Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kolombiya ziyaretini, her iki ülkenin bir türlü bitmeyen “barış süreci” açısından değerlendirmekte fayda var…

Erdoğan Kolombiya’da ne aradı?

Nisan 2012’de FARC, (Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia-Kolombiya Devrimci Mücadele Güçleri) elinde bulundurduğu üniformalı son on kişiyi serbest bıraktı. FARC’ın, esirleri serbest bırakması hükümetin barış görüşmelerinin başlaması için öne sürdüğü son şarttı. Bu tutum, hem FARC’a yakın duranlar hem de devlete yakın duranlar tarafından ‘barışa en yakın durulan an’ gibi değerlendirildi. Barış görüşmeleri başladı ve hâlâ Küba’da sürüyor.
Her iki ülkenin tarihi ve bugünü o kadar birbirine benziyor ki, Erdoğan’ın Kolombiya ziyaretini, barış süreci açısından değerlendirmekte fayda var.

Gerilla hareketi FARC, 1964’ten beri Kolombiya’da “paralel iktidar” gibi. Kolombiya ordusuna, uyuşturucu mafyasına, paramiliter güçlere, kontrgerillaya karşı mücadele veriyor. Dünyanın en uzun süre aktif olan bir gerilla hareketinin bu denli çok düşmanla savaşırken, bu denli uzun süre var olabilmesi hangi nedenlere bağlı olabilir? Biraz ters gibi görünse de, bunun asıl nedeni, Kolombiya devletinin sorunu çözmeye yanaşmaması, yani FARC’la kalıcı barış imzalamak yerine dönemsel olarak FARC’ı yendiğini sanması. Devlet, barışmaktan daha çok “bitirme” peşinde.        

Silahla ulaşabileceği her şeye ulaşmak
Biraz yakından bakalım: 1964’ten beri klasik gerilla olarak varlığını sürdüren FARC, 1985’te, yasal bir siyasal hareket olarak yapılanmayı denedi. FARC aslında bu zamana kadar ülkede bazı bölgelerde “ikili iktidar” kurmuştu. Yani FARC 1985’te silahlı mücadele ile ulaşabileceği her şeye ulaştığını düşünüyor ve siyasi açılıma yöneliyordu.

FARC sivil kadrolarıyla Komünist Parti birleşti ve yeni bir parti olarak Union Patriotica’yı (Yurtseverler Birliği) kurdu. FARC’ın hedefi parlamenter siyasetti ve hatta devlet başkanlığına seçimle gelmek istiyordu. Kolombiya devleti de zaten, FARC’ı ‘düz ovada siyaset yapmaya’ çağırıyordu. Zımni bir ateşkes oldu, el altından barış görüşmeleri başladı.

Ancak, seçimler yaklaştığında Union Patriotica’ya karşı kitlesel katliamlar da başladı. Paramiliter güçler, yeni partinin adaylarını ve üyelerini katletti. Öldürülenler arasında Union Patriotica’nın iki devlet başkanı adayı da vardı. Devlet destekli faşist çeteler, FARC’a ya da komünistlere yakın diye 9 milletvekilini, 70 belediye meclisi üyesini ve 11 belediye başkanını öldürdü. Pratikte Union Patriotica dağıtıldı, 4 milyon insan köyünden edildi, FARC düz ovayı bırakıp dağlara çekildi.

Paramiliter faşist güçler, uyuşturucu baronlarının, uluslararası tekellerin ve devletin ortak kullandığı suç makinesi haline dönüştü. Bu çeteler, devlet ve FARC’ın yanında, üçüncü bir silahlı paralel iktidar gücü olarak varlık göstermeye başladı.

Barış süreci çeteleri aklıyor
FARC’ın 2012 Nisan ayında ilan ettiği ateşkesin kökleri aslında 2005’e dayanıyor. FARC ve devlet, 2005 sonunda bir tür ateşkes daha ilan etmişti. Devlet, FARC’la yaptığı bir anlaşma gereği faşist çeteleri dağıtacağını açıkladı. Çetelerin işlevinin bitirilmesine yönelik Justicia y Paz (Adalet ve Barış) projesi başlatıldı.

Proje kamuoyu önünde uygulanmaya başladı. Örneğin en büyük faşist çete Kolombiya Birleşik Savunma Güçleri Birliği (AUC) düzenlenen törenle silah bıraktı. Paramiliter çete AUC üyesi 3700 kişi, af yasasına dayanarak gönüllü ifade verdi.  Devlet desteği ile, 25 bin kişiyi öldürdüklerini, kayıp 2.251  kişinin aslında öldürülüp gömüldüğünü anlattı. 2100 kişinin kayıp mezarını gösterdi.  

AUC Başkanı Salvatore Mancuso meclise çağrıldı ve milletvekillerinin alkışları altında yıllarca sürdürdükleri ‘haklı terörü’ savundu. Mancuso milletvekillerine, “Özgür, şerefli, güvenli ve barış içinde bir Kolombiya’yı kendilerine borçlu olduklarını” hatırlattı. Kısa zamanda anlaşıldı ki, aslında devletin bu projesi, FARC’tan çok “paralel iktidar gücü” olan çeteleri ilgilendiren bir projeymiş. Çünkü bu projeye, çete terörü hakkında olabildiğince çok detay anlatanlara ceza indirimi gibi faşist çeteleri koruyan maddeler de eklendi.

Son 20 yılda 3 binden fazla üyesini çete terörüne kurban veren Sendikalar Birliği (CUT) Genel Sekreteri Domingo Tovar Arrieta, bu projeyi “Somut olarak faşist çetelerin legal hale getirilmesi planı” olarak değerlendirdi. Şu soruyu da sordu: “Aileler, çocuklarının nerede ve ne zaman kör testereyle kesildiği ve parçalandığı gibi ayrıntıları öğrenince neden katillerin cezası hafifletilsin ki?”  Bu ‘barış süreci’ 5 yıl sürdü ve bu sürede, devlet FARC’tan çok çetelerle barışmaya çalıştı. Ancak, Mancuso süreç sonunda hapsedildi. Mancuso hapiste, paramiliter faşist AUC çetesini bugünkü devlet başkanı olan Juan Manuel Santos ile birlikte kurduklarını açıkladı.

Barış sürecinde 173 bin kişi öldürüldü
Kamuoyunda sayısı 53 bin olarak dillendirilen çete üyelerinden, Kasım 2011 tarihine kadar yalnızca 4 bin 484’ü mahkemeye çıkarıldı.  Bu 5 yıllık ‘barış sürecinde’ Kolombiya’da ne oldu biliyor musunuz? Kolombiya gazetesi El Espectador’un rakamlarına bakalım: FARC’a ya da komünistlere yakın diye toplam 173.183 kişi devlet destekli faşist çetelerce öldürüldü. FARC’ı destekleyen 34.467 kişi kayboldu. On binlerce yerleşim biriminde zorunlu göç oldu…  

Süreçte başka şeyler de ortaya çıktı:  5 yıl süren meclis araştırmaları, çetelerin yargılanmaları ve ifadeleri sonunda Kolombiya Parlamentosu milletvekillerinin üçte birinin çetelerle ilişkisi olduğu ortaya çıktı. Bu milletvekillerinin hepsi de zamanın Devlet Başkanı Alvaro Uribe Valez’in partisindendi.  

Hangi deneyimler
FARC 1964’te toprak ağalarının baskısına son vermek ve feodaliteyi yıkmak isteyen bir köylü ordusu olarak ortaya çıkmıştı. FARC’ın nihai hedefi hep sosyalizm oldu. Elbette bugün FARC’ın kontrolündeki bölgelerde sosyalizm hâkim değil. Ama bu bölgelerde uluslararası tekellerin tarım plantajlarındaki sömürü de, uyuşturucu mafyası da paramiliter terör de hâkim değil. Görüşmeler Küba’da sürüyor.
Devlet açısından ise FARC’ın yenilmemesi başarısızlık sayılsa da sosyalizmin kurulmaması bir başarı olarak görülüyor.  Kolombiya, aynı benzer diğer devletler gibi barış peşinde değil, ‘terörü yenme’ peşindeydi.

Bugün Küba’da FARC ile barış görüşmeleri yürüten hükümetin Devlet Başkanı Juan Manuel Santos da aslında çözümün değil, sonunun bir parçası oldu hep. Santos, 2006’da Savunma Bakanı olarak sürece dahil oldu. Santos, FARC’la zımni bir ateşkes varken Ekvator ve Venezuela’da sınır ötesi operasyon da dahil bazı işlere girişti. Ekvator mahkemesi, Santos’u çok sayıda öldürme ve ülkenin içişlerini karıştırma gibi suçlardan  mahkûm etti. Ekvator, hatta Kolombiya’dan Santos’un kendisine teslim edilmesini istedi.     
Santos’un en fazla tepki alan kararlarından biri de, “sağ ya da ölü her kim bir FARC gerillası getirirse, 1300 avro alır“ kararıydı. Bu karardan kısa süre sonra,  para için  köylüler  yaklaşık 3 bin köylüyü öldürüp üzerine de FARC üniforması giydirip  askeriyeye teslim etti.  2009’da Savunma Bakanlığından ayrıldı. Katılma oranının sadece %40 olduğu seçimde 7 Ağustos 2010’da Devlet Başkanı oldu. 15 Haziran 2014’te tekrar seçildi.

Santos, devlet başkanlığı döneminde ise, daha ılımlı bir çizgi izledi. Ekvator ve Venezuela ile barıştı. İkinci seçim kampanyasını barış sürecinin bozulmaması üzerine kurmuştu. Küba’da süren barış görüşmeleri, muhalefetin “Teröristlere dokunulmazlık kazandırılıyor“ eleştirilerine neden oluyordu. Karşı aday Óscar Iván Zuluaga, seçimi kazanırsa, barış sürecini bitireceğini söylüyordu.  Santos ise, büyük barış vaat ediyordu. Seçimi kazandı. Küba’da devam eden süreç, ne ilerleme kaydettiği pek bilinmeden devam ediyor. Erdoğan’ın Santos’un bütün bu deneyimlerinden yararlanması söz konusu.