önümüzdeki günlerde yine mutlaka birkaç ‘hain PKK’ pususu, şehitler ve gelsin hepimize yeni KCK/BDP tutuklamaları.

Bu, hiç de yeni bir tezgah değil: Taa iki yıl önce, kimi sivil vampirler, Kürtleri ‘güvercinler’ ve ‘şahinler’ olarak ikiye bölme fikrini ortaya atarken, kasıt ve murat ettikleri işte tam tamına buydu. Şahinler, yani içeri atılıp yıllarca eziyet görecek olanlar; bir de, bu durumdan ibret alarak  AKP’ye biat edip rezervasyon kızılderilisi misali tarihsiz böcekler olarak hayatlarını idame ettirecek olanlar.

Bütün bunlar apaçık ortadayken, güya iyi niyetle BDP’ye ve milletvekillerine eğer barışçı bir yoldan yana iseler ‘bu kadar katı’ olmamalarını, gelip Meclis’e yemin etmelerini tavsiye eden, dolayısıyla mevcut krizin sorumluluğunu onların üzerine atıyor olanlar var; ki, bunların görmek/göstermek istemedikleri, Kürt meselesinin Erdoğan’ın kendi diktatörlüğünü kurma yolunda sadece bir araç olup bugünkü tıkanma noktasının kendisi tarafından milimi milimine hesaplanarak gelinmiş bir nokta olduğu.

Bu yazıyı, barışsever ve  insan haklarına saygılı demokrat kisvesi altında ‘yeni rejim’in ‘organik aydın’lığına soyunanların bazılarını gördükçe aklıma gelen şu  –kendi imalatım-  özdeyişle bitireyim de, hiç değilse biraz rahatlayım: Altmışından sonra liberal olanı, teneşir bile paklayamaz.