Erdoğan’ın yerine kimi cumhurbaşkanı olarak görmek istersiniz? Bu soru, eğer baskın seçim olmazsa önümüzdeki bir-bir buçuk yılın siyasi stratejilerini ve pazarlıkları belirleyecek. Müesses siyaset, Erdoğan’ın karşısına çıkıp en yüksek oyu alacak adayı arıyor. “Kanaat önderi”, “bilge devlet adamı” profili mi yoksa popülist, öfkeyi bir “hitabet sanatı” olarak kullanan, Erdoğan benzeri biri mi bulunmalı sorusu muhalefet kulislerinde nicedir soruluyor. Henüz net bir yanıt ortada yok. İktidar ise şimdiden muhalefetin olası adaylarını “tespit” edip oyun dışına itmek için var gücüyle yükleniyor. İlker Başbuğ örneğinde gördüğümüz tartışma, bu sürecin önümüzdeki günlerde nasıl işleyeceği hakkında ipuçları sunuyor.

Birçoklarına göre Başbuğ tartışmasının nedeni eski Genelkurmay Başkanının “Afrin harekâtı siyaset konusu yapılmasın” minvalindeki beyanatıydı. Mevcut koalisyonun ortakları alınmıştı. Önce “iktidar sözcüsü” Bahçeli, İlker Paşa’ya veryansın etti, ardından Erdoğan “yazıklar olsun” dedi. O “yazıklar olsun” basit bir sitem değildi. Zira Başbuğ, 15 Temmuz sonrasında iktidarın ana akımda boy göstermesinden rahatsız olmadığı nadir şahsiyetlerdendi. Fethullahçı çete mağduru sıfatıyla, kritik konularda iktidar ile ters düşmeyen bir pozisyon alıyor ötesinde bunu “devlet adamı dozu”nda yaptığı için muhalif kesimlerce de takip ediliyordu. Cumhuriyet diyor, Atatürk diyor ama iktidarın parti-devlet projesine her ne hikmetse ses çıkarmıyordu. Başbuğ, Ergenekon soruşturmalarındaki haksızlıklarını dile getirirken bile AKP’nin rolünü değil yalnızca Fethullahçıları hedef alıyordu. Buna rağmen Eski Genelkurmay Başkanına açılan alan “koşulsuz” değildi. Paşa “kanaat önderi” vasfıyla kalacaktı başka bir şey olarak değil!

Bu yılın ilk ayında yandaş medyada bazı kalemler Başbuğ’un “Hayır’ın adayı” olabileceğini yazmaya başladı. Böylesi bir sinyali nereden aldılar orası muamma. Çünkü ne CHP’den bu doğrultuda bir ima vardı ne de Başbuğ’un adaylığa göz kırptığını işaret eden bir konuşma. Eski Genelkurmay Başkanı Hayır kampanyasının da etkin bir aktörü değildi ki adayı olsun. Ancak yandaşlar, ana muhalefetin “herkesçe bilinen”, “siyaset üstü” isim arayışı İlker Paşa’ya uygundur diye düşünmüş olmalılar. Başbuğ o andan itibaren dokunulmazlık zırhından mahrum kaldı. Afrin harekâtıyla ilgili ifadeleri ise sadece bahaneydi. “Ergenekon’da kandırıldık” diyen Metiner örneğinde olduğu gibi Başbuğ’a adaylık ihtimali üzerinden yüklenildi; yani ön alındı! 15 Temmuz sonrasının “makbul” isimlerinden bir diğeri Nedim Şener “Başbuğ CHP’nin adayı olabilir” diyerek yandaş kalemlerle aynı yerden konuştu. Olası sonuçlarını hesap etmediğini düşünmek mümkün değil.

Ortada bir oyun olduğu aşikâr. İktidar muhalefete “cumhurbaşkanı aday adayı” gösterip sonra da o isim üzerinden suları bulandırıyor. İstedikleri CHP’nin ya Ekmeleddin İhsanoğlu gibi sağcı bir aday ya da tam tersine ulusalcı-Kemalist bir figürü seçimlere taşıması. Gündemde adalet, eşitlik, toplumsal barış, laiklik olmasın yeter! Ne de olsa Kesici gibiler “aman parti sola kaymasın” diyor. Ne de olsa CHP lideri, İhsanoğlu seçiminde hata yaptıklarını hala reddediyor. Ne de olsa “demokrasi cephesi” gibi muğlâk bir birliktelik tasvir ederek liberal İslamcılarla Kemalistleri aynı çizgide toparlayabileceğini düşünüyor. Hâlbuki İhsanoğlu seçimi hatanın daniskasıydı, “demokrasi cephesi” de ham hayalden ibaret.

Öyleyse ulusalcılığıyla maruf biri midir Erdoğan’ın alternatifi? Hazır milliyetçi-militarist atmosfer karabasan gibi çökmüşken ulusalcı aday bulup bundan nemalanalım diye düşünenler vardır. CHP ve İyi Parti’nin ulusalcı-Kemalist bir isimde anlaşması da siyasal genetiklerine aykırı değildir. Ancak bugünkü haliyle iktidar blokuyla milliyetçilik yarıştırmak yenilgiyi baştan kabul etmek demektir. Cihat hutbelerinin okunduğu, Diyanet’in karargâha girdiği bir ülkede iktidarın dinci-militarizmi ile “şanlı ordu” nidalarıyla baş edilemez. Ötesinde Kürt seçmeni yok sayan bir siyasetin de açık faşizme gidişe dur deme potansiyeli yoktur.

“Aday kim olsun?” sorusuna odaklanmanın siyasal alanı genişletemeyeceği besbelliyse o zaman “isme” değil “fikre”, “programa”, “ekibe” odaklanıp bu fikrin, programın, kadronun temsilcisini toplumun geniş kesimlerinin bağrından çıkarmaya, yani zor olana yönelmek gerekir. Grevi yasaklanan işçinin; kadrosu, ekmeği gasp edilen kamu emekçisinin; okulu imam hatipleştirilen velinin, öğrencinin; etkinliği yasaklanan sanatçının, izleyicinin; akarsuyu, ağacı, tarlası yok edilen çiftçinin, köylünün hakkını savunacak bir program olmalıdır bu. Tek adam rejimini ortadan kaldırmak, “siyaset üstü” arayışlar ya da “devlet refleksi” ile değil kitleleri Siyasal İslam ve kapitalizmin neden olduğu krizlere karşı örgütleyerek mümkündür. Var mısınız, yok musunuz onu söyleyin…