Erdoğan’ın üzerine oynadığı dört ana eksen var. ABD, AB, Ortadoğu’daki komşu ve müttefikleri ile içeride ittifak yaptığı kesimler… Bunların yanında Ukrayna savaşı, Ortadoğu’daki yeni düzen, Suriye ve Irak meselesi öne çıkıyor. Erdoğan Sisi ile fotoğraf verirken arka planda, ABD’ye de bir mesaj veriyordu. AB ile ilişkileri donduran Erdoğan, Türkiye’nin yerini yeniden tanımlıyordu. Bu stratejik açıdan “Ortadoğululaşarak” iktidarda kalmaya çalışma denemesi.

Erdoğan’ın büyük oyunu
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, defalarca “katil” dediği Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile Katar’da bir araya gelmişti. (Foto: AA)

AKP hükümeti yine dar bir zaman dilimine çok sayıda dış ve güvenlikle ilgili gelişmeyi sığdırabildi. Son iki haftada çok sayıda olay, açıklama, sıradan insan aklına aykırı diplomatik hamleler, terör eylemi, askeri operasyon gündemi doldurdu. Bu gelişmelerin hepsini birbiriyle bağlantılandırmak kolay değil. Ama her birinin diğerinin nedeni veya sonucu olduğunu iddia etmek zor olsa da bu yazıda, Erdoğan’ın 20 yıllık iktidar süreci içinde, en iyi öğrendiği şeyin, iktidarda kalmanın koşullarını hazırlamak olduğunu düşündüğümüzde, bir şekilde iç ve dış hamlelerle yerini garanti etmeye çalıştığını tartışacağım. Seçimler yaklaşıyor, Erdoğan için tablo hâlâ umut vermiyor ve attığı her adımı mecburen seçim galibiyetinin taşları olarak döşemek istiyor. Bunların bir kısmı daha dolaylı bazıları ise doğrudan iktidarını sağlamlaştırmaya, içeride ve dışarıdaki ortak ve destekçilerini kazanmaya, güven vermeye yönelik adımlar.

GENEL TABLO

Erdoğan ve ekibi küresel ve bölgesel gelişmeleri, eğilimleri takip edip buna göre pozisyon almayı, değişen koşullara adapte olmayı biliyor. Hatta iktidara gelmeden önce bile kendisinden neyin talep edildiğini çok iyi biliyordu ve bu esneklikleri hâlâ çok rahat gösterebiliyor. Seçimlere giden süreçte ekonomi cephesinde elindeki araçlar dış politikaya göre daha sınırlı. Örneğin, zaten ekonomiye zarar veren faizle oynamanın bile bir sınırı var ve o sınıra birkaç ayda ulaşıldı. O yüzden bütün imkânlarıyla dış politika ve güvenlik konusuna yoğunlaştı, yerini buradan sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Bu çerçevede Erdoğan’ın pazarlık yaptığı, üzerine oynadığı dört ana eksen ve/veya aktör var. ABD, AB, Ortadoğu’daki komşu ve müttefikleri ve içeride ittifak yaptığı kesimler. Bunların yanında Ukrayna savaşı, Ortadoğu’da kurulan yeni düzen, (kuzey) Suriye ve Irak meselesi, sığınmacılar konuları öne çıkıyor. Erdoğan, bu birbirinden ayrı görünen ama hepsi son kertede onun iktidarına bir yönüyle dokunan gelişme ve süreçleri kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Her birini bir ucundan kendine bağlama becerisini gösterebilir ama sonuçta yaptığı hesap başarılı olsa bile bunun iktidarda kalmasını garanti etmesi zor.

UKRAYNA SAVAŞI

Otoriter yönetimler içte ve dışta krizden beslenirler. Ukrayna savaşı Erdoğan için istisna olmadı. Siyasal krizler toplumda güçlü liderlere olan algısal ihtiyacı artırırlar, otoriter liderler krizleri kendi lehlerine çevirmede daha beceriklidirler. Sakin, huzurlu bir toplum otoriter liderleri daha çok sorgular, daha çok meşruiyet sorunu çıkarır, daha çok hesap sorar. Ukrayna savaşı bu açıdan Erdoğan için lütuf oldu. Kendisini bazen arabulucu, bazen NATO içindeki ayrıksı ses, bazen Ukrayna dostu olarak sunabildi. Her durumda savaşın beklediği gibi gitmemesi yüzünden Putin’in kendisine duyduğu ihtiyacın farkına varan Erdoğan Suriye’de yeni pazarlık kapıları açabildi. Geçen mayısta yapamadığını yapma imkânı buldu.

AB CEPHESİ

AB cephesi Erdoğan için en kolayı. Erdoğan Cumhuriyet tarihinin en başarısız hamlesi olan Suriye fiyaskosunu kendisi için en faydalı hamleye çevirmeyi başarmış bir lider. Bedelini hem Suriyelilere hem de bütün Türkiye’ye ödeterek. İyicil bir aklın düşünmeyeceği bir kıvraklıkla, Avrupa’daki göçmen/sığınmacı hassasiyetini fark edip bunu bir koza çevirmek ve Almanya merkezli AB’yi bununla rehin almak ciddi bir stratejik hamleydi. 2015-2016 sürecinde Merkel ile varılan ve Mart 2016’daki uzlaşmayla resmiyet kazanan bu politikayı Almanya’da iktidara gelen Sol ve Yeşiller grubu bütün eleştirilerine rağmen devam ettirdiler. Ukrayna savaşı, yüksek enflasyon ve enerji krizi yanında AB, bir de kendi lehine çözdüğü sığınmacı konusunu tekrar açmak istemedi. Erdoğan’ın AB’yi sığınmacı anlaşması üzerinden pasifize etme politikası kesintisiz sürüyor.

ABD CEPHESİ VE YENİ ORTADOĞU

Erdoğan’ı en çok düşündüren kısmı bu. Biden bir türlü Erdoğan’ın istediği, beklediği kıvama gelmedi. Aradaki mesafe sürüyor. Erdoğan şimdi unutulmuş olan, ABD’nin çekilmesi sonrası Afganistan’da Kabil havaalanının işletilmesi konusunda çok uğraştı, ABD’yle yeni bir işbirliği kapısı açmaya çalıştı ama bir türlü olmadı. Biden Erdoğan’ı genelde muhatap almak istemiyor. Ukrayna savaşı bile bunu çok değiştirmedi.

ABD yönetiminin Türkiye’ye F 16 savaş uçağı vermek istemesinin Erdoğan ile doğrudan bir ilgisi yok. ABD bunu ittifak ilişkisinin bir gereği ve Erdoğan’ı aşan uzun vadeli ve askeri ilişkilerin devam ettiğini gösteren bir süreç olarak görüyor.

Daha önemli bir gelişme ABD’nin bir süredir yeni bir Ortadoğu tasavvurunu hayata geçirmeye çalışması. Ana eksenleriyle bu politika değişikliği Obama’dan bu yana sancılı bir şekilde uygulanıyor.

En genel hatlarıyla belirtmek gerekirse ABD artık enerjisini Ortadoğu bölgesine, buranın “bitmeyen savaşlarına” harcamak istemiyor. ABD’li yetkililerin “Üç D” olarak tanımladıkları (Deterrence, Diplomacy, De-Escalation) Caydırıcılık, Diplomasi ve Çatışmasızlık politikasına doğru geçmeye çalışıyor. Bunun kendisi ilan edilmesinden daha zor işliyor. ABD Yemen savaşının bitirilmesini, müttefikleri içinde ve Katar-BAE arasında olduğu gibi müttefikleri arası gerilim ve sorunların çözülmesini, Filistin sorununun baskılanmasını, İbrahim Anlaşmaları’nda olduğu gibi İsrail ile Arap ülkelerinin artık tanınma ve açıktan işbirliği sürecine girmelerini istiyor. Amaç Hint-Pasifik’e ağırlık vermek, Rusya ve Çin ikilisinin bölgedeki etkisini sınırlandırmak, İran’ı ekonomik ve diplomatik olarak baskı altında tutmak. Bu hedeflerin hepsine birden ulaşmak zor ama sonuçta bu da bir politika süreci ve şu an yürürlükte.

Kısacası ABD’nin bu yeni Ortadoğu düzeninde daha az gerilim daha fazla uyum aranıyor. Bu arada ABD, Ortadoğu’dan askeri olarak çekilmiş değil. 5. Filo Bahreyn’de, CENTCOM ileri karargâhı ve hava üssü Katar’da duruyor, Suudi Arabistan ve Kuveyt’teki askeri varlığı devam ediyor.

Filistin hareketi tarihinin en zayıf, İsrail ise en güvenli dönemini yaşıyor. Biden yönetimi iki devletli çözüm söylemini tekrar ederken, artık konuyu bir “insani mesele” olarak görmeyi tercih ediyor, bu yönde yardım yapıyor. Yeni Ortadoğu’nun kaybedenleri Filistinliler ve Erdoğan da bunu gördü. Ortadoğu’da Filistin sorunu üzerinden siyaset yapan, popülerlik elde etmeye çalışan son lider Erdoğan’dı, artık o da bundan vazgeçti.

ORTADOĞU’DA OTORİTER KUŞAK GÜÇLENİRKEN

2000’lerin başında ABD ve Avrupa Ortadoğu’da, hızla artan genç nüfus ve bunun radikalleşmesi ihtimaline karşı ılımlı İslamcılığı destekleyerek bir demokratikleşme dalgası yaratmayı denedi. Bu politikadan 2013’te vazgeçildi. AKP ve Erdoğan ise bu siyasetin günümüze dek uzanan tek örneği olarak kaldı. Otoriterlere arka çıkan Trump yönetiminin ardından, demokrasiyi dış politikanın merkezine koyacağını söyleyen Biden bir süre bu politikasında direndi. Sisi, Selman gibi liderlerle doğrudan temas kurmadı, Filipinler’de Dutarte’nin seçimlere girmesi istenmedi, Latin Amerika’da Bolsanaro gibi liderlere destek çıkılmadı. Ama “değer odaklı” görülen bu politikanın her sahada ve her koşulda yürütülmesi mümkün değildi. Özellikle enflasyonist baskılar ve yüksek enerji fiyatları Biden yönetimini Suudiler ve Selman ile temasa zorladı, Biden U dönüşü yapmak zorunda kaldı. Temmuz 2022’de Ortadoğu ziyaretinde Selman ile el sıkıştı, Kasım 2022’de COP 27 Kahire İklim Zirvesinde Sisi ile görüştü.

Biden yönetimi küresel sistemde “otoriterliğe karşı demokrasi” denkleminden Ortadoğu’yu çıkardığını ilan etmiş oldu. Soğuk Savaş döneminin “istikrarı demokrasiye tercih eden” politikasına döndü. Artık Ortadoğu’da demokratikleşme çabaları, yeni genç kuşakların talep ve ısrarlarına bağlı olacak. Yoksa bu bölge küresel demokratik gelişimde tarihsel “istisna” olma halini sürdürecek.

Bu gelişmeler Erdoğan için bir başka lütuf oldu. Biden’ın, Selman ile yakınlaşması Erdoğan’ın özgüvenini artırdı. Önce Suudiler, BAE, ardından İsrail ve en son Mısır ile açılım başladı. Erdoğan Sisi ile samimi bir fotoğraf verirken arka planda, ABD’ye de bir mesaj veriyordu. AB ile ilişkileri donduran Erdoğan, coğrafi olarak Türkiye’nin yerini yeniden tanımlıyordu. Bu yeni bir stratejik açıdan “Ortadoğululaşarak” iktidarda kalmaya çalışma denemesi olacak. Selman, Zeyd (BAE), Sani (Katar), Sisi ve Netahyahu gibi otoriter şeyhlik ve sağ popülistlerden oluşan Ortadoğu jeopolitiğinin bir parçası olursa ABD’den gelen demokrasi eleştirilerinden kurtulur ve ABD gözünde değerini artırırdı. AB, sığınmacı uzlaşısı karşılığı insan hakları baskısından vazgeçmişti, Biden da Türkiye’den umudu kesip onu Ortadoğu politikasının bir parçası olarak görürse, Erdoğan’ın içeride eli çok rahatlardı. Hem de ekonomik bazı kazanımlar da olurdu. Katar’dan 10 milyar, Suudilerden 5 milyar dolar geliyor olması, şu eksi rezerv döneminde, Rus oligark paralarıyla birleştiğinde hiç yoktan iyidir.

Böylelikle İsrail ve Araplardan oluşan bloka Türkiye’nin de dahil olması bu blokun gücünü artırır, kritik bir halka tamamlanır, ABD’nin gözü arkada kalmadan aslı tehdidin geldiği yere yönelebilirdi. Erdoğan böylece son dönemde iyi bir uyumun yakalandığı Körfez/Suudi, Mısır ve İsrail eksenine entegre olmayı planladı. Yoksa artık en düşkün takipçileri dışında savunulması zor Sisi hamlesinin şu koşullarda Erdoğan’a örneğin içeride bir faydası yoktu. Dikkat çeken nokta ise şu ana kadar ABD’nin bu hamleye, Türkiye’nin bu yeni Ortadoğu dinamiğine dahil olmasına açıktan bir tepki vermemesi. Eğer Türkiye’nin Suriye operasyonu ilerler ve Fırat’ın doğusunda bir kara operasyonuna dönerse o zaman ABD’nin el altından bu pazarlığa yanaştığını anlayacağız.

SURİYE CEPHESİ

Erdoğan bir yandan da Suriye cephesi üzerinden içerideki yerini sağlamlaştırmaya çalışıyor. İçte milliyetçi/güvenlikçi kesimlerin ısrarla üzerinde durduğu Irak’tan başlayıp Hatay’a kadar uzanan yerine göre en az 30-40 km’lik bir güvenlik kuşağını hayata geçirmeye çalışıyor. Erdoğan, Türkiye’deki siyasi kompozisyon düşünüldüğünde böyle iddialı ve agresif bir politikayı uygulayabilecek en uygun siyasetçi. Hem Putin ile arası iyi, hem Türk-İslamcı kesimlere ulaşabilen ve hitap eden hem de ideolojik açıdan Suriye’de ÖSO gibi radikal İslamcıları vekâleten (proxy) kullanma kapasitesine sahip bir lider. Bu politikanın Türkiye’deki devlet aklının uzun erimli projesi olduğunu bir süredir savunuyorum ve Arap-Sünni-Türkmen hattını Türkiye’nin güvenlik garantisi olarak gördüğünü tartışıyorum. Bir ihtimal uzun sürecek bir operasyonlar dizisinin başındayız ve Erdoğan bunu seçimlere kadar sürdürmeyi planlıyor olabilir. Türkiye’nin güvenliğini sağlayan, PKK ve PYD’yi ama arka planda ABD’yi ve Rusya’yı Suriye’de ve Irak’ta dize getiren lider imajı seçime kadar sürecek bir operasyonlar dizisi içinde Erdoğan’ı ayakta tutmaya yarayabilir.

Buna yukarıda sözünü ettiğim yeni Ortadoğu dinamiğinde, otoriter liderlerin, medyadaki birkaç eleştirel açıklama dışında, göz yummaları da eklenebilir.

Dolayısıyla, Erdoğan aynı anda Putin’e, Biden’a, Ortadoğu’nun tutucu otoriterlerine ve içte milliyetçi, muhafazakâr kesimlere dokunan, onların beklentilerinin en azından bir kısmına cevap veren bir kesişim kümesi oluşturma peşinde. İsrail ile yakınlaşarak Filistinlilerle, Mısır ile uzlaşarak Müslüman Kardeşler’le, Suriye ile uzlaşarak radikal İslamcılarla bağları azaltabilir ya da koparabilir. Erdoğan iktidarı için İhvancılık’ın Filistin, Kudüs söyleminin zamanı değil.

erdogan-in-buyuk-oyunu-1093740-1.

Erdoğan siyasetinin yapılış ve yürütülüş tarzının en belirgin bir özelliği sık müttefik değiştirmek ise, diğeri farklı güç merkezlerini ve onların politikalarını kendi çıkarı içinde birleştirebilme yeteneğiydi. Ama sanırım uzun yıllardır ilk kez bu kadar çok ve karmaşık aktörü, sorunu birarada kendi lehine buluşturma stratejisini deniyor. O yüzden de içinde riskler taşıyor. Örneğin, ABD Türkiye’yi tarihsel olarak Batı sistemi içinde bir ülke olarak gördü, kendi bürokratik düzenlemesinde Avrupa masası içinde ele aldı. Türkiye’de otoriterleşmeye tepkisi belirsiz, en azından ucu açık. Mısır, görüşmeye yanaşıyor ama Libya’da önemli bir ödün koparmadan Erdoğan’ın istediği ölçüde yakınlaşmıyor. Suriye’de Esad yönetimi PYD’nin zayıflatılmasından memnuniyet duyabilir, el altından pazarlık yapıp İdlib tarafındaki baskıyı artırabilir ama kendi ülkesinde, görüştüğü, uzlaşabileceği PYD yerine çok daha güçlü bir Türkiye’nin askeri ve idari kontrolünü tercih etmeyebilir. İran şu anda içeride zor durumda, Türkiye ile eş zamanlı olarak Irak’ta PKK’ye ait yerleri vuruyor. Ama Suriye’de güçlenmiş bir Türkiye’den rahatsız olabilir.

Erdoğan’ın bu zamanın ruhunu yakalamaya çalışan, en karmaşık en çok boyutlu oyununun işe yarayıp yaramayacağını görmek için biraz daha bekleyeceğiz.