Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sık sık ‘demokrasi’, ‘medeniyet’, ‘insan hakları’, ‘emperyalizm’ gibi ağzına hiç yakışmayan, ‘fıtratına’ uygun olmayan, üstünde sakil duran kavramlardan söz etmesi boş değil. Toplamda bir şey anlatmak istiyor, mesaj veriyor.

Önceki gün Uluslararası Medeniyet Şurası’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’ye ‘koruma krizi’ üzerinden bir kez daha sert tepki gösterdi. Donald Trump’ı da eleştiren Erdoğan, ABD Başkanı için; “Medeniyet olayını şekil olarak değerlendiren bir tipoloji” ifadelerini kullandı. ABD’nin gidişatının sıkıntılı olduğunu ileri sürdü.

Erdoğan’ın kişisel savaşı
Saray rejiminin bir süredir tekrarlayıp durdukları artık adeta dibi tutan bir temcit pilavına dönüştü. ‘Dik durmak’, ‘mücadele’, ‘saldırılara boyun eğmemek’, sözleri üzerinden topluma iletilmek istenen mesaj ‘anlayan için’ çok büyük bir sanal boşluktan ibaret.

Gerçekte Erdoğan, kendi korkuları üzerinden, yeni bir ‘tek dişi kalmış canavar’ ortaya çıkarmak ve ona karşı savaş veriyormuş hissi yaratmak için çaba gösteriyor.

Oysa bu, sadece onun kişisel mücadelesi!

İki büyük korku: Sarraf ve IŞİD dosyaları
Erdoğan’a, ‘bu tekrarları’ yaptıran ise korkuları. Somutlaştıralım. Bir ‘reis kültü’ yaratarak kitlesini kemikleştiren ve sözüm ona ‘emperyalizme karşı büyük bir mücadele veren’ Erdoğan’ın Rıza Sarraf ve IŞİD’den yana derdi hiç bitmedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, içerideki kamuoyunun bir bölümünü pışpışlayıp uyuttu. Kendine muhalefet edenleri ise her fırsatta hor gördü. Baskı ya da hipnoz yöntemi ile dosyalar unutturulacaktı. Ancak ne ortaya saçılmış trilyon sıfırlamaya varan konuşmaların olduğu tapeler ne de IŞİD ile ‘en azından belli bir dönem’ yürütüldüğü iddia edilen mutabakatlar gündemdeki yerini koruyor.

17-25 Aralık dosyaları tüm dünyanın gündeminde. Bugün Amerika’da devam eden Sarraf davasında Erdoğan ve dört bakanın adı geçiyor. Sarraf ile Erdoğan arasında ise artık doğrudan bir bağ kuruluyor. Tapelerin tümü yolsuzluk delili olarak kabul ediliyor. Öte yandan Erdoğan, Sarraf ve Halkbank kanalıyla İran’daki ‘ABD ve uluslararası yaptırımları’ delme talimatını veren kişi olarak anılıyor.

Diğer hassas konu IŞİD ise ayrı bir sıkıntı yaratıyor. Rakka’nın, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından alınmasının ardından yandaş basının Abdullah Öcalan resmi üzerinden ABD’ye yüklenmesi de bölgede bulunan İsrail ya da Amerikan menşili silahlara gönderme yapılması da anlaşılır. Ancak ‘Terör örgütlerini destekleyen sizsiniz’ vurgusu ile belaları defedebilmek mümkün değil.

IŞİD meselesinin iki yönü var. Birincisi; Suriye iç savaşına müdahil olmak için canla başla çalışan AKP iktidarının bu örgütle bağının olduğu iddia ediliyor. ‘Devlet sırrı’ sayılan silahlar, militan geçişlerinde delik deşik edilen sınırlar, Kilis, Antep, Ankara, Hatay, Urfa’da açılan eğitim kampları ve yine benzer yerlerde tedavi ettirilen, dahası alınlarından öpülen El Kaide, IŞİD militanları ciddi iddialar arasında.

IŞİD konusunun diğer ayağı Türkiye ile ilgili. Örgütün, ülkedeki katliamları, eylemlerdeki rahatlığı, görmezden gelinen adımları hâlâ gündemde. Can yakıcı ‘derin işler’, AKP’nin kaybettiği 7 Haziran 2015 seçiminden sonra göstere göstere gelen IŞİD katliamları ve ‘yükseltilen terör’ sorgulanıyor. Söz gelimi Gar patlaması öncesi, olay günü de dâhil olmak üzere gelen 62 istihbarata rağmen facianın önlenememiş olması/önlenmemesi ile ilgili şüpheler üzerinde konuşulmaya devam ediyor.

Tetikçi de Saray da haklı!
Siyasal İslam’ın ve siyasal İslamcının koyma aklıyla, karşı karşıyayız. Gazeteci tutuklamakla, topluma baskı yapmakla herkes tarafından bilinen, dünyaca görülen sırların üzerlerinin kapatılabileceği zannedildi. Bu aklın üzerine, şimdi ucube bir düşünce daha ekleniyor. ABD ve Avrupa’ya karşı gelişen korku, bir emperyalizm mücadelesi ambalajıyla sunulmaya çalışılıyor. Böyle olmadığını anlatmaya çalışanlar, vatana ihanetle ilişkilendiriliyor.

Saray iktidarı bağırıyor, yandaş tekrarlıyor: “Yıkıcı olan emperyalizmdir!”

Hiç şüphe yok. Ancak bu sözler, çizgisinden sapmayanların, sadece samimi olanların ağzına yakışıyor.

Bir cisim yaklaşıyor!
Gerçek sıkıntılı. Erdoğan zor durumda. Ne yazık ki Türkiye de öyle. Tek kişi ve ona bağlı olanların zaafları, ülkeyi de bir ateşin içine sürüklemek üzere.

Parti devletinin kendi içindeki çatlak da üzerinde düşünülmesi gereken bir başka konu. Başta Melih Gökçek olmak üzere, belediye başkanlarının durumu ortada. Direnmeyi bırakıp istifa etseler bile bir kere ‘karizmaya’ zarar verip, çizdiler. Bu arada toplumun gözünün içine baka baka yürütülen kirli pazarlıklardan da söz etmeliyiz. Halka dayattıkları; ‘şantaj-montaj’ ahlakı mide bulandırıyor. Özetle ortaya çıkan tablo önemli olayların yaşanacağını bizlere gösteriyor.