Saray iktidarının ilk planı muhalefet blokundan tuğla çekebilmek. Ama bu ihtimal çok zor, hatta her geçen gün biraz daha imkansız hale geliyor. İkinci yol ise azınlığa düşmesine rağmen iktidarda kalmayı başarmak. Son iki ayda yaşananlar düşününce bu yoldan ilerliyor ve gerilimi artırıyor.

Erdoğan olmasaydı

İşçi sendikaları, emekliler, kamu çalışanları, TÜSİAD ve diğerleri... Herkes ekonomik gidişattan çok endişeli. Toplumun büyük çoğunluğu için ise durum endişenin çok ötesine geçmiş durumda. Günü kurtarıp yarın ayakta kalmaya çalışıyor.

İktidara olan güven her geçen gün azalıyor. Tüm kamuoyu yoklamaları AKP’yi önce yüzde 40’ın altına son aylarda da yüzde 30’un altına indiğini gösteriyor. Daha da önemlisi AKP ile ilgili oluşmaya başlayan algı, yargıya dönüyor. Toplumun yüzde 55’i AKP’yi zenginler partisi olarak tanımlıyor. Muhalefetin oluşturulacağı zemin inşa edilirken bu verinin akılda tutulması gerekir.

DUVARDAN TUĞLA SÖKME

Erdoğan yeniden aday ve iktidarda kalmak istiyor. Seçim yaklaştı. Ya iktidarını paylaşma uğruna muhalefet blokunu bölecek bir yol bulacak ya da azınlıkta kalsa bile iktidarda kalmanın zeminini yaratacak.

Ümit Özdağ, Muharrem İnce, Mustafa Sarıgül ve Cem Uzan gibi siyasetçiler parti kurdu ya da kurmaya hazırlanıyor. Hem Erdoğan’ı hem de muhalefet blokunu eleştiren pozisyondalar. Önümüzdeki günlerde bu oluşumların tercihlerini daha net görmek mümkün olacak. Ama Erdoğan için önemli olan altılı masanın ayaklarının birinin kırılması. Bu konuda tüm uğraşlara rağmen mesafe kaydedemedi. Saadet Partisi ile girilen temas bile kısa sürede sonlandı. Sonuç alması zor çünkü; altılı masayı oluşturan partilerin bir bölümü uzun süredir Erdoğan’a karşı muhalefet yapıyor. Diğer kısmı ise Erdoğan’dan ayrılarak parti kurmuş isimler. O yüzden bu yaka tamamen kapalı gibi. 7 Haziran sonrası kurduğu ittifaktan Perinçek destekli MHP ve BBP kaldı. Erdoğan bir kez daha iktidarı paylaşmayı önerse bile artık bloklaşmış duvardan tuğla sökmesi çok zor.

Bu durumda geriye ikinci alternatifi hayata geçirmeye çalışmaktan başka bir yolu kalmıyor. Özete elinde kalan yüzde 35-40’la seçim kazanmak. Burada oy çalma, seçimi geçersiz sayma gibi hukuk dışı spekülasyonlara girmenin anlamı yok. Erdoğan’ın adım adım devreye soktuğu politik hamlelere odaklanmak daha doğru.

Son iki ayda yaşananları alt alta koyduğumuzda ne demek istediğimiz daha net anlaşılabilir. Siyasi yasaklar, baskılar, sokakta siyaset yapmanın imkanlarını ortadan kaldırmak, güçlü görünüp değişim umudunu yıkmak gibi birçok koldan yürürlüğe konan bir taktik izleniyor. Muhtemelen seçime yakın tarihlerde bunlara “çözüm süreci” çağrışımları da eklenecektir. Kendisinden uzaklaşan seçmeni yeniden ikna edemeyeceğini bilen iktidarın temel hedefi mümkün olduğu kadar seçmeni tarafsız ve sandığa gitmemeye ikna etmek üzerine kurulu. Yine düğümü çözecek nokta muhalefetin performansına bağlı hale geldi.

BİRLEŞTİRİCİLİĞİ

İktidar en zayıf dönemini yaşıyor. Her alanda başarısız ve çözülüyor. Bu koşullarda bile muhalefetin topyekûn topluma heyecan veren bir çizgi üretememesi çok fazla tartışılıyor. Ortak bir program ve aday dahi açıklamaları eleştiriliyor. Ekonomik kriz, işsizlik, dış politikada Suriye meselesi, NATO, Kürt sorunu, laiklik... Liste uzayıp gidiyor. Öncelikle şunu söylemek gerekiyor ki Erdoğan karşısında kümelenmiş yapıların bu başlıklar konusunda orta davranmaları çok mümkün görünmüyor. Daha genel bir program üzerinde ortak aday çıkarabilme ihtimali –zorunluluktan dolayı da olsa- daha mümkün görünüyor.

Bir adayın gücü, toplumu arkasından sürüklemeye, sandık için mobilize etmeye daha da önemlisi sert bir mücadeleye ikna etmeye yetecek mi? Erdoğan’a ve onun yarattığı rejime karşı duyulan öfke ne kadar götürecek?

Muhalefet cephesinden bakınca adaya karşı aday, partiye karşı parti, ittifaka karşı ittifak modeli 31 Mart Yerel Seçimleri’nde işe yaradığını söyleyebiliriz. Ama Erdoğan için bir tamam mı devam mı seçiminde muhalefete daha fazlasının gerektiğini söylemek mümkün. Muhalefetin 2023 Haziran’ında yapılması beklenen seçim için elinde birden fazla seçeneğin bulunması bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı.

ERDOĞAN’A AYNA TUTMAK

Aslında bu soruya verilebilecek en net yanıtı, dün bu sayfada Umut Serdaroğlu’nun sorularını yanıtlayan SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen verdi. İşleyen “Bize örgütlü bir seferberlik lazım” dedikten sonra hem seçim güvenliği hem de cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda atılması gereken adımları sıraladı.

20 yıldır devam eden pratik bize bir şeyleri hatırlatıp duruyor. Erdoğan ve onun hayata geçirdiği politikalara karşı bundan zarar gören, görmeye devam eden milyonların karşı karşıya gelmesi gerekiyor.

Kendi belirlediği zamanda, kendi istediği gündemle, kendi yaptığı yasalarla ve mümkünse kendi istediği rakiple seçim yarışına girmek istiyor. Seçimi ancak böyle kazanabileceğini biliyor. Bu yüzden de tüm medya gücüyle birlikte ülkenin içinde bulunduğu sorunların konuşulmaması için çok özel bir gayret sarf ediyor.

Muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter rejim, seçim güvenliği çalışma ekibi ve benzer hamlelerle yetinmeyip hedeflere yönelmesinin yarattığı hareketlenme bile Erdoğan’ın yoluna ayna tutmalı.

Türkiye’nin kaderini bir isme, bir partiye ya da bir ittifaka bırakılabilecek durumda değil. Bugünden görünen şu dur ki toplumun örgütlü müdahalesi iki net sonuç doğuracak.

Birincisi Erdoğan’ın azınlıkla iktidarda kalma hevesini boşa çıkaracak, büyük bir dinamizmle sürece seçim anına kadar müdahale edecektir.

İkincisi ise Erdoğan’ın seçimi kaybetmesinden sonrasına dair. Dün iktidarın bir parçası olanlar dahil muhalefet -AKP içinde bile var- Erdoğan sonrasına hazırlanıyor. Bunu atlamadan bugün bu rejimi değiştirmek için de yerine yaşanılabilir bir ülke kurmak için de yapılacak şey aynı. Halkın tribünlerden sahaya örgütlü bir şekilde inmesinin yolunu kolaylaştırmak. Muhalefet partileri de tüm güçleriyle bunun için uğraşmak zorunda.