Nefret söylemi salgından beter. Her gün biraz daha büyüyerek üstünüze geliyor. Bulaşıyor.

İki anlamda söylüyorum:

Kendilerinden olmayan herkese yönelik nefret dili...

Ve kendilerinden olmayan herkesin söylediklerini “ERDOĞAN NEFRETİ” diye tercüme etmeleri...

İlginç. Hatta komik! Bu saldırılardan nasibini alan yalnızca bizler değiliz. “Av sahaları” uluslararası. Dünya siyasetçileri, medyası, yazarı, düşünürü... Hepsi günün birinde bu saldırıdan payına düşeni alıyor.

En son, New York Times söz konusuydu.

Gazeteci / televizyoncu Cüneyt Özdemir, Türkiye’deki koronavirüs ölümleri hakkında New York Times’ın yaptığı habere çok sert tepki gösterdi. “Erdoğan nefreti bunların gözünü kör etmiş” deyiverdi.

New York Times aslında, söz konusu haberde sadece Türkiye’den söz etmiyordu. Pekçok ülkeden, hatta kendi ülkesi ABD’den örneklerle “Korona ölümlerinde sayıların az gösterildiğini” iddia ediyordu. Buna dair istatistik veriler ya da ipuçlarını paylaşıyordu.
Tıpkı Türkiye’de kimi bilim insanlarının, uzmanların iddia ettiği gibi.

Peki, bunun ERDOĞAN NEFRETİ ile bir ilgisi var mı?

Ya da şöyle sorabiliriz: New York Times’ın özellikle Erdoğan’dan nefret etmesi için bir neden var mı? Böyle bir “karşıtlıkla” asılsız bir tablo mu yarattı? Diğer ülkeleri de, “asıl nefret odağı” belli olmasın diye mi işin içine kattı?

***

Aslında, meselem ne Cüneyt Özdemir ne de özel olarak bu vaka!

Zira, Erdoğan’ın, tepkisini böyle yüksek sesle dile getiren Cüneyt Özdemir’den (neredeyse) nefret ettiğini herkes biliyor. Elbette en başta kendisi. Mehmet Ali Birand, Erdoğan’ın, onunla ve benimle ilgili düşüncelerini herhalde aktarmıştır.

Zaten Erdoğan da bunu pek saklamıyordu. Cüneyt Özdemir’in Van depremi sonrasında bir yayında (çok haklı biçimde) söyledikleri üzerine neler yaşandığını hatırlıyoruz. 2011 sonlarındaki deprem, Van kadar Doğan Grubu’nu da sarsmıştı. O dönemin başbakanı Erdoğan, Cüneyt Özdemir’i açıktan hedef almıştı.

Tıpkı, başörtüsü konusunda söylediğim bir buçuk cümle yüzünden meydanda beni hedef aldığı gibi.

Bırakın bizi! Polis kurşunuyla hayatını kaybeden küçücük Berkin’i ve ailesini hedef aldığı gibi.

Berkin’den “o zat” diye söz edip, annesini yuhalattığı anları unuttuk mu! Buna “nefret” yerine “siyaset” deyip geçecek miyiz! Ya da “Erdoğan siyasetinin aslında nefretle örüldüğünü” görmezden mi geleceğiz!

***

Gelelim, karşı tarafa! Ben, biz, birileri Erdoğan’dan “nefret” mi ediyoruz? Ya da, söylediklerimizin / yazıp çizdiklerimizin arkasında bu “güdü” mü var?

45 yıllık meslek hayatımda sayısız lider, siyasetçi tanıdım. Ancak, 45 yıl boyunca o isimlerle “sosyal mesafemi” hep korudum. Örneğin, içlerinde en yakın sayılabileceğim Ecevit ile pek çok kez röportaj vesilesiyle, iş seyahatlerinde birlikte oldum. Ne var ki, bir kez bile evine “özel olarak”, çayını içmeye gitmedim. Hiçbir özel talepte bulunmadım.

Bazen düşünürüm; örneğin Süleyman Demirel’i biraz daha yakından tanısaydım, sempatik bulur muydum? Muhtemelen evet. Ne de olsa, onun hakkında çok zeki ve sempatik olduğuna dair duyumlarım ve gözlemlerim vardı.

Doğrudur! Özel hayatında pamuk gibidir belki, ama Demirel, Denizler’i idam sehpasına göndermiştir.

Erdoğan’ın ne kadar iyi bir baba ve ne kadar mükemmel bir “dede” olduğunu herkes bilir belki. Ama aynı Erdoğan, Gezi’de öldürülen gençlerin “ölmeyi hak ettiği” görüşündedir. Ve bunu siyasi kampanyaya çevirmekte hiç tereddüt etmemiştir.

Ya dün hakaret ettikleriyle -örneğin Bahçeli ile- bugün “kanka” olması... Veya dün kendisine hakaret edenlerle -örneğin Soylu ile- bugün “aynı davaya baş koymuş” gibi davranması... Bize neyi, o insanın “hangi yüzünü” gösterir?

***

Yani.. Uzun lafın kısası; meselenin duygularla ilgisi yok. Ortada sadece bir güç / iktidar savaşı var. Erdoğan önce iktidara gelebilmek için, ardından iktidarda kalabilmek için her yolu / herkesi kullandı, kullanıyor.

Bunu yaparken yasaları ve hatta Anayasa’yı hiçe sayıyor. Haklarında mahkeme hükmü olmayan KHK’lılar için, bu Korona günlerinde bile bir bardak suyu çok görüyor. Meslektaşlarımızı, avukatları, aydınları cezaevine gönderiyor. Ölüm oruçlarına gözünün kenarıyla bile dönüp bakmıyor. Son günlerde herkesin dilinde dolaştığı gibi, “kendisi Saray’da otururken kirada oturandan para istiyor”. Belediyelerin yardım kampanyalarına “paralel devlet” yakıştırması yapıyor.

Ve.. Neredeyse her konuşmasında “yanında olmayan herkesten” nefretle söz ediyor.

Ama bizim gözlerimiz “Erdoğan nefreti” ile kör oluyor, öyle mi!

Cem Küçük, Ersoy Dede, Hilal Kaplan, Fuat Uğur, Mahmut Övür ve daha niceleri.. Her eleştiriyi, her gerçeğin ifadesini, (elbette bilerek) Erdoğan nefreti ile açıklıyor. Böylece, hem gerçeğin üstü örtülüyor hem de Erdoğan’ı / icraatını eleştirenler şeytanlaştırılıyor.

En azından kendi adıma söyleyebilirim; bir “insan” olarak Erdoğan beni ilgilendirmiyor. Benim nefret ettiğim, o insan değil, onun nefret siyaseti ve sonuçları!