Kafesteki bir tutsağın mahkeme salonunda yaşamını yitirmesi, bir insanlık trajedisidir. Adı Mursi de olsa. Her mahkûmun cezaevinde insani koşullar altında süresini durdurması, tıbbi hizmetlerden yararlanması da suçun niteliğine bakılmaksızın savunulmalıdır. Bu evrensel ilkeleri hatırlatmak elbette Muhammet Mursi’yi bir demokrasi şehidi yapmaz. İstanbul’un seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na Sisi yakıştırmasında bulunmanın ne denli abes olduğu, 23 […]

Erdoğan’ın Mursi sevdası

Kafesteki bir tutsağın mahkeme salonunda yaşamını yitirmesi, bir insanlık trajedisidir. Adı Mursi de olsa. Her mahkûmun cezaevinde insani koşullar altında süresini durdurması, tıbbi hizmetlerden yararlanması da suçun niteliğine bakılmaksızın savunulmalıdır. Bu evrensel ilkeleri hatırlatmak elbette Muhammet Mursi’yi bir demokrasi şehidi yapmaz. İstanbul’un seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na Sisi yakıştırmasında bulunmanın ne denli abes olduğu, 23 Haziran yaklaşırken nasıl bir aczi yansıttığı gerçeğini değiştirmez. Mısır tarihinden illa bir örnek aranacaksa ne Sisi’ye, ne Mursi’ye ama Bağlantısızlar Hareketi’nin önderlerinden Cemal Abdülnasır’a hatta ilk modernleşme adımlarını atan, kurumsal yapıları oluşturan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya kadar gitmek önerilir. Mursi’nin kısa süreli yönetiminde ilk kendi müttefikleri solcuları, sekülerleri, liberalleri susturması; alelacele topluma İslami kuralları dayatması; en sonunda da yargının yerine kendi iradesini geçirmeye kalkması Müslüman Kardeşler’in demokrasi ile bağdaşmayan zihniyetini ortaya koymaya yetmiştir. Bugün Sudan’daki Cezayir’deki demokrasi ve özgürlük arayışları hazin Mısır deneyiminden hareketle laik niteliklerini vurgulamaya özel bir önem veriyorlar. Artık Müslüman Kardeşler modelinin Tayyip Erdoğan ve Katar şeyhinden başka savunucusu kalmadı. Türkiye de Erdoğan yönetiminde, İslam’la demokrasinin bağdaşmadığını kanıtlayan bir örnek olmaya doğru gidiyor…

6 yıl önce yazılan “Türkiye-Mısır Benzerlikler-Farklılıklar” yazısını bu çerçevede okumanızı öneririm Bu metnin güncellenmeye en fazla ihtiyaç duyulan kısmı 10. madde çünkü o günden bu yana Türkiye’de de büyük katliamlar yaşandı. Baskılar ve suçlamalar toplumsal muhalefetin tümüne yaygınlaştırıldı. Mısır’da da toplantı ve gösteri özgürlüğü tamamen rafa kalkmış durumda. Özetle her iki ülkede de durum 2013’ten parlak değil…

Türkiye-Mısır Benzerlikler-Farklılıklar

Türkiye ve Mısır Ortadoğu’nun en büyük ve iddialı iki ülkesi. Türkiye 800 milyar dolarlık ekonomisiyle bu kulvarda Mısır’ı fersah fersah geride bırakıyor. Buna karşın Mısır’ın tarihsel olarak Arap dünyasının lideri olması, ona bölgesel rekabette avantaj sağlıyordu. Tunus, Libya, Fas, Ürdün, Filistin birçok Arap ülkesinde Müslüman Kardeşler (MK) camiasından partilerin iddialı hale gelmesi, Mursi yönetimini tüm ekonomik sorunlarına karşın bu tarihsel rolü oynamaya davet ediyordu. Nitekim Filistin sorununda ve geçen yıl İran’da yapılan Bağlantısızlar zirvesinde sergilediği profille Mursi, Tayyip Erdoğan’ın da heves ettiği bölge lideri tahtının gerçek sahibi izlemini vermeyi başarmıştı. AKP ise, Ahmet Davutoğlu’nun ağzından açıkça 90 yıllık Cumhuriyet parantezini kapatma, halifelik olmazsa bile İslami referanslarla bir yeni Osmanlı politik ve ekonomik etkinlik alanı yaratma niyetlerini ortaya koymuştu. Her iki ülkede de yaşanan politik çalkantı, en azından şimdilik bölge gücü iddialarından vazgeçmeyi gerekli kılıyor. Dünya kamuoyunda da Türkiye ve Mısır’ı karşılaştıran (bazen Brezilya’yı da denkleme dahil eden) yorumlar kol geziyor. İsterseniz “10 madde” formatıyla biz de bu tartışmaya katkıda bulunmaya çalışalım.

1- Gerek AKP gerekse de MK, diğer politik İslam referanslı partiler gibi, eski rejimin başarısızlığı üzerinde yükseldiler. 1967 Arap-İsrail Altı-Gün Savaşı’nda İsrail’in Mısır, Ürdün ve Suriye ordularını ağır bir yenilgiye uğratması, Arap aleminde modern ulus-devletlerin yetersizliklerini teşhir eden bir dönüm noktası oldu. Yaygın başarısızlık duygusu, ulusal kimliklere duyulan güvenin azalması, Batı’yla ekonomik refah farkının giderek açılması, yolsuzluğa ve sefahata batmış hükümetler, yüksek işsizlik yanında yoksullar arasında artan gelir uçurumları, halk kitlelerini ulusal kalkınmacı rejimlere karşı dini referanslı politik hareketlere yönelmeye sevketti. AKP ise 1994, 1999 özellikle 2001 ekonomik krizlerinin yarattığı hoşnutsuzluk dalgası üzerinde yükseldi; AB çıpası da, Batı referanslı partilerin yapamadığını başarma umudunu yayarak seküler kesimlerden bile yer yer destek almasını getirdi. AKP yerel yönetimlerdeki “başarı öyküsü”, MK ise devlet dışı sosyal yardımlaşma ağları referansıyla güven vermeye çalıştı.

2- AKP 2002’de hükümete geldiği dönemde yavaş, temkinli bir rota izledi. Zina yasası benzerlerinde olduğu gibi yer yer geri adım atmayı bildi. Neoliberal ekonomik politikaları ve AB zeminlerindeki meşrulaştırıcı stratejisiyle Batı’nın güvenini kazanmaya öncelik verdi. Tayyip Erdoğan’ın 2012 Ocak’ındaki Kahire konuşmasında, “laiklikle Müslümanlığın bağdaşabileceğine” vurgu yapması ise aslında, “çocuğun adını koymadan bildiğinizi okuyun” anlamını taşıyordu. Bu görüşmeden ve Mursi’nin AKP Kurultayı ziyaretinden iki tarafın da olumsuz etkilendiği anlaşılıyor. Muhammet Mursi’nin AKP’nin 10 yılda aldığı mesafeden başı dönüp yolu daha kısa sürede katetmeye soyunduğu; Erdoğan’ın ise Mursi’nin bir yıldaki hızına özenip vites artırmaya yöneldiği tahmin edilebiliyor.

3- Mursi bir yıllık icraatinde ne kadar otoriter, iktidarı paylaşmaya isteksiz, demokratik bir toplumun gereklerini kavramaktan ne denli uzak olduğunu gösterdi. Ne var ki gücü ve etki alanı, sadece hükümet etmekle ve sandığın meşruiyetini tekrarlamakla sınırlıydı. Buna karşın Tayyip Erdoğan orduyu iğdiş etmesi bir yana, polisten akademyaya, bürokrasiden yargıya, medyadan STK’lere kadar “totaliter bir rejim” kurma yolunda (bazı alanları Cemaatle paylaşarak ve zaman zaman nüfuz mücadelesi vererek) mesafe katetmişti. Bu nedenle AKP rejimine karşı daha kapsamlı ve boyutlu bir mücadele stratejisi gerekiyor.

4- Mısır’da Mübarek yönetimine karşı ilk ciddi protestolar, 2007 yılında temel gıda fiyatlarının yükselmesi üzerine patlak vermişti. Mısır iyice yoksul, ortalama yurttaşın harcama kalıbında yiyecek ve yakacak kalemlerinin belirleyici olduğu bir ülke. Mursi döneminde bir yıllık sürede ekonomik sıkıntıların artması, yakıt darboğazının oluşması muhalefetin ana gündem maddesini oluşturdu. Türkiye ekonomisinin tüm yapısal sorunlarına, işsizlik oranlarının AKP’nin ilk hükümete geldiği dönemden yüksek seyretmesine karşın, Gezi protestolarında ekonomik etmenler belirleyici olmadı. Türkiye ekonomisindeki kötü gidişata bakılırsa, dövizin fırlaması karşısında mevcut şartlara uyum sağlamak için atılacak bir adım bile, örneğin toplu taşıma yapılacak bir zam Brezilya benzeri, doğal gaza uygulanacak bir “fiyat ayarlaması” Mısır tarzı tepkileri tetikleyecektir. Özetle Türkiye’de ekonomi istimi arkadan gelecektir.

5- Mısır’da Mursi hükümeti devrilmesine karşın, İslami kesimin ustalık kazandığı “mağdur” rolü üzerinden MK ahlaki ve vicdani üstünlüğü ele geçirmeye çalışıyor. Son günlerde Tahrir sus pus olmuşken, Adeviye alabildiğine canlı ve heyecanlı. Bizde ise AKP’nin ve Erdoğan’ın “Müslüman demokrat” imajı tuzla buz olmuş durumda. Özellikle ana akım medyadaki, “yandaş olmayan giremez” yollu sıkıyönetim tebliğlerine karşın, hükümetin “rıza ve onay” üretim mekanizmaları işlev yapmıyor. AKP’nin hegemonyası, inandırılıcığını yitirmesi anlamında çökerken; geniş kitleleri arkasından sürükleyebilecek bir alternatifinin yaratılması bağlamında toplumsal muhalefetin daha yaratıcı mesaisini bekliyor.

6- Mısır’da eski rejim toparlanmaya, elinde tuttuğu mevzileri genişletmeye çalışırken, kitleleri “ehvenişer” mantığıyla, Mübareksiz yola devam çağrısıyla yakalamaya çalışıyor. Türkiye’de ise ihya edilecek bir eski rejim yok. Özellikle Gezi parkındaki en genel anlamda sola yönelik hava, Kemalistlerle Kürt muhalefetinin yan yana durabilmesi bize yeni bir Türkiye, özgürlükçü bir cumhuriyet umudunu en azından koruyabilme cesareti veriyor. Türkiye’nin çok kimlikli – çok kültürlü dokusunu kavrayan; emek eksenini ıskalamayan; cemaat-tarikat ağlarına karşı “liyakat” temelinde eğitimli kesimleri yakalayan; bilime ve aydınlanmaya dayanan bir kurgu…

7- Mısır’da (Suriye’de de) siyasal İslam, ülkenin önemli bir bileşeni Hıristiyan (Kıpti) topluluğunu sisteme dahil etme becerisi sergilemek bir yana, onların can güvenliğini bile sağlama konusunda yetersiz/isteksiz kaldı. Türkiye’de ise, dinsel azınlıkların yanı sıra Alevileri tamamen dışlayan, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş biçimde husumeti körükleyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Antakya’da bir Armutlu mahallesi gerçeği varsa, bu tamamen AKP’nin “kindar” politikalarının ürünüdür. Her iki ülkede de kırsal muhafazakârlığın desteğini alarak, kentleri tek tipçi muhafazakârlaştırma politikalarıyla yönetmenin artık kapitalizmin gerekleriyle de uyuşmadığı görülüyor.

8- Mısır’da ordunun ekonomideki yüzde 20-40 arasında tahmin edilen ağırlığı, modernleştirici bir ekonomik sınıf olarak da ülkenin üzerine gölgesinin düşmesine neden oluyor. Tahrir’in tüm zenginliğine ve dinamizmine karşın, ordunun savunma görevine çekilmesi temennisinin yaşam bulmasını zorlaştırıyor. Buna karşın Türkiye’de ordu, OYAK gerçeği, askeri personelin bazı ayrıcalıkları bir yana ekonomide bir belirleyici ağırlık taşımıyor. Bu nedenle askeri ve dini vesayetten kurtulmuş, demokratik bir Türkiye hayali daha gerçekçi görünüyor.

9- Her iki ülkede de sosyal medyaya hakim, dünyadaki muhalefet örneklerini yakından izleyen ve hikayesini küresel boyuta sıçratmayı başaran spontane muhalefet çok başarılı oldu. Ne var ki, tepkiyi örgütlemekteki başarıyı, alternatifleri üretecek boyuta sıçratmak gerekiyor. İsyanı bir kurucu iradeye dönüştürmek için, park forumları, mahalle, okul, işyeri meclisleri doğrudan demokrasinin kalıcı zeminleri olarak korunmalı. Ne var ki, temsili demokrasinin kapıyı çalan gerçeği karşısında, tüm Türkiye’de Gezi ruhunu yansıtacak formları yaratabilmek sorumluluğumuz var. Yoksa yine en örgütlü güçler kazanır, bizler hayıflanırız…

10- Türkiye’de hedef gözeten, hunhar cinayetlere karşın Mısır’daki gibi bir toplu katliam yaşanmadı. Ama bu örnekten hareketle Türkiye’de daha demokratik bir iklimin hüküm sürdüğünü söyleyemeyiz. Askeri müdahaleye karşın, Mısır’da toplantı ve gösteri özgürlüğü fiilen yaşam buluyor. Biz de ise Taksim başta gelmek üzere, en temel demokratik haklarını kullanmak, tepkilerini dile getirmek isteyenler zorbalıkla susturuluyor. TTB, TMMOB gibi yüz akı örgütlerimize yönelik “cadı avı” sürüyor. Bu nedenle liberal çevrelerce yayılmaya çalışılan, “mesaj alındı siz de biraz rahat durun” demagojisine aldanmamak gerekiyor.