Türkiye, 13 Kasım Pazar günü İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırıyla sarsıldı. 6 kişinin yaşamını yitirip 81 kişinin yaralandığı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Emniyet’in ilk andan PKK-YPG’yi işaret ettiği, söz konusu örgütlerin ise üstlenmediği ve arkasında akla oturmayan pek çok detay bırakan bu saldırı, siyasette dikkat çekici gelişmelerin yaşandığı bir sürece denk geldi.

Seçim yaklaşırken AKP’nin yaşadığı sıkışmayı aşmak için Erdoğan’ın bazı planları var. Geride bıraktığımız haftalarda yaşananlar da bunun emareleriyle doluydu.

Son yıllarda siyasi ikametini hepten milliyetçi-muhafazakâr mahalleye taşıyan Saray yönetimi, MHP ile yola devam etme zorunluluğu ve toplumun geniş kesimlerine hitap etme ihtiyacı arasında sıkıştı. Erdoğan, bu denklemde seçimlere gitmenin risklerini görebilecek kadar uyanık bir siyasetçi ve bu yüzden yeni repertuvarını, bir başka deyişle topluma dinleteceği ‘seçim playlist’ini oluşturmaya başladı.

Erdoğan Endonezya dönüşünde HDP’yi “PKK’nın parlamentodaki uzantısı” olarak tanımladı. Fakat bu sözler AKP’li Cumhurbaşkanı’nın güncel “Kürt politikasını” tam olarak anlamaya yetmiyor. Zira son günlerde, Selahattin Demirtaş’ın babasını ziyaret etmesi için Edirne Cezaevi’nden Diyarbakır’a götürülüp getirilmesi, Aysel Tuğluk’un hastalığı nedeniyle tahliye edilmesi, Kobane davası sanıklarının Bircan Yorulmaz ile Mesut Bağcık’ın tutuksuz yargılanmasına karar verilmesi ve HDP’ye Meclis’te yapılan ziyarete tanıklık ettik. Bunların hiçbiri tesadüfi gelişmeler değildi. Örneğin halktv.com.tr yazarı İsmail Saymaz’a konuşan Demirtaş, geçen yıl da annesini ziyaret için benzer bir başvuru yaptığını ancak bu talebinin reddedildiğini belirtti.

Öte yandan doğrudan siyasi değilmiş gibi görünen ancak pek tabii ki siyasi hesapların bir uzantısı olan, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Diyarbakır’da milli maç oynatılmasını (16 Kasım, Türkiye-İskoçya futbol maçı) ve Erdoğan’ın Ahmet Kaya’nın Paris’te bulunan mezarıyla ilgili yaptığı “Nakil teklifimiz hâlâ masadadır” şeklindeki çıkışını da buraya eklemek lazım.

AKP heyetinin anayasa değişikliği teklifiyle ilgili HDP’ye yaptığı ziyaretin artçı etkileri de önemliydi. Meral Akşener’in ziyareti “Açılım kumpanyası” şeklinde yorumlaması ve ardından Pervin Buldan’ın Akşener’e verdiği “Kürt düşmanlığı yapılıyor” tepkisi, İYİ Parti ile HDP arasında hiç beklenmedik bir gerilime neden oldu.

Saray’ın birbiriyle çelişkili gibi duran dinamikleri daha ne kadar idare edebileceği bilinmez ancak ne MHP ile kurulan ittifakı kaybetmek ne de Kürt seçmene MHP kadar uzak olmak isteniyor.

Bir yandan HDP üzerinde Devlet Bahçeli’yi ve partisini tatmin edecek düzeyde bir baskı oluşturulurken ya da MHP’nin “HDP kapatılsın” söylemine yandaşlık yapılırken, diğer yandan da yeni bir “Kürt açılımı” beklentisinin kamuoyunda canlı tutulması, sanki gerçekten “demokratik bir çözüm süreci” ihtimali varmış gibi bunun tartışılması murat ediliyor.

HDP’ye baskının ittifakın harcını sağlam tutacak tempoda sürmesi kuvvetle muhtemel ancak Erdoğan için bu politikanın Kürt seçmeni gözden çıkarmayacak bir konseptte icra edilmesi gerekiyor. İlerleyen günlerde bu hedef için atılacak yeni adımlar göreceğiz gibi duruyor.

MİLLET İTTİFAKI’INA TACİZ ATIŞI

Saray’ın sıkışmayı aşmak için yaptığı hamleler bununla sınırlı değil. Erdoğan, Endonezya dönüşü yaptığı açıklamalarla muhalefete de bir mesaj gönderdi. Mesajın adresi İYİ Parti’ydi.

HDP’yi hedef gösteren sözlerinin peşinden CHP’ye de dirsek atan Erdoğan, İYİ Parti’yi ayrıştırdığını ima ederek “Ama İP’in (İyi Parti’nin) bunlarla aynı çizgiye düşmesi tabii düşündürücü. Onlar niye bunlarla aynı masaya düşüyor veyahut aynı konuma geliyor? Temenni ederiz ki bunlar da bir dönüşüm yapmak suretiyle gerek bu masayı terk etmek gerekse milli ve yerli bir duruş sergilemek üzere konumunu yeniden gözden geçirir” dedi.

Akşener’in ise bu çağrıya “Biz 2017’de yapılan ve bugünkü bu ucube sistemi getiren o referandumda çok net çok açık tavır koyan insanların kurduğu bir siyasi partiyiz” sözleriyle karşılık vermesi, en azından İYİ Parti liderliğinin partinin hangi zemine bastığının farkında olduğunu gösteriyor. Akşener siyasi hayatının “lider imajı” açısından en güçlü dönemindeyse, bunu Erdoğan’a yaptığı milliyetçi muhalefetine borçlu.

Millet İttifakı’na “taciz atışı” niteliği taşıyan bu sözler, tüm küçümseyici konuşmalara ve gerçek eksikliklerine karşın, 6 partiyi bir araya getiren masanın Saray tarafından “tehlike” olarak kodlandığının açık bir işareti.

Erdoğan bir yandan Kürt seçmene daha sıcak görünmeye diğer yandan da bu masayı dağıtarak muhafazakâr/milliyetçi oyların muhalefete gitmesine engel olmaya çalışıyor. İYİ Parti’ye yapılan çağrının bir benzerinin Saadet Partisi’ne de yapılacağı; Gelecek ve DEVA’ya kurumsal olarak değilse bile kadro ve seçmen düzeyinde birtakım mesajlar verileceği söylenebilir.

Bakalım Erdoğan’ın ‘playlist’i, ekonominin yarattığı çetin koşulları da görünmez kılarak Saray’a beklediği seçmen desteğini sağlayacak mı? Bu biraz da muhalefetin yapacakları ya da yapamayacaklarıyla ilgili.